Nazizmi ezen Kızıl Ordu ve direnen komünistlerdir!
Kızıl Ordu’nun faşizmi ezerek kazandığı zaferin 65’inci yıldönümü önümüzdeki günlerde kutlanacak. 20. yüzyılın en görkemli zaferlerinden birini insanlığa armağan eden Sovyet Kızıl Ordu’su, 19 Nisan-2 Mayıs 1945 tarihleri arasında cereyan eden “Berlin Muharebesi”nde Nazi ordularına nihai darbeyi indirmiş; Berlin’in bazı bölgelerinde çatışmalar devam etse de Nazi orduları 9 Mayıs’ta Kızıl Ordu’ya teslim olmuştu.
Orak-çekiçli kızıl bayrağı Brandenburg’un tepesine dikerek zaferini dünyaya ilan eden Kızıl Ordu, böylece İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na noktayı da koymuştu. Kızıl Ordu’nun zaferinden yaklaşık bir ay sonra Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak yüz binlerce insanı katleden ABD emperyalizmi, insanlığa karşı bu ağır suçu, savaş devam ettiği için değil, kapitalist/emperyalizmin yeni jandarması olduğunu dünyaya ilan etmek için işledi.
Atom bombasının Japon halkı üzerinde denenmesi, biten Nazizm barbarlığının yerini Amerikan emperyalizmi barbarlığının alacağını dünyaya gösterdi. Bir ay arayla geçekleşen bu iki olay, kapitalizm var oldukça barbarlığın ortadan kalkmasının olanaksız olduğunu gözler önüne sermişti.
Nazizm, kapitalist/emperyalizmin eseridir!
Alman burjuvazisi, 1929’da baş gösteren kapitalizmin derin krizinin bir devrime yol açmasını önlemek için faşist rejimi tercih etti. İtalya, Portekiz ve iç savaştan sonra İspanya da aynı yolu izlediler. Diğer Batı Avrupa ülkelerinde faşist yönetim başa geçmemişse, bu, ya toplumsal muhalefetin direnişini kıramadığından ya da koşullar bunu zorunlu kılmadığındandır. Yani faşist rejim, tüm Avrupa burjuvazisinin gönlünden geçen yönetim biçimiydi. Bu tarihsel olgu, faşizmin kapitalizmin özbeöz çocuğu olduğunu o dönemden kanıtlamıştı.
Başında Hitler’in bulunduğu emperyalist Alman rejiminin Sovyetler Birliği’ne saldırması hem Avrupa’da hem Atlantik’in ötesindeki ABD ve Kanada’da sevinçle karşılandı. Zira dünyada işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarda olduğu tek ülke olan Sovyetler Birliği’nin yıkılması, kapitalist/emperyalist güçlerin arzusuydu.
1944 yılının yaz aylarına kadar Naziler’e karşı ikinci cephe açmaktan kaçınan ABD-İngiltere ikilisi, faşist Alman ordularının Moskova’yı işgal edip, Sovyet yönetiminin yıkılmasını dört gözle beklediler. Ancak bu beklenti kursaklarında kaldı. Zira Ruslar, Kazaklar, Ukraynalılar, Özbekler, Türkmenler, Beyaz Ruslar ve Kafkas halkları, Kızıl Ordu saflarında kenetlenerek destansı bir savaş yürütüyorlardı. Naziler’in işgal ettiği bölgelerde ise, yaygın bir gerilla hareketi örgütleyen Sovyet halkları, işgalcilerin ikmal yollarına etkili darbeler indirebiliyorlardı.
Nazileri Sovyet yönetimine, Hitler’i Stalin’e tercih edeceklerini gizlemeyen ABD-İngiltere ikilisi, ancak Kızıl Ordu’nun tüm Sovyet topraklarını kurtarıp, Berlin’e doğru ilerleyişe geçince, Normandiya çıkarmasını başlattılar. Burada amaç faşizme karşı savaşmak değil, Avrupa’da direnen komünistlerin Kızıl Ordu’nun da desteğiyle Avrupa’nın önemli bir bölümünde yönetimi ele geçirmesini önlemekti. Nitekim ikinci cephenin açılmasının üzerinden bir yıl geçmeden Kızıl Ordu doğrudan Berlin’e girdiğinde, ABD ordusu da Batı Berlin’e girmişti.
ABD ile İngiltere emperyalistlerinin Hitler ve Naziler’i “kendilerinden” görmeleri hem doğal hem isabetlidir. Zira onların tümü aynı dünyaya, kapitalist barbarlık dünyasına aittiler. Oysa Sovyetler Birliği o zaman karşıt dünyayı, büyük sosyalist Ekim Devrimi’yle kurulan ilk sosyalist işçi-emekçi iktidarını temsil ediyordu.
