11 Mayıs 2009 Pazartesi

Ahmet Altan ya da zalimlerin baladı…

“Kırk yaşında.

“Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, İngilizce biliyor, gazetecilik yapmış, hamamlar üstüne epeyce lirik bir kitap yazmış. (…) Telsizden polise sesleniyor. ‘Ben bugün öleceğim.’

“Ölümü böylesine kararlı şekilde göze almasının nedeni ne? Kendi sözlerine göre, ‘kardeşlik’.

Değişik bir insan portresi bu. Duygularını ve düşüncelerini bizim gibi sıradan insanların kolayca kavrayamayacağı biri.

“Ölmeye ve öldürmeye bu kadar yakın durmasını, gözünü kırpmadan insanları öldürebilmesini, ölüme bu kadar kararlı şekilde gitmesini ve orada yaşanacak facianın dünyaya ‘kardeşlik’ getireceğine inanmasını açıklayabilmek zor.

“Hayatının bir yerinde bilemediğimiz bir kırılma yaşamış ve ‘kitap yazarı’ kendisi de dâhil kimseye acımayan silahlı bir eylemciye dönüşmüş.

“Üstelik, henüz belgeleri ortaya çıkmayan bazı iddialara göre Ergenekon sanıklarıyla da ilişkisi var.”

Yukarıdaki satırlar 28.4.2009 tarihli ve Ahmet Altan’a ait. Yazar ve gazeteci… İstihbaratçı ve “akademisyen” polislerin de köşe yazarlığı yaptığı Taraf gazetesinin kurucu genel yayın yönetmeni.

Konu ettiği kişi ise, 27 Nisan 2009 günü İstanbul Bostancı’da evine baskın yapan polise teslim olmayan ve girdiği çatışma sonucu hayatını kaybeden “Devrimci Karargâh” isimli örgütün yöneticilerinden Orhan Yılmazkaya…

Ahmet Altan için bu olay ve kişi önemli değil aslında. Yaşananlar her fırsatta devrimcilik fikrine saldıran Altan için sadece bir fırsat oluşturuyor.

Bu nedenle yaşanan olayın ötesinde, Ahmet Altan’ın yazdıklarını ve içindeki tuhaf kini artık ele almak gerekiyor. Ahmet Altan çok önemli olduğu için değil, liberalizmin tanrısına secde eden bir kesimin aklından geçenleri pervasızca ifade ettiği için tartışmak gerekiyor.

Orhan Yılmazkaya’nın sözlerini ve olayın gelişimini çarpıtması bir yana, Ahmet Altan insanın bir dava ve inandığı değerler uğruna kendisini feda etmesini anlamadığını söylüyor.

Peki, anlama çabası var mı? Hayır…

Sen anlayamazsın Ahmet Altan… Sen devrimcilik nedir, devrimciler nasıl insanlardır, kimlere devrimci denir, sosyalizm nasıl bir şeydir anlayamazsın.

Çünkü senin gibilerin hayatı boyunca hiçbir davası olmadı.

Çünkü sen ve senin gibiler hiçbir şey için kendini feda etmeyi düşünmedi.

Sen anlayamazsın Ahmet Altan, bir devrimcinin teslim olmayı reddetmesini, direnmesini, yaşamı tutkuyla sevdiği halde gerektiğinde ölüme gitmesini.

Çünkü sen her zaman egemenlerin, zalimlerin, emperyalistlerin, sermayenin çıkarlarını çok “özgürlükçü” ve çok “demokratik” nedenlerle savundun.

Sen anlayamazsın Ahmet Altan… Çünkü sen hiçbir zaman sosyalist hareketin organik bir parçası olmadın, olamadın… Ve bu nedenle hep derin bir kompleks içinde yaşadın.

Bireyci ve hedonist olmakla, birey, dahası “toplumsal birey” olmak arasındaki farkı da hiçbir zaman anlamadın.

O nedenle şaşkınsın.

Kırk yaşında, iyi eğitim görmüş, çevirileri olan, kitap yazan, gazetecilik yapan, spesifik bir konu hakkında lirik incelemeleri bulunan bir insanın, ancak hayatının “bir yerlerinde bir kırılma” yaşaması halinde kendisini bir dava uğruna feda edebileceğini sanıyorsun. Böyle sanıyorsun çünkü, tersi kafandaki Freudyen şablona uymuyor.

Ve bu nedenle dava insanlarıyla her karşılaştığın zaman, durumu kendinden menkul bir anlayışla hep “ruh hastalığı” olarak gördün ve açıkladın. Başka türlü düşünemezdin. Tahmin etmek hiç zor değil; çünkü gerçekliği anlamaya çalıştığın her durumda kafandaki bütün sistematik çökecekti. Dünyaya bakışını, hazcı hayat anlayışı ve tarzını başka türlü açıklamakta güçlük çekecektin.

