30 Kasım 2008 Pazar

Zenginler vergilendirilmeli, yoksullara aktarılmalı

Mal ve sermaye hareketlerini 1980 sonrası yerkürenin her coğrafyasına taşımayı hedefleyen ve 2000’lere geldiğinde bunu büyük ölçüde gerçekleştirerek dünyayı “global köy” haline getiren küresel kapitalizm, 2008’de derin bir krize girerken, yarattığı ve yaygınlaştırdığı bir hastalık onu dibe çekti. O hastalığın adı gelirin adaletsiz bölüşümünde uçurum.
Son 30 yıldır, bilimum coğrafyalarda, kah Asya’da, kah Rusya’da, kan Latin Amerika’da kah Türkiye’de ayağı tökezleyerek krize giren küresel kapitalizm bu kez krize tam merkezde, emperyalizmin kalbinde krize yakalanırken üretilen zenginliklerin adaletsiz bölüşümünün krizin ortaya çıkmasındaki rolü nihayet konuşulmaya başlanırken, krizden çıkmanın yolunun da süper zenginlerde olduğu anlaşılmaya başlandı. Eğer gücü yeterse Obama, ABD’de buna niyetli, zenginleri vergileyerek kriz enkazını kaldırma fikrine tutunmuş diye konuşuluyor. Aynı şey İngiltere için de sözkonusu. Kuşkusuz, buna niyet etmek başka yapıp yapamamak başka.
Küreselleşmenin dünyada bölüşüm ilişkilerini olumlu değil, olumsuz yönde etkilediği anlaşılıyor.
OECD’nin ülke gelir dağılımı araştırdmalarından anlıyoruz ki, 1980’lerden 2000’lere, gelir eşitsizliği katsayısı gini oranı genelde yukarı çıkmış, yani bölüşüm bozulmuş. OECD genelinde, 1980’de gini oranı 29.3 iken 2000’e gelindiğinde gini oranının 31’e çıkarak yüzde 6’ya yakın arttığı ya da 2 puan daha bozulma yaşandığı anlaşılıyor. Bu bozulmanın bazı ülkelerde daha yüksek olduğu anlaşılıyor. Yeni Zelanda, İngiltere, Japonya bunlar arasında. Daha ilginci, bölüşümün en adil olduğu İskandinav ülkelerinde 1980 sonrası bölüşüm ilişkilerinin bozulduğu anlaşılıyor. 1980’e göre 2000’de bölüşümün görece düzeldiği ülkeleri ise İspanya, Fransa ve Danimarka oluşturuyor.
En adaletsiz bölüşüm tablosu Meksika ile Türkiye’de. 1980’den 2000’e bölüşümdeki adaletsizliğin pek değişmediği anlaşılıyor. Türkiye’ye tekrar döneriz, ama esas ilginç olan, dünya gelir pasatasının yüzde 22-23’üne sahip ABD’deki ürkütücü gelir paylaşımı eşitsizliği. ABD, OECD ülkelerinin gelişmişleri içinde bölüşüm adaletsizliğinde 1 numara!...
Yüzde 20’lik nüfus dilimleri ile bakıldığında, ABD’de en zengin yüzde 20’lik nüfusun gelirin yüzde 51’e yakınına tek başına el koyduğu, ikinci yüzde 20 ile beraber payın yüzde 74’e yaklaştığı görülüyor. Böylece gelir pastasının dörtte üçünün yüzde 40’lık nüfusca tüketildiği bir eşitsizlikler imparatorluğundan söz ediyoruz.
Alttakilerinin yoksulluğundan, üsttekilerin de aşırı iştahından, hanehalkının tasarrufları, ABD’de uzun süredir çok düşük, hatta negatifti. Tüketim harcamaları, özellikle alt ve düşük gelir gruplarında krediye dayanıyordu. Kredi köpüğü, 2000'li yıllarda da konut fiyatları yükselirken insanların evlerinde oluşan değeri düşük faizli ipoteklerle paraya çevirerek, harcamalarını güçlendirmeleriyle daha da büyüdü. Bu tüketimi, başta Çin ve Asya ülkeleri ihracatla sağlıyorlardı. Cari fazla veren Asya ülkeleri, fazlalarını ABD’ye borç veriyor, yeni kredi olanakları yaratıyorlardı. Yeni mali enstrümanlar, kredi riskini, verenden piyasaya transfer ediyor, kredi vermek kolay ve adeta risksiz hale geliyordu. İşte son 10 yılda ABD'nin ve Dünya ekonomisinin sözde güçlü büyümesi bu saadet zincirine dayanıyordu. Sonunda korkulan oldu, zincir kırıldı.
Dünya gelirinin yüzde 3,5’una sahip İngiltere de bölüşüm ilişkilerinde pek iyi bir sicile sahip değil. Dünya gelir pastasından yüzde 7’ye yakın pay alan Japonya’da da küreselleşme döneminde bölüşüm ilişkilerinde adaletsizlik artmış görünüyor.
Avrupa’nın güneyinin de bölüşümde pek adil olmadığı ve küreselleşme döneminde, İspanya hariç, adaletsizliğin arttığı anlaşılıyor. İtalya, Yunanistan, Portekiz bölüşüm ilişkileri bozulan Avrupalılar.
Özetle, 1980 sonrası, küreselleşme, piyasalaşma, finansallaşma çabalarıyla, kar oranlarını artırmaya çabalayan dünya kapitalizmi, finansallaşmanın sağladığı karları, türev piyasalarda köpürttükçe kişisel gelirlerini de tırmandırdı. Tekil kapitalistlerin yanı sıra, adına CEO denen profesyonellerin, finans mühendisleri denen akrobatların gelirleri, primleri ABD’de nefret uyandıracak bir zengin eliti de yarattı. Şimdilerde bankalar, şirketler battıkça bu elite duyulan nefret de giderek artıyor. Bu elit, diğer merkez ülkelerde İngiltere’de, Japonya’da, Almanya’da da var..
Merkez’deki ülkelerin yüzde 1’lik nüfusunda yer almalarına karşın ülke gelirinin önemli bir yüzdesine el koyan bu kesim, krizin yükünü kim üstlenecek sorusu sorulduğunda ilk akla gelenler aynı zamanda. Bütün mesele, krize çözüm arayanların bu kesime diş geçirip geçiremeyeceklerinde…
OECD liginin en adaletsiz bölüşüm tablosuna sahip olmada Meksika ile yarışan Türkiye’de de gelirden aslan payını nüfusun yüzde 1’lik azınlığı alıyor. Dolayısıyla, kriz hasarını göğüslemede bulunması gereken iç kaynaklarda da adres belli: Yüzde 1’lik azınlı
Mevduat ve kredilerde yüzde 1
Türkiye’de banka mevduatlarında, borsada, kredi kullanımında ve gelir dağılımı araştırmalarında bu yüzde 1’lik azınlığın hakimiyeti hemen oraya çıkıyor.
Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre 2007 sonunda bankalarda yaklaşık 75 milyon cüzdan vardı ve bu cüzdan sahiplerinin yaklaşık 140 milyar YTL’si vardı. Bu cüzdanların yüzde 1,4’üne sahip olan süper zengin azınlık, mevduatların yüzde 75’ine sahip olacak kadar varlıklı. Yani toplam banka mevduatlarının dörtte üçü yüzde 1,4’lük azınlığa ait.
Gelelim kredilere. 2008 ortalarında BDDK verilerine göre 343 milyar YTL’lik kredi kullanılmış görünüyordu. Kredi müşterilerinin binde 7’sinin kredilerin yüzde 43’ünü kullandığı, müşterilerin yüzde 1,8’inin kullandığı kredilerin toplamın yüzde 68’ine çıktığını anlıyor.
Hem mevduattaki cüzdan sayısı hem de kredi işlemlerindeki sayıyı, “kişi” olarak okuma yanlışına düşmeyin. Bunlar, bu kadar kişi değil, bu kadar cüzdan ve kredi kullanma işlemi, Gerçekte, yüzde 1’in, hatta yüzde 0.5’in çok çok daha altında “kişi”ler, aileler bu cüzdanların, bu servetin sahibi.
Borsada yüzde 1 egemenliği
“Piyasa”nın önemli ayağı borsaya gelince de durum farklı değil. Takasbank verilerine göre, Borsanın 2007 portföyü 113 milyar YTL ve yatırımcı sayısı 1 milyonun biraz üstünde. Ama bunlardan yüzde 1’lik bir azınlık ya da 10 bin yatırımcı, borsa portföyünün yüzde 81,5’ine sahip.

Mevduatta, kredide, borsadaki yüzde 1’in hakimiyeti, yaklaşık 100 milyar dolarlık altın stoku ve Türkiye’nin gayrimenkul sahipliğinde de farklı değil.

Krize karşı süper zengin varlığı
Yüzde 1’in hakimiyetindeki dudak uçuklatıcı tablo, aslında milli gelirin paylaşımındaki uçurumun doğal sonucu. Milli gelirin paylaşımı ile ilgili 1994 verileri ailelerin yüzde 1’inin kullanılan gelirin yüzde 17’sini kullandığını, takip eden yüzde 5 de dahil edildiğinde nüfusta ilk yüzde 6’nın milli gelirin yüzde 33’ünü yani üçte birini kullandığını ortaya koyuyordu. Bu şablonu 2007 yılına uyguladığımızda 525 milyar dolar olarak tahmin ettiğimiz kullanılabilir gelirin 95 milyar dolarının yüzde 1’lik azınlık, 173 milyar dolarının da nüfusun yüzde 6’lık süper zenginine gittiğini söyleyebiliriz. Bu durum iyileşmediği için, biriktirilen servetteki uçurum da giderek derinleşiyor.

Nüfusun yüzde 1’lik azınlığının toplam gelirin, servetin çok önemli bir kısmına el koyduğu bir toplumda, özellikle kriz döneminde devlete çok iş düşer.
Büyük kriz koşullarında, ihtiyaç duyulan işsizliği önleme, yoksulları kollama, üretimi özendirme, çöküşleri azaltmada süper zengin azınlığının elinde tuttuğu servetler ilk akla gelen kaynak olmalıdır. Bu kesimlerden servet vergisi biçiminde bir kaynak temini asla ve asla ihmal edilmemeli ve nüfusun yüzde 90-95’i tarafından destek bulmalıdır.
Mustafa Sönmez
Bia

Bursa'da 40 bin kişi işsiz kaldı

Otomotiv ve tekstil kenti Bursa'da krizin ilk darbesiyle 40 bin kişi işinden oldu.
Krizden en büyük darbeyi, otomotiv ve tekstil kenti Bursa yedi. 650 bin işçinin olduğu şehirde krizin ilk darbesiyle 40 bin kişi işinden oldu. Önümüzdeki dönemde bu sayının çok daha hızlı artmasından endişe ediliyor Yıllardır Türkiye’nin yüzünü ağartan otomotiv sektörünün yüzde 85’i Marmara Bölgesi’ni kendine üs tutmuş durumda.
Bu üsler arasındaki en önemli merkezlerden biri de Türk sanayisinin bel kemiği şehirlerinden Bursa. Bu kent, aynı zamanda ekonomik krizden en ağır darbeyi gören şehirlerin başında geliyor. Geçen yıl 10.4 milyar dolar ihracat gerçekleştiren Bursa’nın ihracatında birinci sırayı 9 milyar dolarla otomotiv sektörü, ikinci sırayı 760 milyon dolarla tekstil sektörü alıyor. Makine, gıda ve metal ihracatı ise diğer kalemler...
Üretim yavaşladı, gaz ve elektrik tüketimi % 25
Gerek otomotiv sektörünün gerekse tekstilin krizden aldığı ağır darbeler Yeşil Bursa’da insanların yüzlerini karartmış. Taksiciler ’Müşteri bulamıyoruz’ diyor, Bursa’nın ünlü İskender kebapçıları müşterilerinde yüzde 20’lik düşüşten söz ediyor. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın ilk alışveriş merkezi olarak tarihe geçen Kozahan İpekçilik Çarşısı’nda esnaf siftah yapamadan dükkan kapatmaktan şikayetçi.
Satılık, kiralık ilanlar tarihi hanın dört bir köşesine yayılmaya başlamış. Bursa’da yayınlanan haftalık Pusula ekonomi gazetesinin manşetine taşıdığı rakamlar da kentteki krizi gözler önüne seriyor. Gazetenin yaptığı araştırmaya göre, Bursa Sanayi Odası, Demirtaş, Nilüfer ve İnegöl Organize Sanayi Bölgeleri’nde bu yılın ilk 10 ayındaki elektrik, doğalgaz ve su tüketiminde yüzde 25’lik düşüş yaşandı!
32 bin üyeli Bursa Sanayi Odası’nın Genel Sekreteri Nihat Balkan ise ekonomik krizlerin en önemli sosyal sorunu olan işten çıkarmalara değindi: “Bursa, Türk sanayi sektörünün lokomotif kentlerinden. 650 bin işçi yaşıyor bu şehirde. Ancak krizle birlikte 40 bin işçi çıkarıldı bile. Bursa sanayisinin hitap ettiği sektörlerde yüzde 40’lık bir daralma bekleniyor. Bu da istihdama yansıyacak. Yani işten çıkarmalar inanılmaz rakamlara çıkabilir. Bu da şehirdeki herkesi etkiler. Bu nedenle fabrikalar ücretsiz izinlerle mümkün olduğu kadar işçilerini elinde tutmaya çalışıyor. İşçi işsiz kalınca patron da işsiz kalıyor.”
Güven endeksi üç ayda Yüzde 76’dan 43’e düştü
Balkan, her üç ayda bir Bursa genelinde ’girişimci güven endeksi’ araştırması yaptıklarını söyledi: “Üyelerimize ’Yeni yatırım yapmayı düşünüyor musunuz?’, ’İstihdamı genişletmeyi planlıyor musunuz?’gibi sorular yöneltiyoruz. 3 ay önce kentteki güven endeksi yüzde 76.4’tü. Bugün bu rakam yüzde 43.6’ya düştü. Bu da Bursa sanayicisinin krize bakış açısını ortaya koyuyor.” Balkan yine de umut aşılamaya çalıştıklarını ve sektör temsilcileriyle toplantı üstüne toplantı yaptıklarını belirtti: “İstanbul’un başlattığı indirim kampanyasını geçmiş yıllarda biz de gerçekleştirdik. Şimdi tekrar bu kampanyayı hayata geçirip, perakendecilik sektörünü canlandırmayı planlıyoruz. Çocukluğumuzdaki ’yerli malı yurdun malı’ zihniyetini canlandırmamız şart. İç pazar her zamankinden daha önemli.”
İlk kez satılık ilanı çıktı Kraliçe bile kurtaramadı
Bursa’ya gelip de dünyanın ilk alışveriş merkezi sayılan, Osmanlı padişahı II. Beyazıt tarafından 1491’de yaptırılan Kozahan’a uğramamak olmaz. Hele ki konu ekonomik kriz ise. Bursa’daki esnaf kültürünün yerleşmesinde inkar edilemez yeri olan Kozahan’a gidiyoruz. Tarih kokan hanı adımlıyoruz. Handaki kiralık ve satılık ilanları dikkatimizi çekiyor. Kozahan Derneği Başkanı Hasan Tunçman, “Handa 94 dükkan var” diyor ve sözlerini sürdürüyor:
Günlük satış 50 YTL
“Eskiden Kozahan’da kiralık ya da satılık dükkan oldu mu kimsenin haberi olmaz, el altından kiraya verilirdi. Hava parası olarak 15-20 bin dolar ödenirdi. Ama şimdi? Esnaf 700 ila 1750 YTL arasında değişen dükkan kiralarını bile ödeyemez hale geldi.”
Fulden İpek’te 20 yıldır çalışan Atilla Kocabıyık bir gün önce sadece 50 YTL’lik satış yapabildiğini söylüyor: “Söylemeye utanıyorum ama gerçek bu. Şu yandaki dükkanın kirası 1.500 YTL idi. Baktılar ki tutan yok, 1.000 YTL’ye düşürdüler ama yine arayan soran yok. Şimdi de satılık ilanını yapıştırdılar vitrine. Kraliçe Elizabeth buraya gelince umudumuz artmıştı, ama o bile kurtaramadı bizi.”
Gardımızı aldık bekliyoruz
Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Burhanoğlu, aynı zamanda otomotiv ve beyaz eşya sektörüne plastik mamuller üreten Farplas’ın CEO’su. Burhanoğlu yaşanan bu krizin üç beş ayla sınırlı olmadığını düşünenlerden. Farplas’ın Türkiye’deki araçlarda dokunduğumuz tüm plastik parçaları ürettiğini söyleyen Burhanoğlu, “Geçen yılki ciromuz 50 milyon euroydu. 2009 hedefini 45 milyon euroya çektik. 780 işçimizin 100’üyle yollarımızı ayırdık. 3 vardiyayı 2’ye düşürdük. Gardımızı aldık bekliyoruz” diyor.
‘Bu, doğal bir kriz olamaz’
Nİlüfer Organize Sanayi Bölgesi’nde otomotiv yan sanayine elektrikli kablo donanımı yapan ECS Yönetim Kurulu Başkanı Levent Özcan sözlerine sorularla başladı: “Kriz dibe vurdu mu, yoksa daha ne kadar devam edecek? Herkes bir şeyler söylüyor. Ford, Renault, Tofaş, Mercedes otobüs ve Toyota yan sanayi mamulü üretiyorum. Geçen yıl 4 milyon YTL’lik ciro yaptık. Bu yıl da aynı rakamı tuttururuz. Ama gelecek yıl? Bunu kestiremiyoruz. 80 işçimden hiçbirine dokunmadım.”
Özcan “Bu kriz doğal bir süreç izlemedi” diyor ve ekliyor: “Neden derseniz, bize dünya devi firmalar yatırım yap, kapasiteni artır dedi, siparişler verdi. Bankalar kredi verelim size diye kapımıza geldi. Vasıfsız işçiler bile sektörde kapışılır hale gelmişti. Peki ben küçük penceremden bakarken krizin geleceğini göremedim de, bu kadar dünya devi, küresel ekonominin baş aktörü firmalar da mı göremedi? Her şeye rağmen yüzümden gülümsemeyi eksik etmemeye çalışıyorum, umudumu yitirmedim. Çünkü krizden sonra yurtdışından 4 firma geldi, mal almak istediğini söyledi. Bir çıkış yolu mutlaka bulacağız.”
Otomotiv yan sanayi 1 milyar $ kredi istiyor
TAYSAD krizin aşılmasına yönelik Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e, Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’a, Maliye Bakanı Unakıtan’a ve Bankalar Birliği Başkanı Özince’ye mektuplar gönderdi, şu acil çözüm önerilerini sıraladı:
1. Kriz öncesi şartlarla 2009’da 1 milyar dolarlık bir fonun kredi olarak otomotiv yan sanayiye ayrılması
2. Asgari ücretten 12 ay vergi alınmaması
3. SSK primlerinin 2009’un ilk 6 ayında % 3 faizle 12 ay ötelenmesi
4. Petroldeki düşüşün akaryakıt fiyatlarına yansıtılması
5. Sanayi enerji maliyetlerinde 2009 yılı boyunca artış olmaması,
6. Vadeli ithalatta % 3 KKDF’nin kaldırılması
7. Krize uygun esnek çalışma ortamını yaratacak mevzuatın geliştirilmesi...