Tarihi çarpıtma girişimleri kapitalizmi aklayamaz!
Faşizme karşı kazanılan zaferde Kızıl Ordu ve komünistlerin rolünü yok saymaya çalışan batılı emperyalistlerin tarihi çarpıtma girişimleri sürüyor. Bu girişimlerin en iğrenç olanı, bir süre önce Avrupa Parlamentosu’nun faşistlerle komünistleri aynı kefeye koyan bir öneriyi kabul etmesidir. Nazi artıklarının torunları tarafından alınan bu karar, ne Kızıl Ordu’nun ne komünistlerin şanlı direnişini gölgeleyebilir. Bu, ancak sözkonusu kararı alma ihtiyacı duyan Avrupa burjuvazisinin temsilcilerinin, alınlarına sürülen faşizm lekesinden kurtulma çırpınışı sayılabilir. Oysa hiçbir bir girişim onları bu lekeden kurtaramaz. Çünkü onlar, faşizme analık eden kokuşmuş bir dünyanın, kapitalist barbarlık dünyasının temsilcileri olma talihsizliğine uğramışlar bir kere. Dolayısıyla kapitalist emperyalizmin temsilcileri, sistemleri tarihin çöplüğüne atılana kadar bu kara lekeyi alınlarında taşıyacaklardır.
Faşizmin üstesinden Sovyet halkları,
Kızıl Ordu’nun faşizmi ezerek kazandığı zaferin 65’inci yıldönümü önümüzdeki günlerde kutlanacak. 20. yüzyılın en görkemli zaferlerinden birini insanlığa armağan eden Sovyet Kızıl Ordu’su, 19 Nisan-2 Mayıs 1945 tarihleri arasında cereyan eden “Berlin Muharebesi”nde Nazi ordularına nihai darbeyi indirmiş; Berlin’in bazı bölgelerinde çatışmalar devam etse de Nazi orduları 9 Mayıs’ta Kızıl Ordu’ya teslim olmuştu.
Orak-çekiçli kızıl bayrağı Brandenburg’un tepesine dikerek zaferini dünyaya ilan eden Kızıl Ordu, böylece İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na noktayı da koymuştu. Kızıl Ordu’nun zaferinden yaklaşık bir ay sonra Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atarak yüz binlerce insanı katleden ABD emperyalizmi, insanlığa karşı bu ağır suçu, savaş devam ettiği için değil, kapitalist/emperyalizmin yeni jandarması olduğunu dünyaya ilan etmek için işledi.
Atom bombasının Japon halkı üzerinde denenmesi, biten Nazizm barbarlığının yerini Amerikan emperyalizmi barbarlığının alacağını dünyaya gösterdi. Bir ay arayla geçekleşen bu iki olay, kapitalizm var oldukça barbarlığın ortadan kalkmasının olanaksız olduğunu gözler önüne sermişti.
Nazizm, kapitalist/emperyalizmin eseridir!
Alman burjuvazisi, 1929’da baş gösteren kapitalizmin derin krizinin bir devrime yol açmasını önlemek için faşist rejimi tercih etti. İtalya, Portekiz ve iç savaştan sonra İspanya da aynı yolu izlediler. Diğer Batı Avrupa ülkelerinde faşist yönetim başa geçmemişse, bu, ya toplumsal muhalefetin direnişini kıramadığından ya da koşullar bunu zorunlu kılmadığındandır. Yani faşist rejim, tüm Avrupa burjuvazisinin gönlünden geçen yönetim biçimiydi. Bu tarihsel olgu, faşizmin kapitalizmin özbeöz çocuğu olduğunu o dönemden kanıtlamıştı.
Başında Hitler’in bulunduğu emperyalist Alman rejiminin Sovyetler Birliği’ne saldırması hem Avrupa’da hem Atlantik’in ötesindeki ABD ve Kanada’da sevinçle karşılandı. Zira dünyada işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarda olduğu tek ülke olan Sovyetler Birliği’nin yıkılması, kapitalist/emperyalist güçlerin arzusuydu.
