Türkiye, yaklaşık bir aydır 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' üzerinde yaşanan tartışmalara sahne oluyor. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 'kağıt parçası' olarak nitelendirdiği, kamuoyunun ise ısrarla ordunun bir başka biçimdeki 'darbe planı belgesi' olarak değerlendirdiği plan, son olarak Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) gündemine geldi. 28 Şubat Darbesi'nin sahneye konulduğu MGK toplantısından sonraki ikinci en uzun toplantı olan 30 Haziran'daki MGK toplantısında hükümet ve ordunun belli noktalarda uzlaşmaya vardığı görülüyor. Ayzı zamanda askeri vesayet rejiminin tartışılmasına neden olan 'belge'nin MGK'de ele alınması ve ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye'de hala askerin etkin bir şekilde söz sahibi olduğunu ve sivil bir iradenin gelişmediğini gösteriyor.
'İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın 12 Haziran'da kamuoyuna yansımasıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Belge hükümet ve ordu cephesinde önemli açıklamalara ve görüşmelere neden olduğu kadar, Türkiye'deki rejimin gerçeği konusunda önemli sonuçları da bir kez daha açığa çıkardı.
Belgenin Genelkurmay Başkanlığı'nda hazırlandığının ortaya çıkması üzerine Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bizzat kameraların karşısına geçerek sert ve tehditkar açıklamalarda bulundu ve belgenin orduya ait olmadığını savundu. 'Kağıt parçası' olarak nitelendirdiği belge üzerinden orduya karşı 'asimetrik psikolojik harekat'ın yürütüldüğünü ileri sürdü. Ardından askeri savcılığın belgeyle ilgili yürüttüğü soruşturmada belgenin gerçek olmadığının görüldüğünü iddia etti. Başbuğ, bütün bu açıklamalardan sonra 'belgenin gerçek olup olmadığını değil, kimler tarafından ne maksatla orduya karşı düzenlendiğinin açığa çıkarılması' için 'sivil savcıların' harekete geçmesini istedi. Bu açıklamalarla, darbeci gelenek savunulduğu gibi; askerin hiçbir konuda hesap vermeyeceği, aksine söyledikleri her şeyin mutlak doğru kabul edilip ona göre hareket edilmesi ve savcılar dahil herkesin bu 'talimatlar' doğrultusunda harekete geçmesi gerektiği sonucu da ortaya çıkıyor. Bunun anlamı ise, ordunun vesayet rejimini sürdürmeye kararlı olduğudur.
Nitekim Başbuğ'un bu açıklamalarından sonra konu MGK gündemine getirilerek, asıl politika burada belirlendi. MGK, askerin etkin söz hakkına sahip olduğu, sivillerin ise, buradan çıkan sonuçlara uymak zorunda kaldığı, anti-demokratik bir kurum. Başbuğ'un günler öncesinden konuyu MGK'ye taşıyacağını açıklaması, MGK'de konunun saatlerce tartışılması ve ortaya çıkan sonuçlar, bu anti-demokratik kurumun rolünü gösteriyor. Konu 7.5 saat MGK'de, 1.5 saat ise MGK sonrasında yapılan toplantıda ele alındı. Birkaç cümlelik MGK sonuç bildirisinde ise, 'ordunun yıpratılmasına yönelik beyan ve yayınların faydasız olduğu' yazıldı.
Bu arada MGK gündemine taşınan bir diğer konu ise, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasanın Meclis'ten geçirilmesi konusuydu. Ordu bu düzenlemeyi de kabul etmeyeceğini (dolayısıyla hiç kimsenin kendisine dokunamayacağını) açıktan dile getirerek, düzenlemenin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmesini ya da hükümetin düzenlemeyi geri çekmesini istedi. MGK sonrasında kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, bu yönde gelişmelerin olması bekleniyor. Yani askerin istediği bir düzenleme olacak.
MGK toplantısının yapıldığı saatlerde İstanbul'da da önemli gelişmeler yaşanıyordu. 'İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın altında imzası bulunan Albay Dursun Çiçek, Ergenekon savcıları tarafından sorgulandıktan sonra mahkemece tutuklandı. Bu bilginin MGK'ye bildirildiği ve askerlerin sert tepkisine neden olduğu kamuoyuna yansıdı. Zaten Çiçek, 24 saat bile geçmeden tekrar serbest bırakıldı.
Ordunun belgeyi MGK'ye taşıması, toplantı sonrasında istediği sonucu kamuoyuna yansıtması, askerlerin sivil mahkemede yargılanmasını öngören yasanın geri çekilmesine ilişkin tartışmalar ve Albay Çiçek'in hemen serbest bırakılması gibi gelişmeler, askerlerin vesayet rejiminin sürdürülmesindeki kararlılığını gözler önüne seriyor.
Hükümet 'Olur Paşam' diyor
Ordunun 'İrticayla Mücadele Eylem Planı'ndan sonra yaptığı sert açıklamalar ve MGK toplantısı sonrasında, özellikle Ergenekon soruşturmasıyla birlikte 'darbecileri yargıladığını', 'askeri vesayeti ortadan kaldırıp yerine sivil otoriteyi tesis ettiğini' ileri süren hükümetin tutumu ne oldu?