‘Maaşlı dedelik, Aleviliğe ihanettir’

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) ve Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezi tarafından Ankara’da buluşturulan Alevi dedeleri, AKP’nin “Alevi Açılımı”nı, Alevi dedelerinin maaşa bağlanmasını “Aleviliğe ihanet” olarak değerlendirdiler.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) ve Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezi tarafından Ankara’da buluşturulan Alevi dedeleri, AKP’nin “Alevi Açılımı”nı, Alevi dedelerinin maaşa bağlanmasını “Aleviliğe ihanet” olarak değerlendirdiler. AKP’nin yeniden gündeme getirdiği “Alevi Açılımı” ile Alevi dedelerine maaş bağlama ve cemevlerine parasız elektrik, su verilmesi gibi önerileri tartışmak üzere Türkiye’nin çeşitli illerinden Alevi dedeleri dün Ankara’da, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Ali Doğan Salonu’nda bir araya geldiler.
İlk sözü alan HBVAKV Genel Başkanı Ercan Geçmez, “Alevi Dedelerine maaş bağlanması ve cemevlerinden su ve elektrik parası alınmaması” konularını cem halinde istişare edeceklerini söyledi. Din ve inanç gibi hassas konuların her toplumun kendi işi olduğunu kaydeden Geçmez, “Biz, Alevi toplumu olarak iç işlerimize karışılmasını istemiyoruz. Biz de başka toplumların iç işçilerine karışmak istemiyoruz” dedi. Geçmez, çok daha fazla dedelerine ulaşmak için Türkiye’nin birçok yerinde benzer toplantıları yapacaklarını, 6 Aralık Cumartesi günü Mersin’de, 7 Aralık Pazar Günü de İstanbul’da dedelerle bir araya geleceklerini söyledi.
‘Hala yasaklıyız’
Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Tekin Özdil ise Alevilerin ‘çözüm bekledikleri’ Cumhuriyet döneminde de çözüm bulamadıklarını belirterek, “Hala yasaklıyız. İnanç merkezlerimiz kabul edilmemekte” dedi. Her şeye rağmen taleplerini barış özlemleriyle, hukuk çerçevesinde dile getirmeye devam edeceklerini belirten Özdil, Alevi dedelerinin, önderlerinin, Alevi toplumunun görüşleri alınmadan yapılan uygulamaların Alevi inancı bünyesine uygun olmayacağını söyledi. Sadece “eşit yurttaşlık hakkı” istediklerini belirten Özdil, geçmişte de benzeri önerilerin getirilip, sonra rafa kaldırıldığını, şimdi yine raflardan indirilerek önlerine getirilmeye çalışılmasını eleştirdi.
‘Aleviliği öldürme girişimi’
Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Velihettin Ulusoy Dede ise Alevilerin 9 Kasım’da Ankara’da büyük yürüyüşlerinin ardından gündemin hızla değiştiğini, masumane ve haklı taleplerinin tartışılmaya başlandığını söyledi. Hükümetin somut, elle tutulur bir girişimi olmamasına rağmen medyada tartışılmasına da vurgu yapan Ulusoy, “Alevi-Bektaşilerin daha geniş ve kapsamlı taleplerinin görmezden gelindiğini” söyledi.
Alevi-Bektaşi toplumu olarak, laikliği savunduklarını, Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kuruluş olduğu sürece de laik ülke olunduğuna kimseyi inandıramayacaklarını belirten Ulusoy, “Bize sadece gülüp geçerler” dedi. Ulusoy, hiçbir çağdaş, laik ve demokratik devlette Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olmayacağını, bu nasıl yanlışsa Alevi-Bektaşilerin devlette temsili için de bir genel müdürlük ya da benzeri kurumun aynı olacağını söyledi.
Dedeler ve zakirlere maaş verilmesi konusunun en önemli konuları olduğunu kaydeden Ulusoy, “Bunlar Alevi-Bektaşi toplumunda asla kabul görmeyeceklerdir. Maaşlı dede benim dedem olamaz, ona maaş verenin görevlisi olur, bu da Aleviliğe ihanettir. Önceleri Aleviler öldürülüyordu, şimdi de bu gerçekleşirse, Aleviliği öldürme düşüncesinden başka bir şey değildir” dedi.
Abdal Musa Dergahı Postnişini Hüseyin Halife Baba da özgürlük, inanç, siyaset her alanda eşit paylaşım istediklerini ifade etti. Türkiye’de birçok etnik köken, inancın olduğuna dikkat çeken Hüseyin Halife Baba, “Herkesin hakkı eşit verilsin ki, güzel bir Türkiye olsun” dedi.
Aylık vererek Alevilerin seslerini keseceklerini düşünüyorlarsa hiç düşünmemelerini öneren Halife Baba, “Önce Alevilerin kimliği tanınsın. İbadethaneleri yasal statüye kavuşturulsun” dedi.
Toplantıda söz alan tüm dedeler, “para değil, Alevilik kimliğinin tanınmasını” istediklerini belirttiler

Gelecek geliyor!

Sibel Özbudun-Temel Demirer
Mitinge kaç kişinin katıldığını sayamadık, ancak -apoletli sermaye medyasının da inkar edemeyeceği kadar kalabalıktık, çoktuk… Ama bundan da önemlisi, bu mitingde biz çok zaman sonra bizdik…
Mitinge kaç kişinin katıldığını sayamadık, ancak -apoletli sermaye medyasının da inkar edemeyeceği kadar kalabalıktık, çoktuk… Ama bundan da önemlisi, bu mitingde biz çok zaman sonra bizdik…
Yaşlılarımız ve gençlerimizle, Kürtler ve Türklerle, kadınlar ve erkeklerle, çiftçisiyle, memuruyla, işçisiyle, öğrencisiyle, çevrecisiyle yani rengarenk çeşitliğimizin çoğulcu zenginliğiyle biz, bize benzeyen bir devrimci toplumsal muhalefettik…
Mitingde “Biz”dik; evet, sloganlarımızla, devrimci duruşumuzla, kardeş militan çoğulluğumuzla…
Bu sefer farklı oldu; birçok kimse gibi biz de bu kez, alana polis tarafından kontrol edilmeden, gaz bulutları arasında girdik. Biliyoruz apoletli burjuva medyası mitingden söz ederken, “Zamlar geri alınsın!”, “Açız işsiziz!”, “Hamdolsun direniyoruz!”, “Halklar kardeştir!” vb talepleri görmezden gelip; “Yine olay çıktı” diye haykıracaktır, etekleri zil çalarak…
Ancak olayları gaz yuta yuta, birinci elden yaşayanlardan olarak belirtelim: Olay çıkmadı. Polis olay çıkarttı. Kontrol noktasında polis tarafından bir siyasi partinin kortejine küfürler edildi, tekmeler atıldı. Sonra da buna itiraz edenlerin üzerine gaz mermileri yağdırıldı…
Sonrasındaysa, engellenemez biçimde ne olduysa oldu…
Uzun zamandır ilk kez, evet, evet, nicedir ilk kez bir şey oldu… Bir “kırılma noktası” yaşandı… Gazı yiyen kitleler, geri dönüp kaçmadılar. Hayır hayır, gaz bombalarının göz gözü görmez kıldığı caddede, kalabalıklar dumanların üzerinden miting alanına doğru yürümeyi sürdürdüler... Alana girenler, geride kalan arkadaşlarını almak için geri döndüğünde, kontrol noktası bir anda boşaldı. Evet, uzun süredir ilk kez; kendi yaptıkları işe şaşırmış, güleç gözlü çocukların halayları arasında, polis tarafından kontrol edilmeden girdik alana…
Evet, rüzgar yön değiştiriyor coğrafyamızda... Nicedir özlemini çektiğimiz geleceğin, yaklaştığına dair alâmetler çoğalıyor; “Elveda”ların gerilerde bırakıldığı, “Merhaba”larla yeni kucaklaşmaların, çoğullaşmaların eşiğindeyiz bir kez daha…
Krizle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; bu gerçek herkesin bilgisine sunulurken; yolumuz açık olsun… Yolumuzu açacağız…

ODTÜ’de Kürdoloji çalışması

Ortadoğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) okuyan Yurtsever Demokratik Gençlik (YDG) üyesi öğrenciler, TZPKurdi’nin başlattığı “anadilde eğitim istiyorum” kampanyasına destek vererek, Ankara’daki üniversitelerde Kürdoloji kürsüsünü kuracaklarını belirtti.
Öğrenciler, ODTÜ yerleşkesinde etkinlikler düzenleyip üniversitede Kürdoloji kürsüsünün kurulması için çalışma yapıyorlar. Dün yapılan halaylarla başlayan etkinlik sırasında sık sık “Zimanê me rûmate me ye/Dilim varlığımdır” ve “Anadil haktır engellenemez” sloganları atıldı. Yemekhane önüne kadar yürüyen grup adına açıklama yapan Berat Kara, anadilde eğitim ikampanyasıyla birlikte ODTÜ’de her hafta Kürtçe kurs vermeye başladıklarını hatırlatarak, “Bundan sonra dilimizi yaşatacağız ve anadilde eğitim hakkımız için Ankara’daki bütün üniversitelerde Kürdoloji kurmak için çalışma başlatıyoruz. Bunun startını da ODTÜ’de veriyoruz” dedi. Öğrenciler açıklamanın ardından Fen Fakültesi amfisinde Kürtçe ders verdi. (Ankara/DİHA)

69 çocuk tutuklu 174 çocuk yargılanıyor

Adana’da bir yıl boyunca, eylemlerde gözaltına alınan çocuklar ile ilgili istatistikler korkutuyor
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesinin 30 Ocak–30 Kasım 2008 tarihleri arasında Adana’da eylemlere katıldıkları gerekçesi ile gözaltına alınan Kürt çocukları ile ilgili istatistikleri açıkladı. Buna göre 11 ayda Adana’da 264 çocuk gözaltına alınırken bunların 69’u tutuklanarak Pozantı ve Karataş cezaevlerine gönderildiler. Gözaltına alınan çocukların büyük bölümü ise işkence ve kötü muameleye maruz kalırken, sorumlular hala görevlerine devam ediyor. 264 çocuğun 105 tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Mahkemeye çıkan çocuklar için 23 yıldan başlayan cezalar istendi.
İşkence ve kötü muamele
Çocuklar kolluk kuvvetleri tarafından sadece gözaltına alınıp tutuklanmak ile kalmadılar. Bu süre zarfında 45 çocuk işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesi ile İHD’ye başvurdu. 30 çocuk ise adli tıp ve adliyeye giderken kolluk kuvvetleri tarafından kelepçelendiklerini söylediler. Çocukların özel olarak korunması gerekirken çocuklar işkence ve kötü muameleye maruz kaldı ve ellerine kelepçe takıldı.
Sorumlular görev başında
İHD Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın, gözaltına alınan çocukların sayısının resmi kayıtlarda geçen sayı olduğunu belirtti. Diğer hak ihlallerinin ise sadece kendilerine ulaşan çocuklardan elde edilen sayılar olduğunu dile getiren Açıkalın, ulaşamadıkları çocuklarla beraber bu sayınında katlanacağına vurgu yaptı. Sadece eylemlere katılan çocuklar ile ilgili sayısal verileri çıkardıklarını aktaran Açıkalın, adli suçlardan dolayı gözaltına alınan çocuklarla beraber sayının artacağına dikkat çekti. Tüm bu olaylar yaşanırken Adana valisinin ise kolluk kuvvetlerini savunmaya kalktığını ve sorumluların hala görevlerine devam ettiğini söyleyen Açıkalın, vali tarafından kolluk kuvvetlerinin mağdur çocukların ise suçlu olarak ilan edildiğine değindi. Açıkalın ilerleyen günlerde adli suçlardan gözaltına alınan çocuklarla ve emek sömürüsüne uğrayan çocuklarla ilgili hazırlayacakları raporları da paylaşacaklarını ifade etti. (Adana/EVRENSEL)
Adana valisinin çocuk sevgisi!

