3 Mayıs 2009 Pazar

1 Mayıs 2010

Bir işçi çıkıp Taksim Meydanı’ndaki anıtın üzerine, sarılıp Atatürk heykelini öpüyor. Yanaklarından... “Şükür kavuşturana” der gibi. ‘Makul zaferin’ mührü gibi. Birine, bir yere, bir zafere kavuşmanın değil; kendine kavuşmanın sevinci bu.
Apar topar, alalacele ama yine de halaylar çekiliyor. 1 Mayıs marşı söyleniyor, konuşmalar yapılıyor. Hiç değilse ‘öncü birlikler’ mahiyetindeki kitle, aslında zaten kendisine ait olan alana ‘geri geliyor’. Tam bir saatte bitiyor miting.
Tam bir saat sonra, Taksim Meydanı tam da muktedirin istediği gibi, steril, insansız, sessiz, tam teçhizat polisli olarak bomboş kalıyor. Muktedir meydanları böyle görmek istiyor; insansız. Oysa biz hep birlikte olmak istemiştik...

Genç Siviller’e tebrik
Bazıları eleştirecektir. ‘Parasıyla eylem yapmışlar’ diye. Umurumda değil. ‘1977’de buradan ateş edenler bulunsun’ pankartı The Marmara Oteli’nin camından sarktığı anda içim titredi. Genç Siviller grubuna tebrikler. Onlar da olacak Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde.
Bazıları kızdılar. Televizyonlar, haberleri verirken bile nasıl azarlayacağını şaşırdı. Gençler sapanlarına sarılmışlar. Gaz bombasına ve copa sapanla karşılık vermişler. Nişantaşı’ndaki lüks cafe’lerde içleri titremiş ‘vatandaşın.’ Mülke, her türlü müesseseye karşı olanlar sapanlarını koskoca devlete doğrultmuşlar.
Onlar da olacak Türkiye’nin özgürlük mücadelesinde. Herkese ‘uçuk’ gelecek fikirleriyle, enerjileriyle onlar da olacak. Hatta şunu da söyleyeyim:
Bu olaylar olurken Nişantaşı’nda cafe’de oturmayı seçmiş ‘beyaz Türk’ de olacak. Memleketin geri kalanına ‘uçuk’ gelecek hayatlarıyla, zevkleriyle.
Hak-İş veya Türk-İş yönetiminde olsaydım, 2 Mayıs günü kaçacak yer arardım. Uslu çocuklar olarak Taksim anıtına çelenk bırakırken herhalde DİSK’in ve KESK’in Taksim Meydanı’na çıkamayacağını hesap ediyorlardı. Herhalde kendilerinin ‘sınıfın’ örnek öğrencisi olarak gösterileceğini sanıyorladı ertesi günün gazetelerinde. Öyle olmadı. Arka sıradakiler kazandı.
Ne kadar kızsam da onlara, onlar da olacak Türkiye’deki adalet mücadelesinin içinde. Baka baka öğrenecekler ne yapmaları gerektiğini. Sola çektikçe araba, onlar da sola çekecekler ister istemez.
Yaptığının ne olduğunu hiç fark etmeden, ne kadar faşizan bir kültürün parçası olduğunu hiç ayırt edemeden televizyonları başında olup bitenleri polisle göstericiler arasında bir maç gibi izleyenler...
Onlar da olacaklar. Baktıkça baktıkça hatırlayacaklar, onlar için yeniden söke söke alınan hakların zaten onlara ait olmuş olduğunu geçmişte. İşten atıldıkça, aç kaldıkça, tarumar oldukça... Hatırlayacaklar. Bu yüzden gelecek yıl başka bir şey olacak.

Bir yıl sonra
1 Mayıs 2009’un önemi şudur:
1 Mayıs 2010’dan bir önceki 1 Mayıs’tır. Önümüzdeki yıllarda, öyle sanıyorum ki 1 Mayıs 2009 için şöyle diyeceğiz:
‘O, 1 Mayıs 2010’dan bir yıl önceydi.’
Çünkü gelecek yıl başka bir şey olacak. Biliyorum ki işçiler, emekçiler, bu ülkenin demokrasiden yana tüm güçleri bu yıl araladıkları kapıya bütün bir yıl ayaklarını dayayacaklar. Aralanmış kapı açılacak. Ayak dayanan yere omuzla yüklenilecek. Olmadı bir daha yüklenilecek. Ve gelecek yıl, ara sokaklardan azaltılmadan, ‘makulün’ ne olduğuna sadece ama sadece kendisi karar vererek kitle Taksim Meydanı’na yürüyecek. Muktedirin kalesinde gedik açıldı. Açılan gedik sadece ama sadece büyüyecek.
Ece Temelkuran