Birincisi; hükümet, belgenin ortaya çıkmasından sonra konuyu yargıya taşıyacağını açıklamış, ancak Başbuğ'un Başbakan Erdoğan'la görüşmesi ve kamuoyuna sert açıklamalar yapmasından sonra hükümetin tutumundan belli bazı değişikliklerin olduğu gözleniyor. En azından 'ordunun yıpratılmaması' ve 'devletin kurumlarının karşı karşıya getirilmemesi' yönünde hükümet yetkililerinden yapılan açıklamalar, hükümetin orduyu karşısına alıp, hesap sormayacağını, aksine ordunun sert tutumundan sonra uzlaşma yolunu seçtiğini gösteriyor.
İkincisi; uzlaşmanın da ötesinde hükümetin ordu karşısında ciddi anlamda geri adım attığı görülüyor. Bunun en bariz örnekleri ise, Albay Çiçek'in aynı gün içinde serbest bırakılması ve askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasanın MGK toplantısı sonrasında geri çekilerek askerin istediği bir biçimde yeniden düzenlenmesine ilişkin tartışmalar oluyor. Bu durum, sonuçları itibariyle olmasa da, bir bakıma Erbakan Hükümetinin 28 Şubat 1997'deki MGK toplantısında orduya teslim olması durumunu hatırlatıyor. Nitekim toplantının uzun sürmesi itibariyle de bu çağrışım oluşuyor.
Üçüncüsü; MGK toplantısı ve sonrasında ortaya çıkan tablo, hükümetin hiç de 'darbecileri yargılayan', 'sivil otoriteyi tesis eden' bir hükümet olmadığını gösteriyor. Bu lafların öteden beri Erdoğan hükümeti tarafından kamuoyunun istismar edilmesi amacıyla kullanıldığı, gerçekte pek de bir değerlerinin olmadığı anlaşılıyor. Bu durum aynı zamanda, orduya rağmen, Ergenekoncuların ve askeri vesayet rejiminin tamamen ortadan kaldırılmayacağına ilişkin kanıları güçlendiriyor.
Dördüncüsü; en önemli soru, 'Peki orduyla hükümetin esas uzlaşma noktası nedir?' sorusu oluyor. Bu sorunun yanıtı, son MGK toplantısının sonuç bildirisine de yansıyan 'PKK'yle mücadele' meselesi oluyor. Bildiride 'mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği' mesajı verilmişti. Bu cümle, son 30 yıldaki her MGK toplantısının sonuç bildirisinin klasik cümleleri arasında yer alsa da, günümüz itibariyle farklı bir açıdan değerlendirilmeyi hak ediyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Kürt sorunununda 'tarihi fırsat'tan ve 'iyi şeyler olacağı'ndan söz etmişti. Başbakan Erdoğan da Gül'e destek veren açıklamalarda bulunmuştu. Buna karşılık KCK'nin sorunun çözümüne imkan tanımak amacıyla 1 Haziran'a kadar uzattığı eylemsizlik kararı, daha sonra 15 Temmuz'a kadar uzatılmıştı. Kamuoyunda olumlu karşılanan ve hükümetten somut adım atması beklenen bir dönemde tekrar sahneye Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ çıkmış ve 'Arar, bulur, yok ederim' sözleriyle Kürt sorununda tasfiye amaçlı politikaların sürdürülmesi gerektiğini dillendirmişti. Bu açıklamalardan sonra hükümet ve Cumhurbaşkanı cephesindeki açıklamalar da bıçak keser gibi kesilmişti. 30 Haziran'daki MGK toplantısında ise, hükümet ve ordunun çözüm yerine çözümsüzlüğü sürdüren klasik imha ve inkar politikasında uzlaştığı görüldü. Bu gelişme 15 Temmuz öncesinde devletin 'iyi olmayan şeylere' karar verdiğini gösterirken, buna karşılık KCK'nin eylemsizlik kararını nasıl değerlendireceği ise merak ediliyor.
Yeni bir 4 Mayıs süreci mi?
Hükümet ile ordu arasında 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' üzerinden yaşanan tartışma ve sonrasında Kürt sorununda varıldığı gözlenen uzlaşma, 4 Mayıs 2007'de Dolmabahçe'deki Büyükanıt-Erdoğan görüşmesini hatırlatıyor. Bu görüşme öncesinde, Cumhurbaşkanı seçimleri tam anlamıyla krize neden olmuş, ordu 27 Nisan Muhtırası'nı yayınlamış ve nihayetinde erken seçim kararı alınmıştı. Bu gelişmeler üzerine son dönemlerde de 'neyin konuşulduğuna' ilişkin tartışmalarla gündeme gelen görüşme gerçekleştirilmişti. Görüşmeden sonra yaşanan gelişmeler ise, hükümet ile ordunun belli bir uzlaşmaya vardığını göstermişti. En önemli uzlaşma noktasını ise, Kürt sorunu oluşturmuştu. Nitekim sınırötesi tezkere çıkarılmış, operasyonlar gerçekleştirilmiş ve son 10 yılın en şiddetli çatışmaları yaşanmıştı. Yeni dönemde yaşanan tartışmalar ve ardından varılan uzlaşma, bir bakıma, çözüm tartışmalarının yaşandığı bu dönemde, 4 Mayıs görüşmesinden sonrasındaki sürecin benzerinin yaşanma ihtimalinin güçlü olduğunu gösteriyor.
Ahmet TURAN
Ozgür Gündem