Adana’da rakamların korkutucu boyutlara ulaşmasının nedenlerini anlamak için Vali İlhan Atış’ı hatırlamak yetiyor. Vali, Abdullah Öcalan ile ilgili eylemlere katıldığı ileri sürülen çocukların ailelerini “yeşil kartlarını almakla” tehdit etmişti.
Skandal açıklamalarını “Yoksulum diyorsunuz ama kalaşnikof almaya paranız var” sözleriyle devam ettrilen Adana Valisi, bir başka gün ise Türkiye’de 2-2.7 milyon arası “terörist” olduğunu savundu.
Vali, “Bütün bölgelerde insanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında ama vatana ihanet planları yapan yüzde 3-4 insan var” dedi. “Belki rakam biraz fazla ama ben terör örgütünü kastetmek istemiştim.” Valinin hesabına göre Türkiye’de 2-2.7 milyon arasında “terörist” bulunuyor!

29 Kasım 2008 Cumartesi

Emekçiden AKP'ye uyarı

Başkentteki “İşşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı, Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”nde on binlerce emekçi hükümeti protesto etti.



‘Krizin bedelini ödemeyeceğiz’

Miting için otobüslerle Türkiye’nin dört bir yanından gelen emekçiler saat 09.00’da Hipodrom alanında toplanmaya başladı. Yaklaşık 700 otobüsün başkente geldiği belirtilirken, katılımcılar saat 10.00’da kortej oluşturarak ellerinde sendika bayrakları, dövizler ve pankartlarla mitingin gerçekleştirileceği Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçtiler. On binlerce emekçinin katılımıyla oluşturulan kortejin önünde DİSK ve KESK’in logoları ve taleplerinin bulunduğu “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı, Emek, Barış ve Demokrasi İçin Birleştik” yazılı bir pankart taşındı. Yürüyüşte DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve KESK Genel Başkanı Sami Evren’in yanı sıra mitinge destek veren bazı örgütlerin genel başkanları da kortejin önünde yer aldı.



Çulfa ağır yaralandı

Mitingte görev yapan ses aracının Ulaştırma Kavşağı’nda köprü altından geçişi sırasında Eğitim-Sen Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Tuğrul Çulfa başını köprüye çarparak ağır yaralandı. Çulfa, kaldırıldığı Ankara Numune Hastanesi’nde ameliyata alındı. Yetkililer, ameliyatın ardından beyin cerrahisi yoğun bakım servisine kaldırılan Çulfa’nın tedavisinin sürdüğünü bildirdi.



‘AKP’nin çöküşü sinemalarda’

Kortejde yabancı uyruklu 4 kişi de yer aldı. Bu kişiler “We won’t pay for your crisis” (Krizin bedelini ödemeyeceğiz) yazılı bir pankart taşıyarak eyleme destek verdi. DİSK’e bağlı Sine-Sen üyesi sinema emekçileri yürüyüş sırasında “90 dakikalık dizi istemiyoruz”, “AKP’nin çöküşü yakında sinemalarda”, “Tayyip bize gel seni ünlü yapalım”, “Sinema emekçisi köle değildir”, “AKP’nin ampülünü ışıkçılar söndürecek” diye slogan atarken, KESK ve DİSK’e bağlı sendikaların pankartlarının yanı sıra mitinge gelen emekçiler ellerinde “Yoksullağa adeletsizliğe hayır”, “Krizi biz yaratmadık bedelini biz ödemeyeceğiz”, “Durdurun kapitalizmi inecek var”, “Üreten biziz yöneten de biz olacağız” yazılı pankartlar taşıdı.

Adalet Sarayı önünde oluşturulan polis kontrol noktasında katılımcılar tek tek aranarak mitingin gerçekleştirileceği Sıhhiye Meydanı’na alındı. Alana sığmayan emekçiler Abdi İpekçi Parkı’nı ve Sıhhiye köprüsünün üstünü tamamen doldurdu. DİSK’e bağlı sendika üyeleri kırmızı sapka ve bayraklarıyla, KESK’e bağlı sendika üyeleri ise beyaz şapka ve bayraklarıyla miting alanında renkli görüntüler oluşturdu. Mitinge Murat Karayalçın, CHP Milletvekili Oğuz Oyan, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, DTP’li milletvekilleri Selahattin Demirtaş, Akın Birdal, Hasip Kaplan, TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, TTB Merkez Konseyi Başkanı Gençay Gürsoy, Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, Alevi Bektaşı Federasyonu Başkanı Ali Balkız da katıldı.



‘Kriz teğet geçmedi kalbimize saplandı’

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi yaptığı konuşmada, artık sözün bittiğini, eylem zamanı olduğunu söyledi. Bütün iş yerlerin, meydanların, mahallelerin, pazar yerlerinin, dükkanların, okulların eylem alanı olduğunu belirten Çelebi, susmak değil, haykırmak zamanı olduğunu belirtti.

KESK Genel Başkanı Sami Evren de, “yoksulluktan sabrı taşanların, pahalılıktan tadı kaçanların, yolsuzluklardan siniri bozulanların, ayrımcılıktan tepesi atanların” mitingde bir araya geldiklerini söyledi. Evren, 12 Eylül askeri müdahalesinin ardından uygulanan ekonomi politikaları yüzünden sürekli kriz yaşandığını belirterek, bir krizin yaraları sarılmadan diğerinin başladığını ifade etti. Evren, sermaye kesimleriyle, küresel şirketlerle, IMF ve Dünya Bankası ile dost olmayı başaran iktidarların, kendi yurttaşlarıyla, işçilerle, kamu emekçileriyle, köylülerle dost olmayı başaramadıklarını söyledi.



Kontrol noktasında arbede

DİSK Başkanı Çelebi’nin konuşmasını yaptığı sırada kontrol noktasında üzerlerini aratmak istemeyen bir grup ile polis arasında gerginlik yaşandı. Polisin tavrını protesto eden göstericiler, pankart sopaları ve su şişeleri ile karşılık verdi. Miting meydanına giren bir grup öğrencinin de geri dönmesi üzerine olaylar daha da büyüdü. Polis gaz bombasıyla karşılık verirken, göstericiler de polise taş attı. Polisin coplu müdahalesi sırasında çevrede bulunan dükkanlar kepenklerini kapatırken, bazı yurttaşlar da çatışmanın ortasında kaldı. Adalet Sarayı önünde başlayan çatışma Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü önüne kadar sürdü. Çatışmada, Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü binası ile çok sayıda otobüs durağının camları kırıldı. Taşlı sopalı çatışma ara soraklarda devam etti. Arbede nedeniyle bir kişinin kolu kırılırken, bir kişi de kalp rahatsızlığı geçirdi. Kolu kırılan kişi hastaneye kaldırıldı. Sonrasında yatışan olaylar sırasında çok sayıda gösterici ile 6 polis memuru yaralandı.
29 Kasım 2008

Zulme Ve Yoksulluga karsi Ankraya Akti

On binlerce işçi ve emekçi işsizliğe, yoksulluğa ve zamlara karşı Ankara'ya akın etti. Sıhhiye Meydanı doldu . Yüz binlerce emekcinin katildigi mitingde, AKP Hükümetine “Krizin bedelini ödemeyeceğiz” diye seslendi. İşçi ve emekçiler, kitleselliği, coşkusu ve kararlılığıyla güne damgasını vurdu.

Emekçiler, ülkenin dört bir yanından gelen Ankara'ya akın etti, AKP Hükümetinin krizin faturasının kendilerine çıkaran politikalarına isyan etti. Emekçiler sabah saatlerinden itibaren Hipodrom'da buluştu, kortejler oluşturdu. Kortejlerin en önünde “İşsizliğe, yoksulluğa ve zamlara karşı, emek, barış ve demokrasi için birleştik” yazılı pankart yer aldı.

Mitinge DİSK ve KESK'in yanı sıra TMMOB, Türk Tabipleri Birliği, Çitfi Sen, Türk-İş'e bağlı Petrol-İş, DTP, ÖDP ve DHB okurlari ve devrimci cevrelerinde aralarında bulunduğu çok sayıda kurum da katıldı. Mitingin en kitlesel kortejini ülkenin dört bir yanından gelen Eğitim Sen üyesi eğitim emekçileri oluşturdu. İş ve aşları için direnişte olan Tezcan Galvaniz, PHİLİPS, Asil Çelik, Tega işçileri, 11 gündür iş yeri işgali yapan Ankara Üniversitesi yemekhane işçileri, Dev Sağlık-İş üyesi Kan Merkezi işçiler, direnişlerini Ankara'ya taşıdı, görkemli eylemde yerini aldı. Uzun süren yürüyüşün ardından kitlenin bir kısmı Sıhhiye Meydanı'na girebildi. Sıhhiye köprüsünün üstü ve altı doldu. Ancak, Abdi İpekçi Parkına açılmasıyla emekçiler yerini aldı.

Çelebi: Artık söz bitti

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, mitingin açılış konuşmasını yaptı. Çelebi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Kriz bizi teğet geçecek” sözüne atıfta bulundu, “İşte, işten atmalar, ücretsiz izinler, zamlar, işte imzalanmayan toplu iş sözleşmeleri, bir tek tencereye kaşık sallamak zorunda kalanlar" diye konuştu. Çelebi, artık sözün bittiğini, eylem vaktinin geldiğini vurguladı.

Evren: Biz de Kızılay'dayız

KESK Genel Başkanı Sami Evren de, AKP'nin Kızılcahamam'da toplandığını hatırlattı, “Biz de Kızılay'da” dedi. Evren, “Onbinlerce kişi mücadele kararlığının göstermiştir. Kızılcahamam kararlarını dayatanlara bedelini ödeteceğiz” diye konuştu.

Ardahan’da polis DTP’lilere

Bölge gezisi kapsamında Ardahan’a giden DTP Eş Başkanı ve beraberindeki DTP konvoyu, ülkücülerin saldırısına uğradı. Seçim arabasının camlarının tamamının kırıldığı saldırıda, Ayna, polislerin de taş attığını açıkladı. Bazı milletvekillerinin ise isabet eden taşlardan yaralandığı öğrenildi. Önceki gün gazetecilere açıklama yapan MHP eski İlçe Başkanı Levent Pehlivan’ın, DTP’lilerin Ardahan’a giremeyeceğini iddia ettiği ortaya çıktı. Pehlivan, “Ardahan’a sokmayacağız. Sabah yeniden toplanacağız. Bütün Ardahanlıların duyarlılığını bekliyoruz” demişti.
DTP Eş Başkanı Emine Ayna, Milletvekilleri Aysel Tuğluk, Pervin Buldan, Fatma Kurtulan, Özdal Üçer, Nezir Karabaş ile DTP Genel Merkez yöneticileri saldırıyla ilgili DTP İl binasında basın toplantısı düzenledi.
Burada konuşan DTP Eş Başkanı Emine Ayna, Türkiye’de “zorla hortlatılan” ırkçılığı kıracaklarını vurguladı. Gezileriyle ilgili İçişleri Bakanlığına bilgi vermelerine rağmen hiçbir önlemin alınmadığını belirten Ayna, ilin mülkü amirlerinin de artık AKP’nin bürokratları haline geldiğini dile getirdi. Ayna, programlarına kararlı bir şekilde devam edeceklerini belirterek, yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Emine Ayna, “Burada 15-20 kişi bize taş atarak bizi kaçırtacaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Polis isteseydi bu olay yaşanmazdı. Bir grup ülkücü binamızın yanında konumlandırılmıştı. İstenseydi daha uzak bir yerde bekletilebilinirdi. Ancak saldırı sırasında polis göstericileri bana yönlendirdi. Bunu net gördüm. Polis göstericilerle birlikte bize taş atıyordu. Ben Ardahan halkına sağduyusundan dolayı teşekkür ediyorum. Biz gezimizi kararlı bir şekilde sürdürerek halkla buluşmaya devam edeceğiz” dedi. Yapılan açıklamadan sonra DTP konvoyu Göle İlçesine geçti. (HABER MERKEZİ)
DTP: Saldırı AKP gözetiminde yapıldı

DTP Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş, Ardahan’da DTP konvoyuna yapılan saldırıdan hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın sorumlu olduğunu belirterek, olayın organize bir saldırı olduğunu, AKP gözetiminde ve Ardahan Vali Yardımcısı’nın kontrolünde gerçekleştiğini söyledi.
Demirtaş, bu saldırıya “Bu saldırılara vereceğimiz en güçlü cevap AKP’yi sandığa gömmek olacaktır. Bize ‘ya sev ya terk et’ diyenler, kendi yarattıkları ırkçı dalgada kaybolup gideceklerdir” dedi.
Batman’daki İnsan Hakları Anıtı önünde yapılan ve 500 kişinin katıldığı basın açıklamasında DTP İl Başkanı Özcan Erdem, cumhuriyetin kuruluşundan beri şiddet yöntemleri ile çözmeye çalıştıkları Kürt sorunu bu gün itibariyle aynı mantaliteden dolayı ülkenin en temel sorunu olarak gündemdeki yerini koruduğuna vurgu yaptı.

Bölücülüğün Boylesi

aşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bölge gezisinde yaptığı “Ya sev ya terk et” söylemi hala tartışılırken İskenderun’da skandal bir gelişme yaşandı. Belediye Başkanı kentin her yerine “Ya sev ya terk et” yazılı dev afişler astırdı. Belediyenin internet sitesinde “Ölürüm Türkiyem” şarkısı çalınırken, “Türkiye Türklerindir” yazması da dikkat çekti.
MHP’lerin bile artık sahip çıkmadığı ırkçı ülkücü sloganları, hükümetten örnek alan belediye başkanları da kullanmaya başladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bölge gezisinde yaptığı “tek millete karşı çıkan istediği yere” gitsin açıklamasının yankıları bile bitmeden İskenderun DP’li Belediye Başkanı Mete Aslan, ilçenin dört bir yanında bulunan bilbordlara “Bu vatan bizim. Ya sev ya terk et” yazılı dev afişler astırdı. Belediye Başkanı’nın imzası ve resminin bulunduğu afişler, ilçedeki tüm otobüs durakları ve bilbordlarda yer aldı.
Irkçı internet sitesi
Ancak belediye başkanının Türkiye’de yaşayan halklara düşmanlığı bu kadarla da kalmıyor.
Belediyenin adresli internet sayfasında ise yine ülkücülerin söylediği “Ölürüm Türkiye” şarkısı çalıyor. Sitenin üst kısmında ise “Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır. Türkiye Türklerindir” yazısı bulunuyor. Türklerden önce bir çok halkın anavatanı olan Anadolu’nun tarihini, Türklerle başlatan Belediye Başkanı Mete Aslan’ın tüm bunlar nedeniyle Türk Ceza Kanununun (TCK) ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçundan yargılanıp yargılanmayacağı da merak konusu.
TCK 216 madde şöyle diyor: Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(HABER MERKEZİ)
Başbakan ve bakan böyle olursa

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hakkari ziyaretinde yaptığı konuşmada “Biz ne dedik? ‘tek millet’ dedik. Ne dedik? ‘tek bayrak’ dedik. Ne dedik? ‘Tek vatan’ dedik? Ne dedik? ‘Tek devlet’ dedik. Buna kim karşı çıkabilir yahu? Buna karşı çıkabilenin bu ülkede yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin. Bundan daha normal şey ne olabilir” diyerek “ya sev ya terket” demeye getirmişti. Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise Brüksel’de yaptığı bir açıklamada sarf ettiği , “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?” sözleri ile şok etkisi yaratmıştı.