Sen 12 Eylül sonrasında da olan biteni anlayamamıştın. Bu nedenle yazdığın romanda (Sudaki İz) bütün devrimcileri birer ruh hastası olarak çizmiştin. Ve bütün bir tarihsel ve sosyolojik süreci hastalıklı bir takım insanların eylemleriyle açıklamaya çalışmıştın. Tıpkı 12 Eylül generalleri ve Amerikan para-psikoloji ekolünden gelen ve askeri hapishanelerde devrimciler üzerinde araştırma yapmaya kalkışan “uzmanlar” gibi…

Devrimcilik seni rahatsız ediyor. Vicdan azabı gibi… Derin bir bilinç, bilimsel bilgi, insanlığa, topluma, dünyaya ve bu ülkeye güçlü bir bağlılık senin uykularını kaçırıyor. Buna inanamıyorsun.

O nedenle, böyle insanları hemen yargılıyor ve mahkûm etmeye çalışıyorsun. Üstelik bu “yargısız infazı” bir tür liberal “solculuk” adına yaptığını da ima ediyorsun.

Hemen polis istihbaratının yaydığı kirli bilginin üzerine atlıyor ve Bostancı’da öldürülen devrimcinin “Ergenekoncu” olduğunu ilan ediyorsun. Çünkü seni doğruluyor bu kirli bilgi… Ruhundaki huzursuzluğu gideriyor. Devrimcilik her lekelendiğinde rahatlıyorsun. Senin için devrimcilik Ergenekoncu ya da darbeci olmak anlamına geliyor.

Bu nedenle yönettiğin gazetede Deniz Gezmiş ve bütün bir devrimci kuşağı milliyetçi, hatta ırkçı ve Ergenekoncu ilan ediyorsun.

Şöyle yazıyorsun:

“Girdiği çatışmada ölmeden önce ‘onların izinden gidiyorum’ dediği isimler ise ‘solcu’ olarak tanınan isimler, bir ‘solcu’ neden bir generalin darbe yapabilmesi için çalışan bir örgütle işbirliği yapıp ölür ve öldürür?”

Orhan Yılmazkaya’nın “onların izinden gittiğini” söylediği kişiler Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya… Tıpkı daha önce binlerce devrimcinin, sosyalistin yaptığı gibi… Ama Ahmet Altan hükmünü vermiş; onlar da darbeci zaten… Solculukları ise tırnak içinde, yani tartışmalı… Bostancı’da teslim olmayan devrimci ise darbeci generallerle işbirliği yapıyor. Bu konuda tartışma bile yok!

Elinde hangi kanıt var Ahmet Altan? İnsan aklının ve mantığın sınırlarını zorlayarak nereden varıyorsun bu sonuca? Bostancı’daki olay üzerinden bütün çağların devrimci kuşaklarına, insanlığın vicdanına saldırdığının farkında mısın?

İnsafsızsın Ahmet Altan…

Zalim ve sevgisizsin.

İnandığı değerler ve bir dava için kendini feda edebilen insanların ancak “kandırılmış” olabileceğini düşünüyorsun. Şöyle devam ediyorsun yazına:

“Böyle büyük altüstlerin yaşandığı dönemlerde insanlara ‘bunaltıcı’ gelen hayatın ‘bireysel terörü’ kışkırttığı bilinen bir gerçek (…) Bu tür insanları bulup onları eylemlere sevk etmekte mahir birilerinin, bu ‘ölüme yakın, hayata uzak’ çaresizleri kışkırtmaları kolay kolay bitmeyecek.”

Bilimsel kuşkuculuk ve eleştirel akıldan çok uzaksın. Felsefi anlamda cahil, düz anlamıyla küstahsın Ahmet Altan.

Çünkü hiçbir “kışkırtmanın” ya da “insanları kandırmakta mahir birilerinin” hiçbir çabasının hiçbir zaman hiç kimseyi teslim olmayı reddetmeye ve böyle bir direnişe sevk etmeye yetmeyeceğini bilmiyorsun. Aklın bunu almıyor. Dahası…

Korkaksın Ahmet Altan…

O nedenle Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarını, idam sehpasının önündeki Deniz Gezmişleri ve işkence altındaki İbrahim Kaypakkaya’yı da hiç anlayamayacaksın. Tıpkı Spartaküs’ü ve Şeyh Bedrettin’i anlamadığın gibi…

İşi kolayca bitiriyorsun; bütün olan biteni “insanlara bunaltıcı gelen hayatın bireysel terörü kışkırtması” şeklinde basitçe açıklıyorsun. Burjuva psikolojisinin tezlerine çok güveniyor ve fakat insanları da aptal sanıyorsun.

Bırak iktisadı, sosyolojiyi ve felsefeyi, basit bir tarih coğrafya bilgisinden bile yoksunsun.

Tarihin işleyiş ve toplumların gelişme yasalarından haberin olmadığı gibi, aktüel olanı da anlamıyor, örneğin küreselleşmeyi enternasyonalizm sanıyorsun. Kapitalizmi mutlak ve ebedi bir sistem, demokrasiyi sınıflar üstü bir rejim ve insanlığın nihai tecrübesi olarak görüyorsun.

Bunları bilmemek ayıp değil, insan öğrenebilir. Ayrıca herkesin bilmesi de gerekmiyor.

Ama sol’a akıl vermeye çalışman ve devrimcileri hizaya sokmaya kalkışman var ya…

Artık çekilmiyorsun Ahmet Altan.

Merdan Yanardağ
sol.org.tr / 08.05.09