7 Mayıs 2009 Perşembe

Siyaset meydanı ve Kürt sorunu

Şu gerçeğin altını çizmekte fayda var: Kürt sorunuyla ilgili tartışmalardan, konuşmalardan artık öyle anlaşılıyor ki, Kürt sorununda Kürtler ve Kürt-Türk aydınlar, Kürt politikacılar artık, bu devletçi-ulusalcı-askeri söylemden, politikalardan bıkmış ve bunlara artık tahammülsüz durumda

Siyaset Meydanı’nın 10 Nisan 2009 tarihli programı “Obama Türkiye’ye neden geldi, Obama ne dedi, Obama’nın gelmesinin Türkiye açısından önemi” gibi konu başlıklarıyla ele alındı ve tartışıldı. Tartışmanın gelip dayandığı konu, genel itibariyle “Kürt sorunu” oldu ve program bu tartışma minvalinde ilerledi. Bu durum, Obama, hangi konuda ne derse desin, gerçekte Kürt sorununun halihazırda Türkiye için en önemli ve aciliyetli sorun olduğuna işaret ediyordu. Program konuklarından birkaçının ilk konuşmalarının ardından her nedense programdan ayrılması ve yine program konuklarından Hüsnü Mahalli’nin, bildik, sözde “her şeye kadir” Amerikan komplo teorileri ışığındaki konuşması dışında, tartışma genel itibariyle, Kürt sorununa odaklanarak Orhan Miroğlu ve Ali Kırca’nın son dönemlerde hemen her programının vazgeçilmez konuğu emekli albay Erdal Sarızeybek arasında geçti.

Kürt sorunu diyoruz ama, Sarızeybek, itinayla “Kürt” sözcüğünü bile ağzına almaktan çekiniyor, Kürtlerin varlığını kabul etmiyor, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes Türk’tür diyordu. Daha da ileri gidip, DTP bir siyasal parti değildir, DTP’li milletvekillerinin hepsi yargılanmalıdır, ve yargılanacaktır, diyordu. Sarızeybek, Kürt sorunu hakkında, inkâr, ret, baskı, sindirme, yok etme, asimilasyon gibi bu ülkede uygulanagelen 25 yıllık politikaları sanki çok yeni fikirlermiş gibi ısıtıp ısıtıp insanların önüne koyadursun, Orhan Miroğlu, bu bilindik politikaların yıllardır şiddet ve düşmanlık ekseninde kan dökmekten başka bir sonuca yol açmadığını, binlerce insanın öldüğünü, bu politikaların binlerce insanın dağa çıkmasına neden olduğunu, ve bu politikalarla ve bu “kafa”yla devam edilirse, bu ülkenin bir 30 yıl daha bu sorunla baş edemeyeceğini büyük bir gayret ve çırpınışla anlatmaya çalışıyordu. Yine Miroğlu, Kürtlere yönelik, baskı, imha, ret politikalarından yola çıkarak, ve bunlara örnek olarak, Ergenokon kapsamında Doğu’daki kuyulardan çıkan insan kemiklerine dikkat çekerken, Sarızeybek ise, büyük bir yanılgı içinde, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışarak, insanların gözlerine baka baka yalan söylemekte bir beis görmüyor, trajik olmaktan da öte, komik bir biçimde, bunlar hayvan kemikleriydi diyordu.