ABD’nin sloganı

“Ya sev ya terk et” sloganı Türkiye’de MHP patentli olsa da sloganın anavatanı ABD. İngilizcesi “Love it, or leave it” olan slogan ilk kez 1940 yılında ABD’de bir radyo yorumcusu tarafından söylendi. 1950 yılında Cumhuriyetçi partinin seçim sloganı haline geldi. ABD’de siyahi harekete karşı ırkçı beyazların, solculara karşı McCarthy’cilerin, Vietnam işgali sırasında da savaş karşıtlarına karşı savaş borazancılarının sloganı olarak sık sık kullanıldı.

Kadınları değil bekareti koruyorlar!

Yurtlarda yaşanan bekaret testlerine tepkiler büyüyor. Tepkiler korunanın kadın olmadığı noktasında birleşiyor
İstanbul’da son dönemlerde yurtlarda bekaret kontrolü yapılmaya başlanması tartışmaları da beraberinde getirdi. Avcılar ve Beşiktaş’taki yurtlarda yaşanan olayların ardından aileler ve genç kızlar mağdur olurken, uygulama tepkilere neden oldu. Avukat Yasemin Öz ve Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, uygulamanın kız çocuklarını, kadın öğrencileri mağdur ettiğini ifade ederken Avukat Öz, “Yetkililerden defalarca koruma istemesine rağmen eşi bir kadını öldürüyor, onlarsa bekareti koruyor” dedi. Eğitim Sen, olaylarla ilgili suç duyurusunda bulanacağını açıkladı.
‘Kızın bakire değil!’
İstanbul’un 2 merkezi ilçesinde yaşanan 2 skandal, ‘bekaret testinin’ sık rastlanır bir olay olduğunu gözler önüne serdi. Avcılar’da Özel Emel Kız Yurdu’nda kalan üniversite öğrencisi C.G’nin (18) boynunda ve yüzündeki kızarıklıkları gören yurt müdiresi N.D, öğrencinin babasını arayıp “Kızınız cinsel ilişkiye girmiş. Durum ortada, kızınızı gelip alın” dedi. Olayın kızının siciline işleneceğini öğrenen baba Y.G, İstanbul’a gelip 2 ayrı hastaneden kızına bekaret raporu aldırdı. Y.G, şikayetçi olacağını söyledi.
Beşiktaş’ta özel bir yurt hakkında ise geçtiğimiz haftalarda inceleme başlatılmıştı. Yurt hakkında yetkililere atılan e-mail’lerin ardından yurda bir ahlak polisi ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden bir görevli gelip rastgele seçilen 30 kız öğrenciye iddiaları sormuştu. Öğrencilere yöneltilen sorular şunlardı: “Yurttaki kızlar hamile mi?, Öğrenciler içip içip sokaklarda naralar atıyor mu?, Yurda erkekler girip çıkıyor mu?...”
Suç işleniyor
Avukat Öz, mağdur öğrencilerin suç duyurusunda bulunması gerektiğini söyledi. Bu tarz olaylarda şikayet arandığını ifade eden Öz, “Yasaya göre bekaret kontrolüne zorlamak da suç. İhbar alsalar da harekete geçme yetkileri yok. Bizlere de sürekli dava açmak düşüyor” dedi. Öz, C.G’nin bakire çıkmaması halinde başına gelecekler konusunda yurt müdürünün sorumsuzluğuna da dikkat çekti. Öz, “Ayrıca cinsel istismara maruz kalan kız çocukları, polisten defalarca korunma istemesine rağmen sonunda kocasının kurşunuyla öldürülen kadınların olduğu bir ülkede yurtlarda yaşayanları ‘ahlaksızlıktan korumak görevi’ ne kadar inandırıcı olabilir?” diye sordu.
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yurtlarla ilgili soruşturma başlattığı öğrenilirken, Eğitim Sen Genel Başkanı Kılıç, ilerleyen günlerde suç duyurusunda bulunacaklarını ve bekaret tartışmasının AKP’nin iktidar olduğu döneme denk gelmesinin ise tesadüf olmadığını söyledi. Kılıç, “Mağdur olan kız çocukları oluyor. Öncelikle öğrencinin kendisi travma yaşıyor. Ardından, zaten kız çocuklarının okula gitmesinin zor olduğu bir ülkede aileler bu tarz olaylarla daha engelleyici olabiliyor. Belki sadece yurtta kalması istenmediği için eğitim hakkından olabiliyorlar” diye konuştu. Kılıç’a göre MEB’in yurtlarda ilgilenmesi gereken, altyapı eksikliği ve sayıların yetersizliği gibi daha öncelikli sorunlar bulunuyor. (İstanbul/EVRENSEL)
‘Falçata tehdidiyle bekaret kontrolü yaptılar’

18 yaşındaki C.G. olaya ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. C.G, boynundaki kızarıklıklar nedeniyle kendisini ‘erkeklerle birlikte olmakla’ suçlayan yurt müdürü N.D, yardımcısı ve çarşaflı bir doktorun, kendini falçatayla tehdit edip ‘bekaret muayenesi’ yaptıklarını ileri sürdü.
“Beni odaya kapatarak ‘üzerindekileri çıkar, aksi takdirde falçatayla kıyafetlerini paramparça ederiz’ dediler. Hem soyup, hem de hakaret ettiler” diyen C.G, yurttan atıldığını ve bir özel üniversitenin meslek yüksekokulundaki öğrenimine ara vermek zorunda kaldığını söyledi. Kızarıklıkların yatakhanede yastık kavgası yaparken oluştuğunu belirten C.G’nin babası Y.G, kızını okutacak parası kalmadığını kaydetti. Olay, CHP tarafından Meclis gündemine taşındı.

28 Kasım 2008 Cuma

KRİZ HALKIN ÜMÜĞÜNÜ SIKTIRIYOR

Asgari Ücret Tespit Komisyonu önceki gün toplandı. Bu toplantıların yıl sonuna kadar süreceğinden şüphe yoktur.
Ve daha ilk toplantıdaki tutumlarıyla, hükümet ve patronların, söz konusu olan asgari ücret olunca; “Olsa da versek”, “Verirsek Türkiye batar” edebiyatına şimdi de “Kriz var!” deyip; “Asgari ücreti beğenmeyen çalışmasın”, ya da “Bu asgari ücret çoktur bile” demeye hazırlandıkları anlaşılmaktadır.
ABD, 700 milyar dolarlık kriz fonunun yarısını, batan bankların hisse senetlerine yatırdıktan sonra, bu yolla krizle başa çıkılamayacağını anladı. ABD maliye bakanı bu açıkça söyledi. Sonra da, halkın harcamalarını artırıcı doğrultuda, Keynesyen diye bilinen önlemlere yöneldi. Şimdi de AB ülkeleri, 200 milyar avroluk bir “paket”le yatırım harcamalarının artırılması ve vergi indirimlerine gidilmesi doğrultusunda kararlar aldı.
Yani kapitalist sistemin en önemli ülkeleri; vergileri indirip, devlet harcamalarını artıran ve yatırımları canlandıran önlemlere yönelirken, Türkiye de hükümet “istikrar programları”ndan, “mali disiplin”den sapılmayacağı, devletin ve yerel yönetimlerin harcamalarında kısıtlamaların süreceği gibi açıklamalar yapmaya devam etmektedirler. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun ilk gününde hükümet ve patron temsilcilerinin konuşmasında da bu politikalara devam edileceği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalara bakıldığında iki etkenden söz edebiliriz: Bunlardan birincisi, Türkiye’yi yönetenlerin bu krizi hala 2001 krizi gibi gördüğü ve önlemlerini de o günlerin IMF politikalarına uygun olarak almaya çalıştığıdır. İkinci neden ise; önlemlerin “borç ödeme”yi esas alan bir “kiriz bütçesi”nde ısrar edileceği; bunun da IMF ve uluslararası sermeyenin isteğine uygun bir yaklaşım olduğudur. Yani gelişmiş kapitalist ülkeler kendi ülkelerinde krizi aşmak için hizmet ve mal üretimine yatırım yapıp, halkın alım gücünü yükselten önlemlere yönelirken, Türkiye gibi ülkelere, “Sizin asıl işiniz bizden aldığınız borçları bir an önce ödemektir; dolayısıyla siz yatırma değil bütçede ‘faiz dışı fazla’ya çalışmalısınız” demektedirler.
Gerekçe ne olursa olsun; ortaya çıkan gerçek, hükümetin kriz önlemleri “halkın ümüğünü sıkma” merkezlidir. Ve öyle anlaşılmaktadır ki; Başbakan Erdoğan belki kendi ümüğünü sıkmama konusunda IMF’yi ikna etmiştir ama “halkın ümüğünü birlikte sıkalım” da IMF ile fikir birliği yapmıştır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu bu şartlarda toplandı. Yani gelişmiş kapitalist ülkelerde hükümetler, krizi aşmak için halk yığınlarının gelirlerinde, vergi indirimi, zamlardan kaçınmak ve gelirleri artırıcı diğer önlemlere yönelirken, Türkiye’de hükümet ve patronlar; “kamuda harcama disiplini”nde ısrar, ücretlerin aşağı çekilmesini başararak, asgari ücreti en alt düzeyde tutarak krizi aşacaklarını düşünmektedirler ki; bu aslında sadece Türkiye’deki değil gelişmiş kapitalist ülkelerdeki krizin faturasının da Türkiye’nin (elbette diğer geri ülkelerin de) işçilerine, emekçilerine ödetmenin politikasıdır.
Oysa Türkiye’de asgari ücret, açlık sınırının bile çok altındadır. Ve yıllardır da sendikalar ve emek örgütleri; asgari ücretin açlık sınırın üstüne çıkarılması ve vergiden muaf tutulması, asgari ücretin tek kişi değil “işçi ailesi” üstünden hesaplanması taleplerini dile getirmektedirler. Ancak her seferinde hükümet ve patronlar; asgari ücretin en alt seviyede tutarak, “azami sürünme ücreti” olarak korumuşlardır.
Son krizle birlikte; rantiyeden tek aldığı vergi olan “stopaj vergisi”ni sıfırlayan, patronlara vergi borçlarının yüzde 3 faizle 18 ay erteleyen ve sermayeye yeni vergi istisnaları getirmek ve kredi imkanlarını genişletmek için çalışmalar yürüten hükümet, asgari ücretlinin vergisini sıfırlamaya yanaşmamaktadır.
“Asgari ücret nedir; neden vergiden muaf olması adildir; düzeyi açlık sınırının üstünde olmalı ve dört kişilik aile üstünden hesaplanmalıdır” konuları üstüne uzun açıklamalar, en azından bu köşenin okurları için gereksizdir. Çünkü yıllardır bu konular tartışılmıştır. Bugün bu gerekçelere; gelişmiş kapitalist ülkelerin krize karşı mücadele stratejilerinin bir dayanağının da asgari ücretin en az düzeyde tutulması yerine, asgari ücretin ekonominin canlandırılması için de artırılması gereken bir ücret olduğu eklenebilir. Bir başka söyleyişle kriz, asgari ücretin düşük tutulmasının değil yükseltilmesine neden gösterilebilir. Ama, hükümet ve büyük patronlar, IMF Türkiye’de krizi sadece emekçilerin halkın sırtına yıkıp; borç ödemeye indirgendiğinde elbette asgari ücretin düşük olmasında ısrar edeceklerdir. Sendikalar, emek örgütleri ve emekçiler, ancak mücadele ile asgari ücreti yükseltebilirler. Bunu, henüz başlayan “asgari ücret” tartışmaları bir kez daha göstermektedir.

Hindistan’da lüks binalara saldırı

Hindistan’ın Mumbai kentinde silahlı kişilerin çeşitli yerlerde önceki gece başlattıkları saldırılarda 81’i Hintli 125 kişi öldü, 314 kişi yaralandı.
Mumbai’ye teknelerle gelen silahlı kişiler, lüks Tac Mahal ve Trident-Oberoi otelleri, bir restoran, hastaneler ve bir tren istasyonu dahil olmak üzere en az 10 ayrı yerde önlerine gelene otomatik silahlarla ateş edip el bombaları atarken, saldırılardan yaklaşık 18 saat sonra militanlarla askerlerin aralıklarla çatıştığı, durumun kontrol altına alındığı söylenen 105 yıllık Tac Mahal Oteli’nde 100’den fazla kişinin odalarında kapana kısıldığı belirtildi.
Tac Mahal Oteli’nden öğleden sonra 3 ceset ve rehineler çıkarılırken, Maharaştra Eyaleti Emniyet Müdürü A.N. Roy’un açıklamasına göre militanlara karşı düzenlenen operasyonun sürdüğü Trident-Oberoi Oteli’nde hâlâ rehinelerin bulunduğu, adı duyulmamış Deccan Mücahidin örgütünün üstlendiği saldırılarda ölenlerden 6’sının yabancı, bunlardan birinin Japon, birinin Avustralyalı, birinin İngiliz ve birinin İtalyan olduğu, 26 Güney Korelinin ise saldırılardan yara almadan kurtulduğu ifade edildi. Militanlar, cezaevindeki Müslümanların serbest bırakılmasını isterken, Trident-Oberoi Oteli’nde 10-12 militanın bulunduğu ve bu kişilerle pazarlık yapılmadığı bildirildi.
Bir televizyon kanalı ve polisin açıklamasına göre açıkça İngiliz ve Amerikan vatandaşlarını hedef aldıkları görülen ve bir Yahudi yardım kuruluşunu da basan saldırganların burada rehin aldığı 3 kişi arasındaki İsrailli Haham Gavriel Noach Holtzberg’in 2 yaşındaki oğlu Moşe Holtzberg’in yara almadan kurtarıldığı belirtildi.
Görgü tanıkları, siyah tişört ve kot pantolon giyen 20’li yaşlarındaki saldırganların, Hindu veya Urdu dili konuştuklarını söylerken, polisin saldırganlardan 8’ini öldürdüğü, 9 şüpheliyi de tutukladığı kaydedildi. Saldırılarda, biri terörle mücadele birimi şefi olmak üzere 14 polis öldü. Tac Mahal Oteli çevresinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentte dün okullar kapatıldı.
Hindistan başbakanı: Saldırı iyi planlanmış
Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, saldırıların ardından televizyondan halka seslendi. Singh, “iyi planlanmış” saldırının dış bağlantıları olabileceğini kaydetti. Başbakan Singh, “İyi planlanmış, gerçekleştirilmiş ve dış bağlantıları olabilecek bu saldırı, yüksek profilli hedefler seçerek terör atmosferi oluşturmayı hedefledi.” diye konuştu. Tümgeneral R.K. Hooda ise, "saldırganlarınsınırın öte tarafından, belki de Pakistan'daki Faridkot'tan geldiklerini", ancak Haydarabad kentinden geldikleri izlenimi yaratmak istediklerini savundu.

