27 Kasım 2008 Perşembe

Bu ‘gemi’ ‘bizim gemi’ değil!

Krizin toplumsal yaşamın tüm alanlarını etki altına alması, bu etkilerin ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesi ve çeşitli sınıfların krizin etkilerini farklı biçimlerde ve değişen düzeylerde hissedip yaşamaları kaçınılmazdır. Kapitalizmin asalak-rantiye emperyalist ülkelerinde, egemen sınıflarla hükümetlerinin, ekonominin durgunluk ve düşüş eğilimine girdiğini açıklayarak uygulamaya koydukları “restorasyon/onarım/düzeltme önlemleri”ni, tüm toplumu yıkımdan kurtarmaya yönelik çabalar olarak göstermeleri -onları bağımlı ülkelerin iş birlikçi yönetimleri izlemekte gecikmediler- her şeyden önce bu ‘maddi kaçınılamazlık’ ile bağlıdır. Burjuvaziyle emrindeki politikacı-iktisatçı ve sosyologlar, kriz koşullarında izlenecek politikaları “tüm toplumun yararına kaçınılmazlıklar” olarak gösterirlerken, açık ki, sistemin, sömürülen, ezilen ve kriz koşullarında yıkıma daha fazla sürüklenen sınıf/sınıfların omuzları üzerinden, onların sırtından sürdürülmesini/yaşatılmasını hedefliyorlar. Mali sermayenin sözcüleri, ekonomi ile sosyal yaşam arasındaki ilişkilerin kriz koşullarında daha belirgin sonuçlar doğurduğunu, açıkça görülebilir hale geldiğini, bunun da sömürülen ve baskı altında tutulan emekçi kesimlerinin yaşamlarını sürdürebilme olanağıyla sermayeye karşı mücadele arasındaki koparılamaz dolaysız bağı görmelerinde rol oynadığını kuşku yok ki biliyorlar ve buna karşı önlem almaya çalışıyorlar. Onlar diğer yandan, krizle birlikte yaşanacak yıkımdan her kesime “bir pay düşeceği”ni de görmekte ve her bir tekelci işletme, holding vs. kriz koşullarının aşılması söz konusu olabilirse eğer, o durumda rakiplerinden daha ileride ve güçlü olarak pazar paylarını koruma ve artırmanın olanaklarını elde tutmak ya da yaratmak istemektedirler. Krizi ve etkilerini kabul etmeyen artık neredeyse yoktur. Aktüel somut sorun haline gelen krizin “nasıl atlatılacağı” ya da krizin etkileri karşısında kimin ne yapacağıdır. Küçük işletmelerin çok sayıda birbiri ardına iflasa sürüklenmesi, büyüklerin bir kesiminin batmaya yüz tutması, bono-tahvil-hisse senetleri piyasasında dönen manevralarla bazı büyük firmaların öteki kimilerini yutma durumlarının ortaya çıkması, kapitalist pazar kavgası ve rekabetin ‘olağan koşulları’ndan da farklı olarak yıkımın “bireysel” kapitalist ve “tekil firmalar” için çok daha yakından yaşanması ve hızla gerçekleşmesini, herkesin görebileceği biçimde ortaya koymaktadır. Bundandır ki, üretici sektörün şefleri, bir yandan banka yönetimleri diğer yandan ve aslında mali ve sanayi sermayedarlar olarak hepsi birlikte hükümet(ler)den yeni düzenlemeler için acele etmelerini, faiz-kredi-borç politikalarını “radikal şekilde gözden geçirerek” krizin etkilerini sınırlamalarını ve “bir an önce atlatılması için ne gerekiyorsa yapmalarını” istemektedirler. Faiz oranlarının aşağı çekilmesinin, kredilerin geri ödenmesi süresinin uzatılmaya çalışılmasının, işsizlik fonları gibi işçi-emekçi birikimlerinin kapitalistlerin istekleri yönünde kullanılması için yasal düzenlemelere girişilmesinin ve işçi istemlerine karşı sermaye dayanışmasının hükümet politikası olarak şekillenmesi yönündeki tüm girişimler bu istemlere uygun düşmektedir. Bu çabaların etkili olması için tüm olanakların seferber edildiği bir diğer yanını da “Hepimiz aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız!” propagandası oluşturmaktadır.
