Wall Street Journal, Türkiye’nin dış politikasını değerlendirdi.
Türkiye; AKP iktidarı altında zenginleşirken, İslami eğilimli hükümet ile laik düzen arasındaki kavga, sonu tahmin edilmesi zor bir yola giriyor...
Amerikan basının önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal, Türkiye'nin dış politika ilişkilerini değerlendirdi..
Türkiye hakkında en değer verilen çalışmalardan biri olan “The Emergence of Modern Turkey” (Modern Türkiye’nin Doğuşu) adlı bir kitabı da bulunan Lewis, Mustafa Kemal tarafından kurulan laik cumhuriyetin 10 yıllık bir süre içinde İran İslam Cumhuriyeti’ne benzeyebileceğini belirtti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2002’den bu yana Türkiye’nin dış politikasında çok büyük değişikliklere gitti. İsrail’in Suriye ve İran ile bu ülkelerin desteklediği terörist gruplara karşı Türkiye’yle stratejik ortak olduğu günler geride kaldı. ABD’nin bir zamanlar Sovyetler Birliği’nden Saddam Hüseyin’e kadar tüm düşmanlarına karşı Türkiye’ye bir savunma duvarı olarak güvendiği günlerin de sonu geldi.
Erdoğan'ın Esad'la mükemmel bir ilişkisi var
Bugün, Erdoğan’ın “kardeşim” dediği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la mükemmel bir ilişkisi var, İsrail’i Gazze’de gösterdiği “vahşet” yüzünden suçluyor, Hamas’la diplomatik bir bağ kurdu ve Sudan’ın soykırımla suçlanan hükümetiyle güzel ilişkiler oluşturdu. Erdoğan ayrıca, yolsuzluk karıştığı iddia edilen seçimlerin ardından tekrar göreve gelen İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ı da ilk tebrik eden yabancı liderler arasındaydı. ABD Başkanı Barack Obama’nın yoğun ısrarlarına rağmen, Türkiye’nin 10 milyar dolarlık ticari ilişkisi bulunan İran’a uygulanmak istenen yeni yaptırımlarda oy kullanmayı reddeden Erdoğan, Dışişleri Bakanlığı’nın Ermenistan ile düzeltmeye çalıştığı ilişkileri de sabote etti.
Değişimler iç politik devrimin yansımaları
Dış politikada görülen değişimler, Türkiye’nin iç politik düzenlemelerindeki devrimin yansımaları. Laikliğin büyük destekçisi olan ordu Erdoğan hükümetinin saldırısı altında. Geçen hafta parlamentonun kabul ettiği referandumdan evet çıkması halinde laik düzenin bir diğer savunucusu olan yüksek mahkemeler kontrol altına alınabilecek. Bir de ABD’nin Türk halkının gözündeki yerinin hiç olmadığı kadar aşağıda olduğunu da unutmamak gerek.
Kendilerini kandırıyor olabilirler
Tüm bu gelişmeler Profesör Lewis’in yaptığı uyarıyı fazlasıyla destekliyor. O zaman neden aralarında laikler ve geleneksel liberaller de bulunan bir grup Türk Erdoğan’ın getirdiği değişikliklerden rahatsız olmuyor? Bunun bir cevabı “kendilerini kandırıyorlar” olabilir: Liberaller, İran İslam Devrimi’nde de ön safta yer almışlardı. Ancak ilerleyen dönemde hepsi Ayetullah Ali Hamaney tarafından acımasızca kenara itildi. Ancak bu durum Türkiye için pek inandırıcı değil.
Bir diğer akla yakın sebep, AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin uğradığı ekonomik dönüşüm. 1997’de yüzde 99 olan enflasyonu bugün tek haneli rakamlara çeken Türkiye için Goldman Sachs yüzde 7’lik büyüme bekliyor. Bu performansla Türkiye eğer Avrupa Birliği (AB) üyesi olsaydı Avrupa’nın 2010’da en çok büyüme gösteren ülkesi olacaktı.
Fayda sağlayanların başında
Bu dönüşümlerden fayda sağlayanların başında, Ak Parti’nin siyasi tabanındaki İslami burjuva sınıfı oldu. Eskiden ülkenin laik siyasetçileri ve iş dünyası elitleri tarafından kenara atılan bu sınıf, kızlarının hem üniversiteye gitmesini hem de başörtüsü takmasını istiyor. Diğer yandan, bu insanlar seçtikleri bir hükümet tarafından yönetilmek, atanmışların “derin devleti” ya da ülkede laikliği korumak için demokrasiyi ve refahı kurban eden çıkarcı memurlar, yargıçlar ve bürokratlar tarafından yönetilmek istemiyor.
Türkiye adına çelişkili olan sonuç, ülkenin daha zengin ve (bazı bakımlardan) daha demokratik hale geldikçe, Batı’ya özgü bazı özelliklerini bırakması. Erdoğan’ın nahoş komşularına olan düşkünlüğü şüphesiz kendi içgüdüleri, ideolojisi ve egosundan kaynaklanıyor. Ancak Erdoğan’ın tavrı aynı zamanda Türkiye’nin kendi bölgesinde daha fazla yabancı kalmasını istemeyen halkın hislerini yansıtıyor.
En önemli soru
En önemli soru, bu durumun nereye kadar gideceği. Erdoğan’ın iç politikadaki bazı güç oyunları Türkiye’de de “Putincilik” akımının yayılmaya başladığının işaretini veriyor. Henüz Türkiye’nin İsrail’e tamamen yabancılaştığını söyleyemeyiz ancak İran’a yönelik bir İsrail saldırısı son noktayı koyabilir. En önemlisi, Erdoağan’ın İslamcılık damgası sosyal ve siyasi hedefleri içinde ılımlı bir düzeyde mi kalacak yoksa agresif ve radikal bir görünüme mi bürünecek? Bu sorunun cevabını tahmin etmek ne kadar güçse, olasılıklar hakkında endişe duymamak o kadar çılgınca olacaktır.