Dostel işçisi fabrikaya kapandı

Dostel Fabrikası’nda 30 kişinin işten atılması üzerine işçiler fabrikayı terk etmeme eylemine başladı
Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Dostel Makine’de 30 işçinin kriz gerekçesiyle işten atılması üzerine işçiler fabrikaya kapandı. Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu ve 250 işçinin çalıştığı fabrikada üretimi durduran ve fabrikadan ayrılmayan işçiler, karar geri alınana kadar eylemi sürdüreceklerini açıkladılar. 08.00 ile 16.00 arasında çalışan işçiler akşam saatlerinde ise kendilerine destek vermeye gelenlerle birlikte Gebze’ye doğru yürüyüş yaptılar.
Dostel’de dün sabah 30 işçinin işten atıldığı açıklandı. İşyeri temsilcileri ve Birleşik Metal-İş yöneticileri fabrika yetkilileriyle yaptıkları görüşmeden sonuç alamayınca, işçiler saat 16.00’da üretimi durdurarak eyleme başladı.
08.16.00 vardiyasında çalışan işçiler, 16.00-24.00 vardiyasında çalışan işçilerle birlikte fabrikada beklemeyi sürdürüyor. İşten atılan işçiler ise fabrika önünde arkadaşlarına destek veriyor.
Eylemle ilgili gazetemize açıklama yapan Birleşik Metal-İş İşyeri temsilcisi Selçuk Balcı, kriz gerekçesiyle fabrikadan işçi atılmasını kabul etmeyeceklerini ifade etti. İşten atılanlar arasında eski ve yeni işçilerle sendikalı ve sendikasız işçiler bulunduğu bilgisini veren Balcı, kriz gerekçesinin doğru olmadığını dile getirdi. Patronun asıl amacının sendikal örgütlülüğü zayıflatmak olduğunu belirten Balcı, krizin bedelini ödemeyeceklerini, karar geri alınana kadar eylemi sürdüreceklerini ifade etti.
Gebze’ye yürüyüşe geçtiler
Dostel’deki eylem üzerine Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu Bosal Mimaysan işçileri ile Petrol-İş’in örgütlü olduğu Mega Plast ve Özay Plastik işçileri ve Birleşik Metal-İş yöneticileri de fabrika önüne gelerek işçilere destek verdiler. Burada işçilere seslenen Şube Başkanı Erdoğan Özer, işten atmaları kabul etmeyeceklerini dile getirdi. Erdoğan’ın açıklamasının ardından fabrika içinde bulunan 08.00-16.00 vardiyası işçileri de dışarı çıktı. Bir süre sonra desteğe gelen işçiler, işten atılan işçiler ve sendikacılar, Gebze’ye doğru yürüyüşe geçtiler.
Soğuğa ve sağanak yağmura rağmen “İşten atmalar yasaklansın”, “Atılan işçiler geri alınsın”, “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla 10 kilometrelik yolu yürümeye başlayan işçiler, bazı noktalarda yolu trafiğe kapattılar.
Jandarmanın yürüyüşü engelleme çabalarını da boşa çıkaran işçilerin yürüyüşü, gazetemiz yayına hazırlandığı saatlerde devam ediyordu.

Irak 3 yıl daha işgal altında

ABD askerlerinin 2012 yılına kadar Irak’ta kalmasına olanak sağlayan ‘Güvenlik Anlaşması’ Irak Parlamentosu’nda kabul edildi
Irak Parlamentosu, dün ikinci kez gerçekleştirdiği oturumla ABD askerlerinin Aralık 2011’e kadar Irak’ta kalmasını öngören anlaşmayı onayladı. Irak Meclis Başkanı Mahmud El Meşhadani, 275 sandalyeli parlamentoda 198 üyenin katıldığı oylamada 149 kişinin anlaşmaya kabul oyu verdiğini açıkladı. Önceki gün yapılması planlanan oylama, taraflar arasındaki pazarlıkların uzaması nedeniyle düne ertelenmişti.
Iraklı liderler ve Şii lider Ayetullah Ali El Sistani, anlaşmanın onaylanmasından önce geniş bir kabul görmesi için çaba göstermişlerdi. Şii hükümeti, mecliste iki Sünni bloğunun, anlaşmanın önümüzdeki yıl referanduma sunulması teklifini kabul etmişti. Ancak Saddam’ın Baas Partisi’nin eski üyelerinin yakalanması ve mahkemeye çıkarılmasının durdurulması, Saddam’ı idama mahkum eden mahkemenin lağvedilmesi şeklindeki iki talebi Şii hükümetinden kabul görmemişti.
Parlamentonun onayından önce bir açıklama yapan Şii milletvekilleri, Sünni gruplarıyla güvenlik anlaşmasını desteklemeleri konusunda uzlaştıklarını belirtti. Aralarında Meclis Başkan Yardımcısı Ali El Attiya’nın da bulunduğu bazı milletvekilleri, Sünni üyelerin bazı politik reformlar karşılığında anlaşmayı desteklemeyi kabul ettiğini söyledi. Attiya ile birlikte açıklama yapan Sami El Askeri ve Ali El Edip, anlaşmanın detayları konusunda ise bilgi verilmedi; ancak Sünnilerin daha önce kabul edilmeyen taleplerinin Şii hükümeti tarafından kabul edilen şartlar arasında olmadığını kaydettiler.
Parlamento’daki en büyük Sünni bloğu Irak Uyum Cephesi’nin sözcüsü Salim Abdullah da 44 üyeli grubunun anlaşmaya kabul oyu vereceğini söyledi. Salim Abdullah, kendi gruplarının ve diğer bazı küçük grupların taleplerinin kabul edildiğini belirtti. Abdullah, talepleri doğrultusunda 30 Temmuz 2009 itibariyle güvenlik anlaşmasının halkoyuna sunulacağını ifade etti.
ABD askerlerinin 30 Haziran’a kadar Irak şehirlerinden, 1 Ocak 2012 itibariyle de tüm ülkeden çekilmiş olmasını öngören anlaşma, şimdi onay için üç üyeli Cumhurbaşkanlığı Konseyi’ne gönderilecek. Anlaşmanın burada da onaylanması bekleniyor.
Sadr grubu dava açacak
Irak parlamentosunda 30 milletvekili bulunan Sadr grubu, parlamento tarafından onaylanan Irak-ABD güvenlik anlaşmasının iptali için her türlü yola başvuracağını ve uluslararası mahkemelerde dava açacağını bildirdi. Sadr grubu, oylamadan hemen sonra yaptığı açıklamada, güvenlik anlaşmasının Irak halkını bağlamadığını, sadece lehte oy kullananları bağladığını söyledi.
Anlaşmanın iptali için uluslararası mahkemelerde dava açılacağı ifade edilen açıklamada, anlaşmanın parlamentodan geçmesi için milletvekillerine her türlü baskının yapıldığı görüşüne yer verildi.
Sadr grubunun açıklamasında, anlaşmanın kabul edildiği günün, “Amerikan kuvvetlerinin çekilmesinin başlangıcı yerine sömürgeciliğin başlangıcı” olduğu ifade edildi. Açıklamada, anlaşmanın onaylanması ve imzalanması sorumluluğunun hükümete ve parlamentoya ait olduğu ifade edildi. Sadr grubundan bazı milletvekilleri, oylama sırasında “Anlaşmaya hayır, Irak’a evet” sloganını attı ve “Anlaşmaya hayır” yazılı pankartlar açtı. (DIŞ HABERLER)
Anlaşma maddelerinden bazıları:
ç ABD askerleri, 30 Haziran 2009’dan itibaren, tüm şehirlerden çıkacak. 31 Aralık 2011 tarihinde de ülkeyi tamamen terk edecek.
ç Irak hava sahasının kontrolü Iraklılara geri verilecek, ancak Irak hükümeti ABD’den gözetleme ve kontrol amaçlı görevler için ‘destek’ talep edebilecek.
ç Amerikalı sözleşmeli güvenlik personeli, Irak yasalarına bağlı olacak ve Irak mahkemelerinde kovuşturulabilecek. ABD askerleri ve Savunma Bakanlığının sivil çalışanları, Amerikan askeri yasalarına tabi olacak.
Ancak anlaşma bu kişilerin, üsleri ve görevleri dışında taammüden işlenen suçlarla ilgili olarak ve ciddi davalarda Irak mahkemelerinde yargılanabilmelerini öngören bir mekanizma içeriyor.
ç Tüm askeri operasyonların, ortak bir Irak-ABD komitesince onaylanması gerekecek. ABD askerleri, Irak’ın izni olmadan Iraklılara ait evleri arayamayacak.
ç Anlaşma, ‘Irak’ın demokratik sisteminin tehdit altında olması’ halinde, ABD’ye “gerekli önlemleri alma hakkı” tanınıyor.

27 Kasım 2008 Perşembe

Kız yurdunda bekâret testi

Avcılar’daki Emel Kız Öğrenci Yurdu’nda kalan üniversite öğrencisi C.G’den boynunda ve yüzünde bulunan kızarıklık nedeniyle yurt yönetimi bekâret testi istedi. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre C.G’nin boynunda ve yüzündeki kızarıklıkları gören yurt müdiresi Nuray Dağ, C.G’nin babasını aradı. Babasının, iddiaların gerçekdışı olduğunu söylemesine karşın kendisine inanmadığını söyleyen C.G. müdirenin, babasına “Kızınız cinsel ilişkiye girmiş” dediğini söyledi. C.G. bunun üzerine müdireyi aradığını ancak müdirenin kendisine “Böyle bir şey demedim. Baban senin gözünü korkutmak istemiş, ben yalnızca ‘Buraya gelin, konuşalım” dedim” diyerek konuyu kapatmaya çalıştığını dile getirdi.

Durum ortadaymış!

C.G. olayı şöyle anlattı: “Olaydan 4 gün sonra yurt müdiresi Dağ ile bir görevli ve doktor olduğu iddia edilen kapalı bir bayan, yüzüme ve boynuma baktı.

Yurt müdiresi babamı arayarak ‘Yanımda 2 yetkili var. Durum ortada, kızınızı gelip alın’ dedi. Babam, doktorun kim olduğunu sordu ancak müdire cevap vermedi. Ertesi gün babamla Küçükçekmece Kızılay Tıp Merkezi’ne gittim. Muayenenin sonucunda bakire olduğum belli oldu.”

C.G’nin babası ise, “Yurt yönetimi saçma sapan şeyler söyledi. Şok oldum. Yetkili birimlere şikâyette bulunacağız” diye konuştu.

Bu ‘gemi’ ‘bizim gemi’ değil!

Krizin toplumsal yaşamın tüm alanlarını etki altına alması, bu etkilerin ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesi ve çeşitli sınıfların krizin etkilerini farklı biçimlerde ve değişen düzeylerde hissedip yaşamaları kaçınılmazdır. Kapitalizmin asalak-rantiye emperyalist ülkelerinde, egemen sınıflarla hükümetlerinin, ekonominin durgunluk ve düşüş eğilimine girdiğini açıklayarak uygulamaya koydukları “restorasyon/onarım/düzeltme önlemleri”ni, tüm toplumu yıkımdan kurtarmaya yönelik çabalar olarak göstermeleri -onları bağımlı ülkelerin iş birlikçi yönetimleri izlemekte gecikmediler- her şeyden önce bu ‘maddi kaçınılamazlık’ ile bağlıdır. Burjuvaziyle emrindeki politikacı-iktisatçı ve sosyologlar, kriz koşullarında izlenecek politikaları “tüm toplumun yararına kaçınılmazlıklar” olarak gösterirlerken, açık ki, sistemin, sömürülen, ezilen ve kriz koşullarında yıkıma daha fazla sürüklenen sınıf/sınıfların omuzları üzerinden, onların sırtından sürdürülmesini/yaşatılmasını hedefliyorlar. Mali sermayenin sözcüleri, ekonomi ile sosyal yaşam arasındaki ilişkilerin kriz koşullarında daha belirgin sonuçlar doğurduğunu, açıkça görülebilir hale geldiğini, bunun da sömürülen ve baskı altında tutulan emekçi kesimlerinin yaşamlarını sürdürebilme olanağıyla sermayeye karşı mücadele arasındaki koparılamaz dolaysız bağı görmelerinde rol oynadığını kuşku yok ki biliyorlar ve buna karşı önlem almaya çalışıyorlar. Onlar diğer yandan, krizle birlikte yaşanacak yıkımdan her kesime “bir pay düşeceği”ni de görmekte ve her bir tekelci işletme, holding vs. kriz koşullarının aşılması söz konusu olabilirse eğer, o durumda rakiplerinden daha ileride ve güçlü olarak pazar paylarını koruma ve artırmanın olanaklarını elde tutmak ya da yaratmak istemektedirler. Krizi ve etkilerini kabul etmeyen artık neredeyse yoktur. Aktüel somut sorun haline gelen krizin “nasıl atlatılacağı” ya da krizin etkileri karşısında kimin ne yapacağıdır. Küçük işletmelerin çok sayıda birbiri ardına iflasa sürüklenmesi, büyüklerin bir kesiminin batmaya yüz tutması, bono-tahvil-hisse senetleri piyasasında dönen manevralarla bazı büyük firmaların öteki kimilerini yutma durumlarının ortaya çıkması, kapitalist pazar kavgası ve rekabetin ‘olağan koşulları’ndan da farklı olarak yıkımın “bireysel” kapitalist ve “tekil firmalar” için çok daha yakından yaşanması ve hızla gerçekleşmesini, herkesin görebileceği biçimde ortaya koymaktadır. Bundandır ki, üretici sektörün şefleri, bir yandan banka yönetimleri diğer yandan ve aslında mali ve sanayi sermayedarlar olarak hepsi birlikte hükümet(ler)den yeni düzenlemeler için acele etmelerini, faiz-kredi-borç politikalarını “radikal şekilde gözden geçirerek” krizin etkilerini sınırlamalarını ve “bir an önce atlatılması için ne gerekiyorsa yapmalarını” istemektedirler. Faiz oranlarının aşağı çekilmesinin, kredilerin geri ödenmesi süresinin uzatılmaya çalışılmasının, işsizlik fonları gibi işçi-emekçi birikimlerinin kapitalistlerin istekleri yönünde kullanılması için yasal düzenlemelere girişilmesinin ve işçi istemlerine karşı sermaye dayanışmasının hükümet politikası olarak şekillenmesi yönündeki tüm girişimler bu istemlere uygun düşmektedir. Bu çabaların etkili olması için tüm olanakların seferber edildiği bir diğer yanını da “Hepimiz aynı gemideyiz, gemi batarsa hepimiz batarız!” propagandası oluşturmaktadır.
Sömürücü egemenlerle her türden temsilcilerinin zorluklarla karşılaştıkları her durumda yinelenen bu propaganda, hemen tüm kapitalist ülkelerde, sistemi (kapitalist düzen ve onun sürdürülmesinin kurumlarını/mekanizmalarını) tüm sınıfların ve herkesin üzerinde yaşadığı “bir ada”; “okyanusta yüzen bir gemi” vs.ye benzeterek, yaşamın sürdürülmesi için korunması gereken zemin olarak göstermektedir. Amaç, işçi sınıfı ve ezilenlerle onların çeşitli politik ve mesleki örgütlerinin bu sistemin çelişkilerini, kapitalist sömürü ve burjuva baskıdan kurtulmak için değerlendirmelerini önlemek, mücadeleye atılmalarına barikat örmek, bunu yaparken de, işçi ve tüm ezilenlerin saflarında, “Aman gemi batarsa hepimiz boğuluruz” anlayışının yer etmesini sağlayarak egemenliklerini sürdürmektir. Burjuvaziyle hükümetleri, dümeni ellerinde tutmak, motorları ve makineleri yenilemek ve büyütmek, yeni gemiler, fabrikalar, binalar ve topraklar edinmek için her fırsatta ve daha fazla kâr için binlerce, on binlerce işçiyi ‘okyanusun azgın dalgaları arasına’ fırlatıp atmaktan kaçınmazlarken, “aynı gemideyiz, aman dikkat edin, fedakarlık yapın da gemi batmasın” masalını tekrarlamayı ihmal etmiyorlar. Kriz kapitalist çakalların emekçilere karşı saldırılarını vahşet düzeyine çıkarmasına, örneğin Türkiye’de Ağustos 2008 sonu itibariyle 200 bin kişinin işsizler ordusuna katılmasına ve tüm kapitalist ülkelerde on binlerce işçi işten atılmış -yani yaşama olanak ve koşulları önemli oranda ellerinden alınmış- olmasına rağmen, “aynı gemi-ortak çıkarlar-ortak kader” mavalı sürdürüyorlar. Kendi aralarındaki paylaşım ve hakim olma kavgasına, keskin ve acımasız yutma-yok etme piyasadan silme hedefli rekabete rağmen işçi ve emekçiler karşısında bir cephenin savaşçıları olarak hareket etmekte; düşük ücret, düşük maaş uygulamasını, ücretli izin tatilini, ikramiye ve kıdem tazminatı gibi kazanımları ortadan kaldırmayı ve emekçiler aleyhine daha birçok sermaye ve hükümet uygulamasını “geminin yüzdürülmesi için” gerekli görmektedirler.
Bunların “gemisi”nin emekçilerin alın terini ve kol gücünü yakıt edinerek bugüne kadar yüzdüğü düşünüldüğünde, onu yüzdürmeyi sürdürmelerinin yine işçi ve emekçilerin emek gücü sarfına/mülk edinilmesine bağlı olduğu da görülür. Ancak o “gemi”de, işçilerin ve öteki tüm emekçilerin alt katlardaki kürek mahkumları durumunda oldukları, takatsiz kalanların, hastalananların, çalışamaz duruma gelenlerin aşağıya atıldıkları da, ret ve inkar edilemez bir gerçektir. En açık kanıt, kriz nedeniyle alındığı ve alınması istenen tüm “önlemler”in sermaye yararına fakat emekçilerin aleyhine olmasıdır. Kapitalistleri koruyan politikaların işçi ve emekçileri “gözden çıkarma”yı esas aldığını kimse inkar edemez. Bu da, işçilere, kent ve kır yoksullarına, küçük üreticilere, gençlik ve kadınlara bu her yanından su alan geminin yüzdürülmesi için kol kanat germe yerine, aç ve yoksul kalmayacağı, işsizlikle terbiye edilmeyeceği, tüm insanların gereksinmelerinin karşılanacağı koşulların yaratılması ve sömürünün olmayacağı yeni bir toplumsal düzen için kavgayı yükseltme hakkı ve sorumluluğu vermektedir. Kapitalistler için fedakarlık zamanı değildir! Bu “gemi” “bizim gemi” değildir!

