Ülkemizde kişi başına düşen bilgisayar sayısından emin değilim ama mayın sayısı resmen 982 bin 777. Yani anlayacağınız, 70 milyon nüfuslu ülkemizde zamanında her 70 kişi için bir mayın döşenmiş ülkemizde. Mağdurların resmi sayısı ise o kadar net değil. Malum, kayıt yetersizliği! Ama yine de en az 53 kişinin yaşamını yitirdiği 204’ünün ise sakat kaldığı kayıtlara düşmüş. İlk anda sınır bölgesi için döşetildiği duygusu verse de, kayıtlar bizi yanıltıyor. Sınır kenti olmayan Tunceli’de döşeli mayın sayısı 10 binin üzerinde. Yakılan, boşaltılan köyler de sonrasında nasibini almış. Örneğin Hakkari ve Şırnak’ta salt 1991-1992 yıllarında 152 bin mayından söz ediliyor. Yine 34 köy ve 148 mezra aynı illerde mayın ile çevrelenmiş.
Evet, mayından söz ediyoruz; maliyeti bir paket sigara fiyatına mayınlardan! Temizlenmesi ise hiç o kadar kolay değil. Her bir mayın için yaklaşık 1000 $ harcamak gerekiyormuş.
Ülkemizde anti-personel mayınlar ilk kez 1956-1959 yılları arasında döşenmiş. Gerekçe ise “yasal olmayan sınır geçişlerini önlemek”. Yıl 1950, yani cumhuriyet daha 30 yaşında. Yani mayın döşeme kararını alanlar, sınırın öte yanı ile doğum yıllarında aynı nüfus cüzdanına sahipler. Kendileri ve babaları aynı ülkenin vatandaşı olmuşlar. Peki sonrasında nedir bu kin?..
Bir bakıyorsunuz 33 kurşun, yani birer kuruştan 33 kuruş 33 canı alıyor bu ülkede. Ve aynı dönemlerde tanesi 3 “gavur parasından” yüz binlerce mayın döşeniyor. Ve Ahmet Arif, insanlık suçu işleyen Mustafa Muğlalı karşısında çaresiz. İnsanlık suçu şimdi aynı kette resmi bir ad. Ve yıllar sonrasında üç kuruşa bir kibrit, yine 33 canı alıyordu Sivas’ta ve yine devlet oradaydı; ne acı!..
Mayın denince hep para konuşulur oldu son yıllarda ülkemizde. Kaçakçılığı, yani yasal olmayan geçişleri önlemek için 50 yıl önce döşenen mayınlı alan, İsrailli şirkete verilmek isteniyor para adına. İnanalım mı?
Devlet, yurttaşlarını mayınla sınırlamanın özrünü onlara toprak kazandırarak telafi edebilir ancak. Bu noktada Sosyal Güvenlik Kurumu’nun uygulamalarına bakınca insanın moralinin bozulmaması mümkün değil. Olası mayın mağdurlarının da gereksinimi olan ortez-protez giderlerini önce hastaya ödettirip sonra geri alması için peşinden koşuşturtuyor. Ne acı!..
Tüm bu olumsuzluklara karşın ülkemizin de Ottowa Sözleşmesi’ni 2003 yılında imzalayarak taraf devlet olması umut verici. Dün yine mayın ve ölüm haberlerinin manşetleri süslediği ülkemizde umuda ihtiyacımız var. Umudu yeşertmenin temeli ise unutmamaktan geçiyor. Bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nin çabalarına ses vermek gerekiyor. TTB’nin web sayfasındaki ‘Kara Mayınları’ başlıklı yazı ve yıllar önce basılan ‘Savaş ve Sağlık’ konulu kitabı okumanızı öneririm.
DR.ZEKİ GÜL
Evrensel