1944 yılının yaz aylarına kadar Naziler’e karşı ikinci cephe açmaktan kaçınan ABD-İngiltere ikilisi, faşist Alman ordularının Moskova’yı işgal edip, Sovyet yönetiminin yıkılmasını dört gözle beklediler. Ancak bu beklenti kursaklarında kaldı. Zira Ruslar, Kazaklar, Ukraynalılar, Özbekler, Türkmenler, Beyaz Ruslar ve Kafkas halkları, Kızıl Ordu saflarında kenetlenerek destansı bir savaş yürütüyorlardı. Naziler’in işgal ettiği bölgelerde ise, yaygın bir gerilla hareketi örgütleyen Sovyet halkları, işgalcilerin ikmal yollarına etkili darbeler indirebiliyorlardı.
Nazileri Sovyet yönetimine, Hitler’i Stalin’e tercih edeceklerini gizlemeyen ABD-İngiltere ikilisi, ancak Kızıl Ordu’nun tüm Sovyet topraklarını kurtarıp, Berlin’e doğru ilerleyişe geçince, Normandiya çıkarmasını başlattılar. Burada amaç faşizme karşı savaşmak değil, Avrupa’da direnen komünistlerin Kızıl Ordu’nun da desteğiyle Avrupa’nın önemli bir bölümünde yönetimi ele geçirmesini önlemekti. Nitekim ikinci cephenin açılmasının üzerinden bir yıl geçmeden Kızıl Ordu doğrudan Berlin’e girdiğinde, ABD ordusu da Batı Berlin’e girmişti.
ABD ile İngiltere emperyalistlerinin Hitler ve Naziler’i “kendilerinden” görmeleri hem doğal hem isabetlidir. Zira onların tümü aynı dünyaya, kapitalist barbarlık dünyasına aittiler. Oysa Sovyetler Birliği o zaman karşıt dünyayı, büyük sosyalist Ekim Devrimi’yle kurulan ilk sosyalist işçi-emekçi iktidarını temsil ediyordu.
Tarihi çarpıtma girişimleri kapitalizmi aklayamaz!
Faşizme karşı kazanılan zaferde Kızıl Ordu ve komünistlerin rolünü yok saymaya çalışan batılı emperyalistlerin tarihi çarpıtma girişimleri sürüyor. Bu girişimlerin en iğrenç olanı, bir süre önce Avrupa Parlamentosu’nun faşistlerle komünistleri aynı kefeye koyan bir öneriyi kabul etmesidir. Nazi artıklarının torunları tarafından alınan bu karar, ne Kızıl Ordu’nun ne komünistlerin şanlı direnişini gölgeleyebilir. Bu, ancak sözkonusu kararı alma ihtiyacı duyan Avrupa burjuvazisinin temsilcilerinin, alınlarına sürülen faşizm lekesinden kurtulma çırpınışı sayılabilir. Oysa hiçbir bir girişim onları bu lekeden kurtaramaz. Çünkü onlar, faşizme analık eden kokuşmuş bir dünyanın, kapitalist barbarlık dünyasının temsilcileri olma talihsizliğine uğramışlar bir kere. Dolayısıyla kapitalist emperyalizmin temsilcileri, sistemleri tarihin çöplüğüne atılana kadar bu kara lekeyi alınlarında taşıyacaklardır.
Faşizmin üstesinden Sovyet halkları,
Kızıl Ordu ve komünistler geldi!
Alman emperyalizminin başını çektiği faşist güçler, hem doğu hem batı Avrupa’yı işgal etmiş, kanalın ötesindeki İngiltere ile savaşıyordu. Bu geniş alanda savaşan Hitler orduları aynı zamanda Moskova kapılarına da dayanmıştı. Hitler, Avrupa’daki tüm cephelerde 69 tümen kullanırken, Sovyetler Birliği’ne karşı 279 tümeni seferber etmişti. Bu tablo, Nazilerin faşist ordularıyla esas olarak kimlerin savaştığını ortaya koyuyor.
Sovyetler Birliği’nde amansız bir savaş sürerken batı ve doğu Avrupa devletleri, kayda değer tek bir direniş göstermeden Hitler’in kuklaları olmayı kabul ettiler. Sovyetler Birliği dışında faşizme karşı direnen tek güç komünistlerdi. Sovyet halkları ise sadece Kızıl Ordu ile değil, topyekûn bir direniş içindeydi. Stalingrad Direnişi, Kızıl Ordu ile bütünleşen Sovyet halklarının tutumuna örnektir. Bir milyon Sovyet insanının hayatını kaybettiği bu muazzam direnişte, kentteki 46 bin binadan 41 bini yerle bir oldu.