Ağrı’da binler karşıladı

DTP’nin yerel seçim çalışmaları kapsamında düzenlediği bölge gezileri sürüyor. DTP Eş başkanı Emine Ayna ile milletvekilleri ve yöneticilerin de aralarında bulunduğu DTP’lileri, Ağrı’da yaklaşık 10 bin kişi karşıladı. Halka seslenen DTP Eş Başkanı Emine Ayna, Kürtlerin AKP’ye 22 Temmuz’da bir şans verdiğini, ama AKP’nin bu şansı kullanamadığını belirtti. Ayna, “Şimdi ise halkımız AKP’den hesap soracak. Bana haklarımdan, özgürlüğümden, demokrasiden söz ettin. Sana şans verdik, bunu kullanmadın. Kürt sorununu çözmek için bizimle konuşmadın” diyerek, AKP’nin artık Kürtlerden oy alamayacağını söyledi.
Daha sonra Iğdır'a geçen Ayna, burada yaptığı konuşmasında ise halkı başta Gülen cemaati olmak üzere “din istismarcılarına karşı” uyardı. 22 Temmuz’da Kürt halkının kandırılmaya çalışıldığını ancak Kürtlerin bir daha kandırılamayacağını belirterek, “Şimdi Kürtleri bırakıp Alevileri kandırmaya çalışıyorlar” dedi. DTP'liler, bugün ise Kars'ta olacak.
DTP Edirne il binasına saldırı
Öte yandan DTP Edirne il binasına önceki gün gece saldırı düzenlendi. Bir İş hanının 3. katında bulun büronun bütün camları kırıldı. Polis bir kişiyi gözaltına aldı. Daha önce de parti binalarına yönelik çeşitli saldırılar düzenlendiğini belirten İl Başkanı Beşir Belke, Edirne’nin en işlek yerinde bulunan parti binasına bu kadar rahat saldırı düzenlenmesinin düşündürücü olduğunu söyledi. Belke, her türlü saldırıya karşı çalışmalarını sürdüreceklerini söyledi.

Sağlıkçılar yürüyor

Hastaneleri ticarethane, hastaların müşteri, sağlık çalışanlarının sözleşmeli köle ve taşeron işçisi haline getiren “Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı”na karşı birleşen SES, Dev Sağlık-İş ve TTB Ankara’ya yürüyüş başlattı. Kocaeli, Bursa ve Eskişehir üzerinden Ankara’ya gidecek olan sağlık emekçileri, Çapa Tıp Fakültesi ve Kızılay Kan Merkezi’nde örgütlendikleri için işten atılanlara destek vermek için Kızılay Kan Merkezi önünde bir araya geldi. Buradan Aksaray Metro İstasyonu’na yürüyen sağlık emekçileri, “Sağlıkta ticaret ölüm demektir”, “Herkese sağlık güvenceli gelecek”, “Krizin bedeli patronlara” ve “Sendika hakkımız engellenemez” sloganları attı. KESK Genel Başkanı Sami Evren, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve TTB Genel Başkanı Gencay Gürsoy’un da katıldığı yürüyüş sonunda sağlık çalışanları Aksaray Metro İstasyonu önünden otobüslerle uğurlandı. Üç gün sürecek yürüyüş sonunda sağlık çalışanları, KESK ve DİSK’in Ankara’da düzenleyeceği mitinge katılacaklar.
Yemek boykotu
Bu arada Şişli Etfal Eğitim Araştırma Hastanesi’nde SES üyeleri yemeklerin ücretlendirilmesine karşı yemek boykotu yaptı. 400 kişinin katıldığı boykota, Türk Sağlık-Sen de destek verdi. Burada açıklama yapan SES İşyeri Temsilcisi İlyas Gezik, haklarının gasp edilmesine karşı mücadele çağrısında bulundu.

İsrail askerine öldürme emri

İsrail ordusunun, bir İsrail mahkemesi tarafından yasaklanmasına rağmen Batı Şeria’daki Filistinlilere yönelik suikastlar gerçekleştirmeye devam ettiği iddia edildi. İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin bu tür öldürmeleri yasaklamasına rağmen İsrail ordusundan üst düzey komutanların, bu tür suikastlar gerçekleştirilmesi konusunda yazılı talimatlar verdiklerini duyurdu.
Gazete, üst düzey ordu yetkililerinin yazdığı bu talimatlarda suikastların, hedefteki kişinin tutuklanmasının mümkün olmadığı durumlarda yanındaki masum kişilerin de hayatlarını kaybetmesi pahasına gerçekleştirilmesi savunuluyor. Gazeteye konuşan eski bölge komutanlarından General Yair Naveh de “Eğer bu kişi ellerini yukarı kaldırmazsa hiç soru sormuyoruz, hemen bağlantı kuruyoruz” dedi. 2005-2007 yılları arasında Batı Şeria’yı da içine alacak şekilde bölge komutanlığı yapan Naveh, “İnsanların hiçbir şekilde incinmesini istemem. Eğer bu kişinin silahlı olduğunu veya silahlı bir bomba olduğunu biliyorsam, hiç oyalanmadan vurulmasını isterim” diye konuştu. Gazete ayrıca, ele geçirdiğini belirttiği orduya ait bu yazılı talimatların, 2006 yılında İsrail Yüksek Mahkemesi’nin aldığı kararları açık bir şekilde ihlal ettiğine dikkat çekiyor. Mahkeme, sadece şüpheli kişinin tutuklanmasının mümkün olmadığı durumlarda öldürülmesine izin veriyordu. Mahkeme, sivillere gelecek zararın sadece tersi bir durumda daha fazla insanın zarar görmesi halinde yasal olduğunu belirlemişti.
Askerler cezalandırılmıyor
Öte yandan İsrail ordusunun, Filistinlilere karşı saldırılarından dolayı 2001-2007 yılları arasında soruşturma açtığı askerlerden sadece yüzde 6’sını suçladığı bildirildi. İsrail merkezli Yesh Din adlı insan hakları grubu, İkinci Filistin İntifadası’nın başlamasından bu yana İsrailli askerlere yönelik 1200 soruşturma başlatıldığını, ancak bunlardan sadece 78’inin sonunda askerlere suçlamada bulunulduğunu açıkladı. İsrail ordusu ise grup, söz konusu raporun bir kopyasını kendilerine göndermediği için suçlamalar hakkında açıklama yapmayı reddetti.

Asgari ücret Patronalırn Hedefinde

Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK) 1 Ocak 2009’dan itibaren geçerli olacak yeni asgari ücret rakamını belirlemek üzere ilk toplantısını yaptı. Patron temsilcileri “kriz”i ve genç işsizliği bahane ederek asgari ücretin düşürecek taleplerde bulundular. Yapılacak zammın fiyat artışları yerine hedeflenen enflasyona göre yapılmasını, 16 olan yaş sınırının 25’e çıkarılmasını, toplusözleşme yapılan fabrikalarda yasal asgari ücretin uygulanmamasını isteyen patronlar, vergi yükünün azaltılmasını talep ettiler. Çalışma Bakanı Faruk Çelik ise şu an 503 YTL olarak uygulanan asgari ücreti enflasyona ezdirmediklerini öne sürdü. İkinci toplantı 15 Aralık’ta yapılacak.
Çalışma Bakanlığı’nda yapılan toplantıda ilk konuşan Bakan Çelik, asgari ücrete geçen yıl geçim indiriminin yanında 6’şar aylık dönemler halinde yüzde 4 ve 5’lik artışlar yapıldığını savundu. Çelik, Aralık 2002’de brüt 250.86 YTL olan asgari ücretin yüzde 155.5 artışla Temmuz 2008’den itibaren bürüt 638.70 YTL’ye çıktığını söyledi. 5.5 yıllık dönemde kümülatif enflasyon oranının yüzde 75.60 olduğunu dile getiren Çelik, asgari ücretle çalışanların enflasyon karşısında korunduğunu iddia etti. Çelik, son dönemde asgari ücreti mümkün olduğu kadar çalışanların geçim şartlarını dikkate alarak belirlediklerini savundu.
TİSK isteklerle başladı
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Temsilcisi Ali Nafiz Konuk ise bu kadar da olmaz dedirten taleplerde bulundu. “Rakam belirlenirken, geçmişteki fiyat artışları yerine 2009 enflasyon hedefinin esas alınmasını” öneren Konuk, asgari ücret üzerindeki işverenlere ait vergi ve sigorta primi yüklerinin azaltılmasını da istedi. İşverenlere 5 puanlık sigorta indirimini “olumlu, ancak yetersiz” bulan Konuk, yeni adımlar beklediklerini söyledi. Türkiye’de işsizlerin çoğunluğunu ilk defa işe giren ve eğitimli genç insanların oluşturduğunu belirten Konuk, genç işsizliğe çözüm olarak asgari ücrette 16 yaş olan alt sınırın 25’e çıkarılmasını istedi. Konuk böylece 25 yaşına kadar olan işçilerin net 503.26 YTL yerine 432.97 YTL’ye çalıştırılmasının önünün açılmasını talep etti. Konuk’un istekleri bununla da bitmedi, toplusözleşme yapılan ve yapılmayan işyerleri için farklı asgari ücret uygulanmasını, sözleşme imzalanan işyerlerinde yasal asgari ücretin uygulanmamasını talep etti. Bu taleplerin gerçekleştirilmesi konusunda sendikaları sorumlu olmaya çağıran Konuk, asgari ücrette “işletmelerin ücret dengelerini bozmayacak, rekabet güçlerini zayıflatmayacak bir düzey” istedi.
‘Bir çocuk da dikkate alınsın’
Türk-İş Genel Eğitim Sekreteri Nihat Yurdakul ise “kriz” vurgusu yaptığı konuşmasında, komisyonun krizin aşılmasına ciddi katkı sunmasını istedi. Asgari ücretin toplumdaki toplam satın alma gücünü artırıcı bir kaldıraç olarak görülmesi gerektiğini belirten Yurdakul, öncelikle asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını talep etti. Yıllardır asgari ücretin, çalışan bir kişiyi esas alarak belirlendiğini belirten Yurdakul, sendikaların şimdiye kadar savunduğu “Asgari ücret 4 kişilik aile üzerinden belirlensin” talebinden geri adım atarak “Önerimiz asgari ücret hesaplamasında asgari ücretlinin ailesinde bir çocuğun da dikkate alınması” dedi. Yurdakul, 2002’den beri TÜİK’in belirlediği rakamların altında rakam belirlendiğini belirterek, bu kez TÜİK’in belirlediği rakamın üstüne çıkılmasını istedi. Yurdakul ayrıca, bölgesel asgari ücret tartışmalarının bir yana bırakılıp ulusal düzeyde, tek ücret belirlenmesi, krizden çıkış için de doğal gaz, elektrik ve akaryakıt fiyatlarının düşürülmesi gerektiğini ifade etti.
Bakan Çelik esneklik önerdi
Bakan Çelik İşsizlik Sigortası Fonu’nun kullanımı konusundaki sorular üzerine, konunun çok hassas olduğunu ve işçi, işveren, hükümet üçlü bir değerlendirme ile karar vermeleri gerektiğini, fonun bu üç ayak üzerine oturduğunu ifade etti.
İstihdam paketi ile işverenlerin üzerindeki yüklerin hafifletilmesi konusunda çok önemli düzenlemeler getirdiklerini belirten Çelik, hükümetin ayrıca bir paket üzerinde çalışmalarını sürdürdüğünü ve bunun kısa süre içerisinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanacağını söyledi. Çelik, “Piyasaların dinamik hale getirilmesi için elimizden geleni yapma gayretindeyiz” dedi.
Çelik başka bir soru üzerine de işverenlere “esneklik uygulamaları” önerisi getirdi. “Öncelikle hedef işçi çıkarma olmamalı” diyen Çelik, krizi aşma için işverenlere yasal imkanları kullanmaları, İş Yasası’ndaki kısa çalışma ödeneğini kullanmalarını önerdi.
Çelik, “Kısa Çalışma Ödeneği gibi bir imkan varken, üç ay gibi bir nefes alma süresi varken, bu kullanılmalı. İşçiyi kapının önüne koymak doğru değildir. Bu, bazı işverenlerin krizi nasıl algıladığını göstermesi açısından önemlidir. İşçi, emek kıyımına dönük bir anlayış ortaya çıkıyor. Bunu doğru bulmuyorum” dedi. Kısa Çalışma Ödeneği’nin sorulması üzerine de Çelik, zarara girdiğini iddia eden işletmelerin İŞKUR’a başvurmaları halinde, bakanlığın inceleme yaptırıp, gerçekten zarar varsa 3 aylık dönem için işçilere “kısa dönem çalışma ödeneği” ödeneceğini, bunun da 255-510 YTL arasında bir rakama denk geldiğini anlattı. Çelik işverenlere “Böyle imkan varken kullanın, işçi çıkarmayın” dedi. Fonun da ancak istihdamı korumak ve 8 ay gibi kısa bir dönem için kullanılabileceğini belirten Çelik, talep olması halinde fon için görüşmeler yapabileceklerini söyledi.