Sömürücü egemenlerle her türden temsilcilerinin zorluklarla karşılaştıkları her durumda yinelenen bu propaganda, hemen tüm kapitalist ülkelerde, sistemi (kapitalist düzen ve onun sürdürülmesinin kurumlarını/mekanizmalarını) tüm sınıfların ve herkesin üzerinde yaşadığı “bir ada”; “okyanusta yüzen bir gemi” vs.ye benzeterek, yaşamın sürdürülmesi için korunması gereken zemin olarak göstermektedir. Amaç, işçi sınıfı ve ezilenlerle onların çeşitli politik ve mesleki örgütlerinin bu sistemin çelişkilerini, kapitalist sömürü ve burjuva baskıdan kurtulmak için değerlendirmelerini önlemek, mücadeleye atılmalarına barikat örmek, bunu yaparken de, işçi ve tüm ezilenlerin saflarında, “Aman gemi batarsa hepimiz boğuluruz” anlayışının yer etmesini sağlayarak egemenliklerini sürdürmektir. Burjuvaziyle hükümetleri, dümeni ellerinde tutmak, motorları ve makineleri yenilemek ve büyütmek, yeni gemiler, fabrikalar, binalar ve topraklar edinmek için her fırsatta ve daha fazla kâr için binlerce, on binlerce işçiyi ‘okyanusun azgın dalgaları arasına’ fırlatıp atmaktan kaçınmazlarken, “aynı gemideyiz, aman dikkat edin, fedakarlık yapın da gemi batmasın” masalını tekrarlamayı ihmal etmiyorlar. Kriz kapitalist çakalların emekçilere karşı saldırılarını vahşet düzeyine çıkarmasına, örneğin Türkiye’de Ağustos 2008 sonu itibariyle 200 bin kişinin işsizler ordusuna katılmasına ve tüm kapitalist ülkelerde on binlerce işçi işten atılmış -yani yaşama olanak ve koşulları önemli oranda ellerinden alınmış- olmasına rağmen, “aynı gemi-ortak çıkarlar-ortak kader” mavalı sürdürüyorlar. Kendi aralarındaki paylaşım ve hakim olma kavgasına, keskin ve acımasız yutma-yok etme piyasadan silme hedefli rekabete rağmen işçi ve emekçiler karşısında bir cephenin savaşçıları olarak hareket etmekte; düşük ücret, düşük maaş uygulamasını, ücretli izin tatilini, ikramiye ve kıdem tazminatı gibi kazanımları ortadan kaldırmayı ve emekçiler aleyhine daha birçok sermaye ve hükümet uygulamasını “geminin yüzdürülmesi için” gerekli görmektedirler.
Bunların “gemisi”nin emekçilerin alın terini ve kol gücünü yakıt edinerek bugüne kadar yüzdüğü düşünüldüğünde, onu yüzdürmeyi sürdürmelerinin yine işçi ve emekçilerin emek gücü sarfına/mülk edinilmesine bağlı olduğu da görülür. Ancak o “gemi”de, işçilerin ve öteki tüm emekçilerin alt katlardaki kürek mahkumları durumunda oldukları, takatsiz kalanların, hastalananların, çalışamaz duruma gelenlerin aşağıya atıldıkları da, ret ve inkar edilemez bir gerçektir. En açık kanıt, kriz nedeniyle alındığı ve alınması istenen tüm “önlemler”in sermaye yararına fakat emekçilerin aleyhine olmasıdır. Kapitalistleri koruyan politikaların işçi ve emekçileri “gözden çıkarma”yı esas aldığını kimse inkar edemez. Bu da, işçilere, kent ve kır yoksullarına, küçük üreticilere, gençlik ve kadınlara bu her yanından su alan geminin yüzdürülmesi için kol kanat germe yerine, aç ve yoksul kalmayacağı, işsizlikle terbiye edilmeyeceği, tüm insanların gereksinmelerinin karşılanacağı koşulların yaratılması ve sömürünün olmayacağı yeni bir toplumsal düzen için kavgayı yükseltme hakkı ve sorumluluğu vermektedir. Kapitalistler için fedakarlık zamanı değildir! Bu “gemi” “bizim gemi” değildir!