Almanya 330 bin kişilik vahşi bir orduyla saldırmıştı Stalingrad’a. Halk ve Kızıl Ordu ise her sokakta ev ev, oda oda bir direniş örgütleyerek Nazi orduları için sonun başlangıcı olan darbeyi indirdi. 900 gün boyunca kuşatma altında kalan Leningrad ise, son derece kıt olanaklara rağmen sonuna kadar direnerek, Nazi ordularının şehre girişini önlemişti.
Avrupa’da direnen tek güç olan komünistler ise, kıta halklarının onurlarını kurtardılar. Sadece Fransa’da 80 bin şehit veren komünistler, Nazi orduları ve işbirlikçilerinin Avrupa’da rahat gezmelerini önleyerek, egemen sınıfları ve onların devletleri teslim olsa da, halkların teslim olmayacağını kanıtladılar.
Halkları faşizm belasından kurtaran Kızıl Ordu ve komünistler, en güçlü, en donanımlı, en vahşi emperyalist gücün bile ezilebileceğini Berlin’e kızıl bayrağı dikerek kanıtladılar. Buna rağmen insanlık ne Nazizm’den ne faşizmden nihai olarak kurtulabildi. Zira faşizmin anası kapitalizmin egemenliği halen sürüyor.
Irkçılık ve faşizmin her türünden arınmış bir dünya, ancak kapitalizmden arınmış bir dünyada mümkündür. Bu dünyayı kurmak için esas olan ise Nazizmi ezen Kızıl Ordu ve komünistlerin kararlılığı ile direnmektir. Ancak bu mücadeleyi faşizm karşıtlığı ile sınıflama hatasına düşmeden, yok edilmesi gereken esas belanın kapitalizm olduğunu bir an bile unutmadan…
Alman emperyalizminin başını çektiği faşist güçler, hem doğu hem batı Avrupa’yı işgal etmiş, kanalın ötesindeki İngiltere ile savaşıyordu. Bu geniş alanda savaşan Hitler orduları aynı zamanda Moskova kapılarına da dayanmıştı. Hitler, Avrupa’daki tüm cephelerde 69 tümen kullanırken, Sovyetler Birliği’ne karşı 279 tümeni seferber etmişti. Bu tablo, Nazilerin faşist ordularıyla esas olarak kimlerin savaştığını ortaya koyuyor.
Sovyetler Birliği’nde amansız bir savaş sürerken batı ve doğu Avrupa devletleri, kayda değer tek bir direniş göstermeden Hitler’in kuklaları olmayı kabul ettiler. Sovyetler Birliği dışında faşizme karşı direnen tek güç komünistlerdi. Sovyet halkları ise sadece Kızıl Ordu ile değil, topyekûn bir direniş içindeydi. Stalingrad Direnişi, Kızıl Ordu ile bütünleşen Sovyet halklarının tutumuna örnektir. Bir milyon Sovyet insanının hayatını kaybettiği bu muazzam direnişte, kentteki 46 bin binadan 41 bini yerle bir oldu.
Almanya 330 bin kişilik vahşi bir orduyla saldırmıştı Stalingrad’a. Halk ve Kızıl Ordu ise her sokakta ev ev, oda oda bir direniş örgütleyerek Nazi orduları için sonun başlangıcı olan darbeyi indirdi. 900 gün boyunca kuşatma altında kalan Leningrad ise, son derece kıt olanaklara rağmen sonuna kadar direnerek, Nazi ordularının şehre girişini önlemişti.
Avrupa’da direnen tek güç olan komünistler ise, kıta halklarının onurlarını kurtardılar. Sadece Fransa’da 80 bin şehit veren komünistler, Nazi orduları ve işbirlikçilerinin Avrupa’da rahat gezmelerini önleyerek, egemen sınıfları ve onların devletleri teslim olsa da, halkların teslim olmayacağını kanıtladılar.
Halkları faşizm belasından kurtaran Kızıl Ordu ve komünistler, en güçlü, en donanımlı, en vahşi emperyalist gücün bile ezilebileceğini Berlin’e kızıl bayrağı dikerek kanıtladılar. Buna rağmen insanlık ne Nazizm’den ne faşizmden nihai olarak kurtulabildi. Zira faşizmin anası kapitalizmin egemenliği halen sürüyor.
Irkçılık ve faşizmin her türünden arınmış bir dünya, ancak kapitalizmden arınmış bir dünyada mümkündür. Bu dünyayı kurmak için esas olan ise Nazizmi ezen Kızıl Ordu ve komünistlerin kararlılığı ile direnmektir. Ancak bu mücadeleyi faşizm karşıtlığı ile sınıflama hatasına düşmeden, yok edilmesi gereken esas belanın kapitalizm olduğunu bir an bile unutmadan…