Polis: Öldürme yetkimi kullandım

Soner Çankal’ı ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle vuran polis memurunun savcıya verdiği ifadesinde “Ateş etmem Polis ve Vazife Selahiyetleri Kanunu’nun yetkileri dahilinde olmuştur” dedi.
Polis memurun bu sözleriyle polisin silah kullanma yetkisin arttıran Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişikliklerine karşı avukat ve insan hakları kurumlarının endişelerinin ne kadar haklı olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. Bu sözler ayrıca polis kurşunuyla yaşanan ölümleri münferit olarak değerlendiren yetkilileri yalanlarken, “olaylar münferit değil polis yasadan güç alarak öldürüyor” yorumlarını güçlendirdi. Konu ile ilgili görüştüğümüz TİHV Başkanı, PVSK ile verilen yetkilerin sınırlandırılmamasıhalinde ölümlerin sıkça yaşanacağına dikkat çekti.
‘Kafasına sıkmak benim yasal yetkim’
Soner Çankal Ankara’da 20 Kasım tarihinde polisin silahından çıkan kurşunla yaşamını yitirmişti. Tanıklar, polisin 4-5 el ateş ettikten sonra Çankal’ı yaralı yakaladığını, polis H.Y’nin “Soner’se kafasına sık” demesi üzerine polisin Çankal’ı vurduğunu iddia etmişti. ‘Ölü muayene tutanağı’ Çankal’ın kafasından vurulduğunu belgeledi. Ceset üzerinde yapılan incelemede Çankal’ın vücudunda iki kurşun yarası ile kafa bölgesinde bir kurşun yarası bulunduğu tespit edildi. Olay sonrasında ‘taksirle ölüme neden olma’ suçlamasıyla polis memuru V.K tutuklandı. V.K savcıya verdiği ifadede, “Arkasında bağırarak ‘dur, polis’ diyerek ikaz ettim. Görevdeyken bu olay başıma geldiği için benim ateş etmem de Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nun yetkileri dahilinde olmuştur” dedi.
Polis ifadeleri çelişkili
V.K ifadesinde Çankal’a iki kez ikaz ateşi açtığını öne sürerek şöyle devam etti: “Şahıs bu ikaz ve ateş üzerine kayıp düştü, üzerine atladım. Şahıs bana vurmaya başladı. Ben de etkisiz hale getirmek için, silahın kabzasıyla kafasına doğru vurmaya başladım... İki şahıs daha geldi. Üçü bana çullandı. O arada boğuşma sırasında daha önce de ateş ettiğim için mermi de ağzında olduğu için silah elimde patladı(...)” dedi. V.K’nın ifadesiyle diğer polislerin ifadeleri çelişkili. V.K, Çankal ve arkadaşlarının içinde oturduğu araca üç metre uzaklıkta olduklarını belirtirken, O.E.Ö, O.D adlı polisler söz konusu araca 100 metre uzaklıkta olduklarını belirttiler. Ayrıca V.K sadece iki kez ateş açtığını belirtirken, diğer polisler 4-5 el silah sesi duyduklarını savcıya aktardı.
Olaylar münferit değil
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Önen, vakıf olarak bu konularla ilgili kaygılarını her zaman dile getirdiklerini söyleyerek, “PVSK’daki düzenleme, polisin silahı kullanmasını teşvik ediyor. Dikkat edilirse ölümlerin neredeyse tamamına yakını ‘dur’ ihtarına uyulmadığı gerekçe gösterilerek yapılıyor. İstatistiklerde bunu açıkça gösteriyor” diye konuştu. Önen, Türkiye’nin değişik illerinde sürekli olarak bu tür olayların yaşanmış olması münferit olmadığının kesin bir kanıtı olduğuna dikkat çekti. Suç işleyenleri koruyan hukuksal bir mekanizmanın var olduğunu ifade eden Önen, PVSK ile, polisleri koruma mekanizmasını geliştirip, cezalandırmaktan çok, cesaretlendirdiğinin altını çizdi.
Polisler teşvik ediliyor’
Polisin ifadesini gazetemize değerlendiren Çankal ailesinin avukatı Özgür Yılmaz, olayın bir infaz olduğunu belirtti. Polislerin ifadelerinde çelişkiler olduğuna da dikkat çeken Yılmaz, Çankal’ın ailesinin olay yerinde bulunan diğer polisler hakkında da suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdi. Son dönemde bu tip olayların artmasının arkasında, PVSK’daki değişiklikten çok, polisleri silah kullanmaya teşvik eden bir ortamın yaratılmış olması olduğunu belirten Yılmaz, yargı kararlarının ve İçişleri Bakanlığı’nın olaylar karşısındaki tutumunun polisleri silah kullanmaya teşvik edecek bir psikolojiye soktuğunu belirtti. (İstanbul-Ankara/EVRENSEL)
‘Yasa gereği’ vurulanlar!
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi’nin 26 Kasım 2008 tarihine kadar edindiği verilere göre 1 ocak 2008’den bu tarihe (düne) kadar “yargısız infaz, dur ihtarı, rastgele ateş açma olaylarında” 35 kişi yaşamını yitirirken 45 kişi yaralandı.
TİHV verilerine göre 2007 yılından bu yana çeşitli gerekçelerle polisin ateş açması sonucu yaşanan belli ölüm ve yaralanma olayları şöyle:
# 2007’de, İstanbul Okmeydanı’nda “dur” ihtarına uymadığı öne sürülen bir araca ateş açan polisler, Emrah Dervişoğlu’nu (17) öldürdü, Tuncay Karabulut’u yaraladı.
# 3 Ağustos 2007’de Antalya’nın Alanya ilçesinde iki kadına “dur” ihtarına uymadıkları için polisler tarafından ateş açıldı. Olayda Narin Bulut öldü, Hanım Çalıkuşu yaralandı.
# 24 Kasım 2007 gecesi İzmir’de “dur” ihtarına uymadığı ileri sürülen Baran Tursun, polisin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi.
# İstanbul Yenibosna’da 7 Ekim 2007 günü polisin Yürüyüş dergisinin dağıtımını yapan Ferhat Gerçek’e ateş açması sonucu Gerçek felç oldu.
# 26 Ocak 2008’de Yalova’da bir polis, tartıştığı Mimar Hüseyin Turgut’u vurarak öldürdü.
# 22 Mart 2008’de Van’daki Newroz kutlamaları sırasında güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu Zeki Erik yaşamını yitirdi.
# 16 Haziran 2008’de sivil polis ekipleri ‘dur’ ihtarına uymadıklarını öne sürdükleri E.C. ve M.G’ye ateş etti. Olayda E.C. yaşamını yitirirken M.G. yaralandı.
# 15 Temmuz 2008 sabahı Ankara’da polis ekipleri, ‘dur’ ihtarına uymadığını ileri sürdükleri Güersel Varol’u olay yerinde vurarak öldürdü.
# 6 Ağustos 2008’de İstanbul’un Bahçelievler ilçesinde polis memuru, sokakta tekmelediği kutudan üzerine meyve suyu sıçrayınca kendi kendine söylenen Cem İnci’nin (23) kendisine küfür ettiğini öne sürerek İnci’yi vurarak öldürdü.
# Polis ekipleri, 26 Ağustos 2008’de Bursa’nın Nilüfer ilçesinde, ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle Cengiz Koç’u vurarak öldürdü.
# 27 Ekim 2008’de Antalya’da motosikletli polis memuru M.E, “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle motosikletiyle gezen Çağdaş Gemik’e (18) ateş etti. Gemik hayatını kaybetti.
PVSK’DA NE DEĞİŞTİ
2007’nin Haziran ayında yapılan değişiklikle Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu (PVSK) çerçevesinde polise “görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde zor ve silah kullanma yetkisi” verildi. PVSK’nın 16. maddesine göre polisin silah kullanma yetkisini “direnmenin mahiyetine ve derecesine göre” kullanması istendi. Polisin zor kullanmadan önce ilgililere “direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı” ihtarının yapılması gerektiği belirtilirken, değişikliğin ucu “Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir” cümlesiyle açık bırakılıyor. Polisin kullanacağı araç ve gereci ve kullanacağı zorun derecesini kendisinin tayin edeceği ifade ediliyor ve böylece karşıdaki kişinin “yaşam hakkı” polisin ‘insafına’ bırakılıyor.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Yörsan işçileri kazandı

Mahkemenin işvereni haksız bularak 384 işçinin işe iadesini isteyen kararı kesinleşti. Sendikanın halen devam eden yetki davasının da Tekgıda İş Sendikası lehine sonuçlanması bekleniyor.

Sendikanın yetki davası halen sonuçlanmadı

Yetki davası ise halen sürmeye davam ediyor. Kesinleşen bu karardan sonra 16 Aralık 2008 deki yetki davasının da Tekgıda İş Sendikası'nın mahkemeye sunduğu deliler ve belgeler doğrultusunda lehlerine sonuçlanması bekleniyor.

İşveren 22 Kasım 2008 tarihi itibari ile işten attığı tüm işçiler için adlarına Susurluk Ziraat bankasına 4 er aylık ücretlerini yatırdı. Direnişin 355.gününden itibaren (24 Kasım Pazartesi) sendika avukatlarının ve yetkililerin yasal prosedürü uygulayarak mahkeme kararını alıp bu kararla birlikte işe iade için girişimlerde bulunacak.

Bu girişimden sonra işveren yasal süre içinde ya işçileri geri alacak yada yukarıda belirttiğimiz mahkeme kararlarını uygulayarak tazminatlarını ödeyecek.

Yörsan direnişi, ne olmuştu?

Yörsan da çalışan kayıtlı 384 işçinin 226 sının Tek Gıda İş Sendikasına üye olması ve sendikanın yetki için çalışma bakanlığına başvurmasıyla başlayan süreçte işveren türlü oyunlar ve siyasi müdahaleler yaparak Tekgıda İş Sendikası ‘nın yetki almasını engellemiş, sendikaya üye oldukları ve üye olanları ihbar etmedikleri için çalışanları hukuk dışı bir yöntemle işten çıkarmıştı. Yörsan işçisi bu durumu protesto etmek ve işe dönmek için 5 Aralık 2007 tarihinde fabrika önünde direniş başlatmıştı.

Çalışma bakanlığı SSK da kayıtlı olan bilgiler ile Maliye Bakanlığının bilgileri doğrultusunda yetki vermek yerine dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir şey yaparak kendi kayıtlarına değil işverenin bilgisine başvurmuş, adeta işçileri işverene ihbar etmişti. Bunun üzerine Tek Gıda İş Sendikası konuyu yargıya taşımıştı. Yürütülen soruşturma denetim ve nihayet her türlü olumsuz girişime rağmen mahkeme kararıyla sonuçlanan davada Yörsan haksız bulunarak 384 işçinin işe iade kararı çıkmıştı.

Susurluk Sulh Hukuk Mahkemesinde sonuçlanan davada Mahkeme, isçilerin ise iadesine karar vermişti. Karara göre; işveren işe aldığı takdirde 4 ay maaş verecek, eğer ise almamakta diretirse isçilerin kıdemine göre 4 ay artı fazladan 14 aydan başlayarak ödeme yapacak. Bu karar bugüne kadar verilen benzeri kararların en iyisi özelliğini de taşıyor. Daha önceki benzeri kararlarda ise iade davasını kazandığı halde ise alınmayan her isçiye kıdemler hariç 4+ 12 ay ödeme hükmü veriliyordu. Bu kararda kıdeme göre artan oranlı ödeme hükmü verildi. 1–5 yıl arası çalışmış isçiye 4+14 aylık, 5-10 yıl arası çalışmış isçiye 4+16aylik, 10-15 yıl çalışmış isçiye 4+18 aylık, 15 yıldan daha fazla çalışmış isçiye ise 4+20 yıl aylık tutarında işveren tarafından ücret ödeme hükmünü verdi.

Haklılıkları mahkeme karı ile kanıtlanan ve işverenin mahkeme sonucunu temyize göndermesi ile devam eden süreçte sürdürdükleri hak arama mücadelesinin 352.gününde ilgili mahkemenin kesinleşen işe iade davasının gerekçeli kararının Susurluk’a ulaşmasıyla birlikte kesinleşen işe iade davası zaferle sonuçlandı.

Haydi 29 Kasım mitingine

"Zamlar Geri Alınsın, Emek ve Demokrasi Programı Hayata Geçirilsin" talebiyle yapılan eylemlerde, 29 Kasım'da KESK ve DİSK'in çağrısıyla Ankara'da düzenlenecek olan "Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi"nin çağrısı da yapıldı. İzmir'de 5 bin, Çorum'da 3 bin, İstanbul'da bin kişinin katıldığı eylemlere diğer illerde de yüzlerce kişi katıldı.

İstanbul
Bakırköy Devlet hastanesi önünde toplanan yaklaşık bin kişi slogan ve pankartlarla Bakırköy Özgürlük Meydanı’na kadar bir yürüyüş düzenledi. Polisin yürüyüş güzergahına müdahale etmesi üzerine bir süre gerginlik yaşandı. Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda KESK Genel Başkanı Sami Evren, DİSK adına Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve Türk-İş’den mitinge destek veren şubeler adına Belediye-İş İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm birer konuşma yaptılar. Konuşmaların ardından kısa süren bir oturma eylemi yapıldı. Daha sonra 29 Kasım Ankara Mitingi çağrısı yapılarak eylem sonlandı.

İzmir
KESK İzmir Şubeler Platformu tarafından düzenlenen ve çok sayıda sendika ve kitle örgütünün de katıldığı basın açıklaması büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı basın açıklaması ve oturma eylemi adeta mitingi andırdı. Saat 14.00'te Basmane Meydanı'nda toplanılarak Konak'a kadar yürüyüş düzenlendi. Konak meydanı'nda yapılan basın açıklaması vekonuşmaların ardından 29 Kasım'da Ankara'daki mitingde buluşmak üzere eylem sonlandırıldı. Eylem KESK Mali Sekreteri İsmail Polat katıldı.

Ankara
Eğitim Sen Ankara 1 no'lu şube önünde saat 12.30'da toplananan KESK'liler buradan yürüyüşe başladı. Kızılay YKM önüne yürüyerek burada oturma eylemi yapmak isteyen 500'e yakın emekçinin önü GAMA İş Merkezi önünde polis barikatıyla kesildi. Emekçilerin barikatın önünde 'emekçiye değil çetelere barikat' sloganlarıyla birlikte kararlı bekleyişleri sonucu bir süre sonra barikat açıldı ve YKM önünde yürüyen emekçiler burada bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

KESK Ankara Şubeler Plarformu Dönem Sözcüsü Tuğrul Culfa'nın okuduğu açıklamada iktidara geldiğinden bu yana emekçilere sırtını dönen AKP Hükümetinin bu krizde de tercihini sermayeden yana kullandığı ifade edilerek kriziin tüm faturasının emekçilere 'işsiz, aç ve açıkta kalarak' ödettirildiğine dikkat çekildi. bir süre oturma eylemi yapılarak eylem sona erdi. Tüm sektörlerde ortaya çıkan işsizlik dalgasına, sosyal devlet uygulamalarının bütünüyle terk edilişine, hükümetin baskıcı politikalarla toplumsal muhalefeti susturma hamlelerine değinen Culfa zamların geri çekilmesini, işten atmaların yasaklanmasını ve emek-demokrasi programının hayata geçirilmesini talep ettiklerini belirtti. 29 Kasım'da Ankara'da düzenlenecek mitinge çağrı yapılan açıklamanın ardından yaklaşık yarım saat süren bir oturma eylemi gerçekleştirildi. Oturma eyleminin ardından eyleme katılan Halkevciler metroda 29 Kasım mitingine çağıran bildirilerini dağıttılar. "Zamlar geri alınsın" diyen Halkevcilere halk yoğun ilgi gösterdi ve alkışlarıyla destek verdi.