Bir üniversiteli genç söz istiyor, ve ben bu ülkenin dağını, taşını seven, sorumluluklarının bilincinde, çalışan, üreten bir insanıyım, bu ülkede yaşıyorum ve ülkemi seviyorum ama ben bir Kürdüm diyordu. Sarızeybek yine sazı eline alıyor, devletin ve askeriyenin yıllardır bilindik politikalarını bir kahraman edasıyla, hamasi nutuklarla tekrarlayarak, Kürdüm diyen bir insana, ısrarla ve inatla, Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan herkes Türk’tür, Türk vatandaşıdır diyordu. Salondaki üniversite öğrencilerinin bir kısmı ise, bu kültürde pek yaygın olan, milliyetçilik duyguları kabarıp “kahraman” edasıyla konuşan herkese yapıldığı gibi Sarızeybek’e hemen bir alkışlama, şakşakçılık içine giriyordu. Sonunda Miroğlu dayanamadı ve bu gençlere yazık, çok üzülüyorum, bu alkışladığınız politikaların yıllardır bu ülkeye, bu insanlara nelere malolduğundan habersizsiniz; bu bilindik politikaların devam etmesi ve sizin bunları alkışlamanız demek, barış yollarını tıkamak, yine binlerce canın kaybı, binlerce insanın dağa çıkması, yine şiddet, yine kan, yine savaş demek dedi. Ve bir ara, ben daha fazla böyle bir programda kalmak, konuşmak istemiyorum, beni böyle programlara davet etmeyin, ve böyle programlar da yapmayın artık diyerek haklı bir şekilde programı terk etmek istedi. Ali Kırca ise, hemen devreye girerek, aman efendim, birbirimizi dinlemeliyiz, farklı görüşlere saygılı olmalıyız mealinde bir şeyler söyleyerek Miroğlu’nu ikna etmeye çalıştı. İşin ilginç, ve bir o kadar da vahim, hatta traji-komik yanı ise, Ali Kırca’nın bu ülkede 25 yıldır uygulanan Kürtlere yönelik baskı, imha, ret gibi politikaları, devlet ve askeriyenin genel tavrını yansıtan görüşleri “farklı” görüş sanmasıydı. İşin gerçeği şu ki, Ali Kırca, gerçek anlamda farklı, muhalif görüşleri, konuşmaları tahammülsüzlük göstererek bölüp, “tamam o konuyu anladık, geçelim” diyerek, kesmekte, susturmakta her zamanki gibi pek ustaydı. Ve diyelim, Sarızeybek’e dönüp, adı “siyaset meydanı” olan bir programda, “peki efendim, bu kadar oy almış, bu kadar belediye yöneten bir partiyi, DTP’yi, neden siyasal bir parti olarak kabul etmiyorsunuz, Kürtlerin varlığını neden kabul etmiyorsunuz, bu sizce demokratik bir yaklaşım mıdır,” diye sorma cesaretini gösteremiyor; hatta bir adım daha atarak, “nasıl kabul edemezsiniz,” ve “kabul etmemek neye yarar, bugüne kadar neye yaradı,” diyemiyor, demiyordu. Herhalde dili varmıyordu. Bunun adı da, sözde, tarafsız gazetecilik oluyordu. Bunu yapmamakla, farklı görüş ve düşünceleri tahammülsüzlük gösterip kesmekle, bölmekle, susturmakla zaten yeteri kadar “taraflı” olduğu orta değil miydi? Ve bir maharetmiş gibi, Sarızeybek’in “DTP, bir siyasal parti değildir,” sözlerini bir gün sonra ana haber bültenlerine de taşıyordu Ali Kırca: “Tarafsız maharet!”

Şu gerçeğin altını çizmekte fayda var: Kürt sorunuyla ilgili tartışmalardan, konuşmalardan artık öyle anlaşılıyor ki, Kürt sorununda Kürtler ve Kürt-Türk aydınlar, Kürt politikacılar artık, bu devletçi-ulusalcı-askeri söylemden, politikalardan bıkmış ve bunlara artık tahammülsüz durumda. Ve bunda da haksız sayılmazlar. Bugün artık pek çok demokrat aydın bu sorunun bu politikalarla çözülemeyeceğinin farkında. Daha önceki bir yazımızda da değindiğimiz gibi, Kürt sorunun çözümünde milyonların gözünün üzerinde olduğu medya da önemli bir işleve sahiptir. Ali Kırca ve onun gibi haber programcılarının da yukarıda altını çizdiğimiz gerçeği artık görmesi ve sözde “farklı” görüştür diye, devletçi-milliyetçi-askerci ideolojik söylemleri ısıtıp ısıtıp tekrar halkın önüne koyan asker kökenli ya da bu yönde politikaları savunan kişileri, çanak sorularla, kahramanvari, hamasi konuşmalarla, alkışlarla, şakşaklarla kamuoyuna sunmaması gerekir. Bu bir gazetecilik sorumluluğu olduğu kadar, insani, vicdani, etik bir sorumluluktur da aynı zamanda. Tabii amaç, şiddet, kan, baskı, imha, inkâr, ret yoluyla değil, gerçekten barış, uzlaşma, diyalog yoluyla, demokratik yollarla Kürt sorununun çözümü ise… Amaç, birilerinin varlık nedeni olarak yıllarca bu sorunu/savaşı körüklemek değil, Kürt sorununu çözmek istemekte samimi olmak ise…

Ve şu an itibariyle, Türkiye’de Kürt sorununa gerçekten kalıcı, barışçı çözüm üretmek isteyen tarafın daha çok Kürt tarafı olduğu açıkça görülüyor. Çünkü, barış, kardeşlik, huzur, çözüm, diyalog ifadelerini kullananlar en çok onlar. Diğerlerinin ise, Kürtlerin varlığını tanımamaya, demokratik hak ve taleplerini kabul etmemeye dayalı, imha, inkâr ve yok etmeye koşullanmış kan, şiddet ve savaştan başka bir çözüm yolları yok. Dahası, eğilimleri, Kürt sorununda atılmış/atılmaya çalışılan olumlu adımları da baltalamak yönünde.

Ne var ki, medyada pek çok haber programında da olduğu gibi, Ali Kırca ve onun gibi program yapımcıları, Sarızeybeklerle ve bir kısım şakşakcı üniversite genciyle siyaset meydanlarında, miadını çoktan doldurmuş görüşlerle, karşılıklı zeybek havası oynaya dursun, Kürtler ısrarla ve inatla, “demokratik hak ve taleplerimizle biz buradayız, ve VARIZ” diyorlar; dahası, sizin çözümsüzlük üreten bu politikalarınıza ve görüşlerinize artık karnımız çoktandır tok diyorlar.

Dr. Derya Erdem: Ankara Üniversitesi, Gazetecilik Ana Bilim Dalı