3 Mayıs 2010 Pazartesi

Siz alamazsınız, biz veririz

Tayyip Erdoğan, 3 yıldır inatla engellemeye çalıştığı tablo gerçek olunca, Taksim meydanının yeniden 1 Mayıs'a açılmasını kendi lütufları olduğunu ilan etti. Başbakan, 1 Mayıs 2010’un “AKP iktidarının eseri” olduğunu söylese de meydandaki kalabalık AKP'yi huzursuz etti.

Anayasa gündemi üzerine dün yaptığı açıklamalarda 1 Mayıs kutlamalarına geniş yer ayıran Başbakan Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs 2010 için AKP’nin zemin hazırladığını iddia etti.

Emekçilerin AKP iktidarına karşı 3 yıllık mücadelesinin eserini “AKP’nin demokratikleşme çabalarının sonucu” gibi lanse etmeye çalışan Erdoğan, konuşmasında “Oradan bazıları şu anda nemalanmak istiyor, ‘kopara kopara aldık’, ‘şöyle yaptık, böyle yaptık’. Kimsenin kalkıp da bu iktidardan kopara kopara aldığı bir şey yok. Bunun böyle bilinmesini istiyorum” dedi.

“Zemini hazırlamanın mutluluğu içindeyiz”
Başbakan Erdoğan, açıklamasında sık sık 1 Mayıs 1977’ye göndermede bulundu. Taksim Meydanı’nda 32 yıl önce 1977’de yaşanan katliamın ardından, ilk kez bu alanın resmi kutlamaya ev sahipliği yaptığına işaret eden Erdoğan, AKP’ye pay biçmeye çalıştı.

Erdoğan, 1 Mayıs 2010’un, “Türkiye’nin nasıl değiştiğinin, olgunlaştığının, tabularını nasıl yıktığının, statükoyu nasıl aştığının, tahrik ve provokasyon korkularından nasıl sıyrıldığının, somut bir abidesi olduğunu” iddia ederek, AKP öncülüğünde devam eden ve anayasa değişikliğiyle tescillenmeye çalışılan gerici-liberal-piyasacı dönüşümü parlatmayı hedefledi.

Gerçek tablo böyle mi?
2010 yılında emekçileri Taksim'den uzak tutamayacağını anlayınca manevra yapan AKP hükümeti, geçtiğimiz 3 sene Taksim'i emekçilerden "korumak" için meydanı ablukaya almıştı.

Son üç yıldır 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak isteyen işçiler polisin şiddetine maruz kalmışlardı. Polis baskısının yanı sıra AKP hükümeti tarafından yapılan açıklamalarla "yasak" zihniyeti meşrulaştırılmaya çalışılmıştı. AKP'li yetkililerin yanı sıra AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan da "Ayaklar baş olursa kıyamet kopar" ifadelerini kullanmıştı.

3 yılın küçük bir bilançosu, AKP’nin “demokrasi mücadelesinin” aşamalarını gözler önüne seriyor:

- 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması yönünde ilk ciddi girişimin yapıldığı 2007’de, AKP hükümetinin kolluk güçleri başta Beşiktaş-Şişli-Taksim hattı olmak üzere tüm kenti etkisine alan bir polis terörü yaratarak hayatı felç etti. Çok sayıda kişi polis şiddeti nedeniyle yaralanırken, bine yakın kişi gözaltına alındı. Bir vatandaş, polisin kullandığı biber gazından ötürü yaşamını yitirdi. Hükümet, yine de emekçilerin Taksim’e çıkmasını engelleyemedi.

- Taksim’i işçilere açmama yönündeki ısrarını 2008’de de sürdüren hükümet, 1 Mayıs’ın hemen öncesinde gerilimi tırmandırmış, 1 Mayıs için Taksim çağrısı yapanlar hakkında bile suç duyurusunda bulunmuştu. DİSK Genel Merkezi başta olmak üzere pek çok yerde yoğun polis terörüne maruz kalan emekçiler, yine de Taksim’e çıkmayı başardı.

