23 Kasım 2008 Pazar

Öfkeleriyle büyüyen çocuklar

Öfke ağır bir silahtır, varoluşu anlamlı kılar. Ancak bu çocukların öfkeleri lüksleri değil, zorunluluklarıdır

Yurdun üstüne konan kara bir bulut her geçen gün alıyorken ömrünün en tazeliğindeki çocukları hayattan, sakat bırakıyorken, kodese tıkıyorken, yaşlarından büyük ideolojik yükler altında eziyorken, alıyorken ellerinden belirsiz geleceklerini ve hayata küstürüyorken ‘çocuk’ ve sivil olmanın en güzel vaktidir.
Bir süredir Güneydoğu ’da ve büyük şehirlerde devlet erkânınca ayaklanma provası olarak okunan algılanan Kürt eylemlerinde çocukların çok yoğun olduğu gözlendi. Bu çocukların öfkesi bütün bir ülkenin gündemini değiştirebilir mahiyete sahipse ki öyle, bu öfkenin doğru okunması gerekliliği kaçınılmaz olur.
Öfke ağır bir silahtır, varoluşu anlamlı kılar. Ancak bu çocukların öfkeleri lüksleri değil, zorunluluklarıdır. Dilin işlevini yitirdiği, varlığın ortadan kaldırıldığı, ölümlerin kanıksandığı, şiddetin hortladığı bir coğrafyanın çocuklarının öfkesidir söz konusu olan. Öfkelerinden başka hiçbir şeyleri olmayan çocuklar onlar. Öfkeleriyle büyüyenler. Ve büyüyemeden ölenler.
Devlet dersinde okuması gereken Uğur Kaymaz devlet sokağında on üç kurşunla öldürüldü, hatırlayacaksınızdır. Yalnızca on iki yaşındaydı Uğur ve arkadaşları ona zarfsız kuşlar gönderemiyor. Onlar da öldürülüyor ya da sakat bırakılıyorlar. 28 Mart 2006 Diyarbakır olayları belleklerdeki tazeliğini koruyor hala. Damlarda, balkonlarda, sokaklarda vurulan, hayatı elinden alınan yine çocuklardı. 2008 Newroz olaylarında Yüksekova ’da, Van’da polis kurşunuyla öldürülen yine çocuklardı. Polisin attığı misketlerle gözlerinden olanlar onlardı. Aymazca kolları kırılanlar onlardı. Çocuk yaşta nezaretlere tıkılanlar onlar.
Son Güneydoğu olaylarında da silleyi yiyen yine onlar.
Devlet bekasının muhafız gücü polislerin, askerlerin çocuklarla çatıştığı trajikomik bir ülkede hayatlarından olan, hayatları kararan yazık ki çocuklar oluyor. Onlar da büyür elbet, ya sonraki kuşaklar?
Biz gibi doğu toplumlarında tarihin, yaşanılanın mirası çoğu zaman bir yük olmaktan öteye geçemez. Gözlerini açtığın dünyaya bütün bir toplumsal tarihin yüküyle devam etmek durumunda kalırsın bu gibi toplumlarda. Türkiye ’de vücut bulmuş biri iseniz koca bir Osmanlı tarihinden arınamaz, sıyrılamazsınız. Cumhuriyet ’in varoluş sancıları size de bulaşacaktır. Darbelerin ağırlığını üstünüzden siz de atamayacaksınızdır. Örnekler çoğaltılabilir. Türkiye ’de bir de Kürt olarak yaşama başlamış iseniz bilinen, okunan, hatırlanan bütün bir tarihin ezikliğiyle yaşamınıza devam edersiniz. Yüzyılların ezikliği sizin de ezikliğiniz olur. Bütün bir yaşamı sadece kendinizi savunma ve ifade etme çabasıyla geçirirsiniz. Her alanda ve bütün dünyaya karşı.
Türkiye ’nin şimdiki sokakları isyankâr çocuklarla doluyorsa bunun nedeni yalnızca şimdiki zamanda aranamaz. Çikolata, muz aldıkları için sokakta değil onlar. Onlar bu coğrafyanın problemli tarihinin son ürünüler. Omuzlarındaki koca yüklerle panzerleri taşlıyorlar. Bu çocuklar bu coğrafyadan hayata söz alıyorlar. Hayata elbette bu coğrafyadan katılacaklar. Ve bu coğrafyanın ağır tarihi onların da tarihi. Hepimizin tarihi.
Cumhuriyet ’in kuruluşundan bu güne dek sürdürülen Kemalist düşüncenin, militarizmin, yekvücutlaştırmanın ağır bir şekilde sosyal, kültürel kodlara işlendiği, gerçeğin ağırlığından ısrarla kaçan zihniyetin, baskı unsurunu sistematik bir biçimde bütün toplumsal unsurlara uygulayan, toplumu ve insanı terbiye etme adı altında yapılan gayri insani davranışları mubah sayan tavrın ve tarzın çatlak verdiği, vermek zorunda olduğu bir dönemi yaşıyor bu ülke. Çatlağın gittikçe açılıp derinleştiği bir dönem.
Uygulanan politik tutumun iflas ettiğinin nişanesi sokaklardaki çocuklar ve öfkeleridir. Bilindik laflarla, ısrarlı retlerle, kurnazca kaçışlarla, baskıyla, ölümle, öldürüp bitirmeyle, kömürle, yeşil kartlarla bu dümenin suyunun dönemeyeceğinin en manidar açıklayıcısı bu çocuklar. Çünkü onlar kabul etmiyorlar. Omuzlarındaki tarih yükünün altında da ezilmek istemiyorlar. Daha fazla problemli tarih oluşturmak derdinde de değiller. Kendilerinden sonraki kuşakların da sokaklarda polis kurşunuyla ölmelerine gönülleri razı değil.
Onurlu ve mutlu bir yaşam istiyorlar. Dilenmiyorlar. Kendilerine ait olanı talep ediyorlar. Refah içinde yaşayan, kolejlerde okuyan akranları gibi rahat olmak istiyorlar. Öğretmenleri ve arkadaşları tarafından bilmediği Türkçe yüzünden dışlanmak, ezilmek istemiyorlar. Hayat standartlarının iyi olmasını istiyorlar, standartların farkında olmasalar bile. Yalnızca Öcalan diye bağırıyor olabilirler. Ancak Öcalan sözcüğüne yüklenen bütün anlamları, umutları onların yüzünden okuyabilirsiniz. Öcalan derken, bunu haykırırken o kendi yaşamını ve istemlerini haykırıyor aslında.
Bu yüzden tek silahı olan öfkeleriyle dolduruyorlar sokakları. Bu yüzden panzerleri taşlıyorlar. Bu yüzden kör, sakat kalıyorlar. Ve bu yüzden ölüyorlar. Sorulacak yanı kalmış mıdır artık bu çocuklar niye sokaklarda diye?
Sorular bazen yalnızca vakit kaybıdır.
Soru sorma hakkı artık bu çocuklarındır:
Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte
Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını
Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru
Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?
Diye sordurmuştu usta şair Ece AYHAN yıllar evvel, şimdi yine soruyorlar.
İSHAK CANTÜRK