- İki yıl üst üste işçilerin Taksim’e çıkmasını engelleyemeyen hükümet, 2009 yılında “Taksim’de temsili tören” gibi bir öneriyle işçileri Taksim’den uzak tutacak bir orta yol bulmaya çalıştı. Ancak bunun kabul görmemesi üzerine şiddet kartını bir kez daha kullanan hükümet, pek çok yerde cop ve biber gazı kullanmaktan çekinmedi. Polisin iki TKP üyesini elleri bağlı biçimde boş bir araziye götürerek demir çubuklarla dövmesi güne damgasını vurdu.

Giderek meşruiyetini yitiren ve kamuoyu tarafından tepki duyulan polis müdahalelerinin işçileri engelleyememesi, hükümetin 2010’da Taksim’i açmak zorunda kalmasında önemli role sahip oldu.

Anayasa hesabı “tuzlu” çıktı
Hükümetin 1 Mayıs’ta Taksim’i kutlama alanı ilan etmesinin altında yatan bir diğer hesabı da Anayasa görüşmeleri oluşturuyordu.

Meşruiyetini yitiren polis müdahalelerinden vazgeçmek zorunda kalan hükümet, Taksim’i açarak “demokratikleşme” manzarası sunmayı ve anayasa değişikliği sürecinde desteğini arttırmayı hedefledi.

Öte yandan Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarına katılımın uluslararası basında ses getirecek denli yüksek olması ve katılımcılardan yükselen AKP karşıtı sloganlar hükümetin hesaplarını boşa çıkardı. Mitingde çıkan yegane “olay”ın, AKP ile anlaştığı düşünülen, TEKEL işçilerini ortada bırakan Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’yu hedef alması da AKP hesaplarını alt üst eden bir gelişme oldu. Kumlu'nun kürsüden inmesinden sonra konuşma yapan TEKEL işçisinin Kumlu yönetimini 1 Nisan günü TEKEL işçilerinin Ankara'ya girmemesi konusunda AKP ile anlaşmakla suçlamıştı.

1 Mayıs’ta Taksim Atatürk Anıtı’na çelenk koyan ve Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakan 9 AKP’li milletvekilinin giriştiği “1 Mayıs’ı maniple etme” çabaları da kadük kaldı. AKP milletvekilleri şovlarını basın önünde verdiler ancak bu da 1 Mayıs'a AKP'nin damga vurmasına yetmedi.

Erdoğan, bu yıl 1 Mayıs kutlamalarını 'demokratik açılım'ın içine yerleştirmek için birkaç hafta önceden "işçi dostu AKP" görüntüsü vermek için bir dizi girişimde bulunmuştu. Bunlardan biri, Erdoğan'ın "Anadolu'da işadamlarının nasıl daha fazla para kazanırım derken emek sömürüsü yaptıklarını, özellikle tekstil sektöründe acımasızlık yapıldığını, acımasızlığın kadınların istihdam edildiği yerlerde görüldüğünü" söyleyerek tekstil patronlarıyla girdiği polemikti.

Erdoğan ve kendisine her koşulda destek olan medya organları da Taksim'de 3 yıldır yaşananları unutturmak istercesine "32 yıllık tabunun yıkılması"ndan bahsetmeleri de dikkat çekti.

İstanbul'da Taksim dışındaki herhangi bir alanın 1 Mayıs alanı olarak kesinlikle kabul edilmeyeceği 1977 1 Mayıs'ının 30. yıldönümü olan 2007 yılında dillendirilmişti. Emek örgütleri ve siyasi partiler 2007'de 30. yılda "yeniden Taksim" derken, 2010'a kadar Taksim'i açmamakta inat eden AKP hükümeti, emekçilere Beykoz çayırını bile eylem yeri olarak göstermişti.