Kocaeli
Kocaeli Emek ve Demokrasi Platformu bugün yaptığı basın açıklaması ile KESK ve DİSK'in Ankara'da yapılacak olan krize, yoksulluğa, işsizliğe ve zamlara karşı mitinge tüm Kocaeli halkını davet etti. Kocaeli Belediye İşhanı önünde yapılan eylemde, halkın temel talepleri de dile getirildi. Emek ve Demokrasi Platformu adına açıklama yapan KESK Dönem Sözcüsü ve ESM Kocaeli Şube Başkanı Yener Çalışkan, AKP hükümetinin 2008 yılından bu yana doğalgaza, elektriğe ve temel gıda maddelerine yaptığı zamlarla, geçim sıkıntısı içinde olan emekçi ve yoksul kesimlerin hayatını iyice zorlaştırdığını söyledi. Daha sonra üyeler ve katılımcılar yaklaşık 15 dakika bulundukları yerde oturarak, oturma eylemi yaparak sloganlar ve alkışlar eşliğinde AKP hükümetini eleştirdiler.

Samsun
Samsun'da KESK'e bağlı bazı sendika üyeleri, Çiftlik Mahallesi Süleymaniye Geçidi'nde bir araya geldi. Grup adına basın açıklaması yapan KESK Samsun Dönem Sözcüsü ve Eğitim-Sen Samsun Şube Başkanı Kenan Gülçiçek, hükümetin doğal gaza, elektriğe ve temel gıda maddelerine yaptığı zamları geri alması gerektiğini söyledi. Ak Parti hükümetine kararlılıklarını göstermek ve taleplerini bir kez daha haykırmak için bir araya geldiklerini belirten Gülçiçek, “Tüm dünyada fiyatlar düşerken Türkiye'de tüm ürünlere birbiri ardına zam gelmektedir. Faturalar ve mutfak harcamaları geçen kışa göre neredeyse iki katına çıkmıştır. İktidara geldiği günden bu yana emekçilere sırtını dönen Ak Parti hükümeti, ekonomik krizde de tüm tercihlerini sermaye kesimlerinden yana yapmaktadır” dedi.

Trabzon
KESK Trabzon Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Celal Akaç, Atatürk Alanı'nda yaptığı basın açıklamasında, Türkiye'nin yıllardır bir krizden çıkıp diğerine girdiğini, iktidardaki siyasi partiler değişse de ekonominin kaderinin bir türlü değişmediğini ileri sürdü. Ekonominin kaderinin değişmemesinin sebebinin iktidara gelen tüm partilerin yıllardır aynı siyasal ve ekonomik programı uygulamaları olduğunu iddia eden Akaç, krizin etkisini büyütmemek için başta doğal gaz ve elektrik olmak üzere son bir yılda yapılan fahiş zamların geri alınması gerektiğini kaydetti.

Sivas
KESK'e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Sivas Şube Başkanı Mustafa Çoban, Cıbıllar Parkı önünde toplanan grup adına yaptığı konuşmada, yıl başından bu yana doğal gaz, elektrik ve temel gıda maddelerine zam yapıldığını söyledi. Zamların geri çekilmesini isteyen Çoban, “Bu krizi bizler yaratmadık ve bedelini kabullenmeyeceğiz. İşsizliğe, yoksulluğa ve zamlara karşı emek, barış ve demokrasiden yana olan tüm kesimleri 29 Kasımda Ankara'ya bekliyoruz” diye konuştu.

Kayseri
Kayseri'de Cumhuriyet Meydanı'nda toplanan KESK Kayseri Şubeler Platformu üyeleri, pankartlar ve sloganlarla zamları protesto etti. KESK Merkez Yönetim Kurulu üyesi Songül Morsümbül, “Krizi biz yaratmadık, bedelini de biz ödemek istemiyoruz” diye konuştu. Morsümbül, ekonomik alanda yaşanan krizleri demokratikleşmeden ayrı tutarak çözmenin mümkün olamayacağını belirterek, “Krizi biz yaratmadık, bedelini de biz ödemek istemiyoruz. Emekten yana, eşitlikçi, özgürlükçü, bağımsız ve demokratik bir ülkede barış içinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz” dedi.

Edirne
Edirne PTT Başmüdürlüğü binasının önünde toplanan KESK Edirne Şubeler Platformu ve DİSK Trakya Bölge Temsilciliği üyeleri, “Zamlar geri alınsın” adıyla protesto gösterisi ve oturma eylemi yaptı. KESK Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Adnan Gölpınar, grup adına yaptığı açıklamada, Ak Parti'nin iktidara geldiği günden beri emekçilerin hakkını savunmadığını öne sürdü. Global finansal krizin Türkiye'yi fazlasıyla etkilediğini ifade eden Gölpınar, “Zamlar geri çekilsin, işten atmalar yasaklansın” dedi. Eyleme Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç da destek verdi.

Ordu
KESK Şubeler Platformu Ordu Şubesi üyeleri, Şadırvan önünde toplanarak, zamların geri alınmasını istedi. Grup adına basın açıklaması yapan KESK Ordu Dönem Sözcüsü ve Eğitim-Sen Ordu Şube Başkanı Ahmet Süngü, “Derin toplumsal yaralar açacak bu işten çıkarmalar yaygınlaşırken Ak Parti hükümeti gelişmeleri seyretmekle yetinmektedir” diye konuştu. Zamların ve işten çıkarmaların sürekli arttığını belirten Süngü, “Aileleriyle birlikte milyonlarca kişiyi etkileyecek ve derin toplumsal yaralar açacak bu işten çıkarmalar yaygınlaşırken Ak Parti tıpkı daha önceki hükümetlerin yaptığı gibi krizi fırsat bilip sosyal devlet uygulamalarını bütünüyle terk etmeye çalışmaktadır” dedi.

Adana
Adana'da Eğitim-Sen Adana Şubesi binasının önünde toplanan DİSK, KESK, Türk-İş ve TMMOB ile çeşitli siyasi partilerin temsilcileri, ellerinde pankartlarla Ak Parti aleyhinde slogan atarak, Atatürk Caddesi'nden İnönü Parkı'na kadar yürüdü. KESK Adana Dönem Sözcüsü Sinan Tunç, burada yaptığı açıklamada, 29 Kasımda Ak Parti'yi protesto etmek için Ankara'da miting düzenleneceğini anımsattı. Ekonomik krizin yükünü emekçilerin taşımayacağını ifade eden Tunç, zamların geri çekilmesi gerektiğini söyledi.

Adıyaman
Adıyaman’da Eğitim-Sen tarafından yapılan basın açıklaması ile 29 Kasım Ankara mitinginin çağrısı yapıldı. Demokrasi parkı önünde yapılan basın açıklamasını Eğitim-Sen Adıyaman Şubesi yönetim kurulu üyesi Erdal Yılmaz okudu.
Sendika.org

29 Kasım'da Ankara'dayız

TTB Merkez Konseyi Başkanı Gençay Gürsoy ve TMMOB adına Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük’ün yer aldığı basın toplantısında TTB ve TMMOB’un mitingin örgütleyicileri arasına geç katılmaları “teknik bir aksaklık” olarak açıklandı.

KESK Genel Başkanı Sami Evren, AKP hükümetinin başını kuma gömmesine rağmen ekonomik krizden kurtulamadığını belirterek, krizin trajediye dönüştüğünü söyledi.

Toplantıya DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel Başkanı Sami Evren, TTB Genel Başkanı Gencay Gürsoy, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, Mehmet Ali Alabora, Zeynep Tanbay, Moğollar üyesi Taner Öngül, Mor ve Ötesi solisti Kerem Kabadayı, TMMOB yönetim kurulu üyesi İsmail Küçük, Sine Sen Genel Başkanı Yusuf Çetin, Dev Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve sendikalı oldukları gerekçesiyle işten atılan Kızılay işçileri katıldı. Toplantıda konuşan KESK Genel Başkanı Sami Evren, bütün dünyada kriz devam ederken, Türkiye'de de son bir yılda işten çıkartmalar ve ekonomik durgunlukla karşı karşıya kalınmış olmasına rağmen AKP hükümetinin başını kuma gömerek krizden kurtulamadığını söyledi. Hükümetin IMF ile yaptığı anlaşmayı "yanılgının üzerine mum dikmek" olarak değerlendiren Evren, "Bugüne kadar iki yanlıştan bir doğru etmeyeceğini anlamayan hükümet ekonomik krizi, toplumsal bir trajediye dönüştürmek istemektedirler" dedi.

Evren, alınması gereken önlemleri sıraladı

Krizin ardından hükümetin ilk icraatının sermaye için vergi indirimi yapmak olduğunu ifade eden Evren, "AKP'nin yeni kriz paketi de sadece sermayenin gönlünü hoş tutmayı amaçlıyor. İşçilerin alın terine, kara paraya, orman alanlarının satışına dayalı bir ekonomik programın hakaniyeti, inandırıcılığı ve uygulanabilirliği yoktur" diye konuştu.

Aylardan beri krizde temel önceliğin emekçi ve yoksul kesimlerin korunması olduğunu dile getirdiklerini hatırlatan Evren, "Zamların geri alınması, işten çıkartmaların yasaklanması, gerçek gelire dayalı adil bir vergi sisteminin kurulması, yasadışı ekonomik faaliyetlerin engellenmesi, yoksulluğun önüne geçilmesi, iç ve dış borçların yeniden düzenlenmesi, kamu hizmetlerinin ücretsiz olması ve yoksul kesimlere doğrudan gelir desteği sağlanması gibi tedbirlerin alınması ekonomik krizin trajediye dönüşmesinin engellenmesini sağlayacaktır" dedi.

'29 kasım'da Ankara'da alandayız'

Evren'in ardından söz alan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Türkiye'de uygulanan ekonomik politikaların mağdurları olarak bir arada olduklarını ve beraber başarabileceklerini söyledi. Zamların geri alınması, uygulanan IMF politikalarına karşı dur denilebileceğini belirten Çelebi, "Bu sorun sadece DİSK ve KESK'in sorunu değil. Bu herkesin sorunu. Aydınların sorunu. Emek güçleri bir araya gelmeli ve sermaye saldırılarına karşı bedel ödetmeliyiz Krizin sorumlusu biz değiliz" diye konuştu. ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ise, 29 Kasım mitinginin Alevi mitinginin ardından AKP'ye yapılacak ikinci ihtar olduğunu söyledi. Uras, "İhtardan anlamayanlara başka türlü cevap verilir. AKP'ye de yerel seçimlerde cevap verilecek. Bize ölümü gösterip hastalığa razı etmek istiyorlar" dedi. TTB Genel Başkanı Gencay Gürsoy, Mehmet Ali Alabora, Moğollar üyesi Taner Öngül, Mor ve Ötesi solisti Kerem Kabadayı da mitinge destek vereceklerini açıkla

TÜRK-İŞ'ten önlem raporu

'Ekonomik Krize Karşı Önlemler Raporu'' hazırlayan Türk-İş, ekonomik krize karşı iş yerlerine sağlanacak teşvik, istisna ve muafiyet önlemlerinde işçi çıkarılmamasının temel koşul olması gerektiğini belirtti. İş yerlerine/firmalara sağlanacak teşvik, istisna ve muafiyet önlemlerinde işçi çıkarılmamasının temel koşul olması gerektiği ifade edilen raporda, halen çalışmakta olan işçilerin dışında ilave istihdam yaratan işletmelerin sosyal güvenlik prim ödemelerinin belli bir süre 'Hazine' tarafından üstlenilmesi önerisinde bulunuldu.

Raporda, şu görüş ve önerilere yer verildi:

-Ekonomiyi canlandırıcı önlem olarak faiz oranları azaltılmalı, işletme kredisi üretim ve istihdam şartı ile uzun vadeye yayılmış bir biçimde uygulanmalıdır.

-Kriz sürecinde devlet, hiçbir kesimi dışarıda bırakmayan bütüncül politikalar izlemeli, özel sektörü (reel sektörü) desteklerken istihdamı genişletecek projelere öncelik vermelidir.

-Kamu kurum ve kuruluşlarının personel ihtiyaçları bekletilmeden giderilmeli, emekli olanlar yerine derhal yeni personel istihdam edilmelidir.

-Ekonomik kriz döneminde iş yerlerinde fazla mesai uygulaması yapılmamalı, yasal haftalık çalışma süresine uygun mesai uygulanmalıdır.

-Ekonomik gerekçelerle işten çıkarılma kararı, her ilde/sektörde oluşturulacak, işçi-işveren temsilcilerinin de bulunduğu bir komite tarafından karara bağlanmalıdır.

-Ekonomik kriz döneminde işveren kesimi tarafından daha da yaygınlaştırılmak istenen esnek çalışma biçimleri kabul edilemez niteliktedir.

-Krizi aşabilmenin önemli unsurlarından birisi kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması zorunluluğudur.

-Krizin toplumsal maliyetini kadın ve çocuk emeği üzerine yığacak yaklaşımlara izin verilmemelidir.

-Türkiye'de kayıt dışı istihdam nedeniyle alınamayan sosyal sigorta primi ve vergi, ekonomiye kazandırılmalıdır.

Kredi borç faizleri

-Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeni müfettişlerle takviye edilmeli ve ülkemizde bir kara delik olan kayıt dışılığı azaltmak için bu dönemde denetimlerine hız vermelidir.

-İşverenlerin, esnaf ve sanatkarların talebi olan kredi faizlerinin düşürülmesi, borçlarının ve faizlerinin yeniden yapılandırılması konusu düzenlenirken, bu kesimleri harcamaları ile besleyen çalışanların tüketici kredileri ve borçları için onları rahatlatacak düzenlemeler de yapılmalıdır.

-Türkiye'de hane halkı borçluluğu, özellikle düşük gelirli ailelerde daha yüksektir. Bu kesimlerin kredi kartı borç faizleri dondurulmalıdır.

-Sanayide üretimi ve özellikle ara malı üretimini teşvik edecek bir politika geliştirilerek, nihai ürün içinde yerli katma değer oranını artıracak teşvik politikaları geliştirilmeli, dışa bağımlılık ve ithalata dayalı büyümenin yarattığı sorunlara karşı yeni bir politika olarak benimsenmelidir.

-Türkiye'yi böylesi bir krizde zayıf kılan özelleştirme ve yabancılaştırma uygulamaları derhal durdurulmalıdır.

-İşsizlik Sigortası Fonu'nda biriken para, fonun oluşturulma amaçları doğrultusunda kullanılmalı, fon kaynaklarının istismarına imkan verilmemelidir.

-İşsizlik sigortası kapsamında olan işçilerin fondan yararlanma koşulları geliştirilmelidir. Bu çerçevede işçinin fona ulaşımı kolaylaştırılmalı, fondan yararlandırılma süresi ve miktarı artırılmalıdır.

-Ücret Garanti Fonu'nun istismara yol açmadan kullanılması sağlanmalıdır.

-İşten çıkarılmanın kaçınılmaz olduğu durumlarda, işçiye alacaklarının hemen ve kesintisiz olarak ödenmesi ön koşul olmalıdır.

-Kamu eliyle kullanılmakta olan tüm yardım fonları sosyal güvenlik kurumuna devredilmeli ve aile yardımları şeklinde sürdürülmelidir.

-Ülkedeki yurttaşların, ailesiyle birlikte günün kabul edilir koşullarında temel gereksinimlerini karşılayabilecek bir gelir elde etmeleri sağlanmalıdır. Bu gelirin elde edilemediği durumlarda, elde edilen ve fakat düşük kalan gelir tutarı farkı karşılanmalıdır.

Temel ihtiyaçlardaki dolaylı vergiler kaldırılmalı

-Asgari ücret bir ailenin geçimini sağlayacak şekilde, tüm ülke için tek rakam olarak belirlenmeli ve her şeyden önce vergi dışı bırakılmalıdır.

-Bölgesel asgari ücret, gençler için düşük ücret gibi düşünceler ise gündeme bile getirilmemelidir.

-Ağırlıklı olarak dar ve sabit gelirli kesimlerin tükettiği zorunlu temel ihtiyaç maddeleri üzerindeki dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.

-İşsizlik sigortası kapsamında olmayan işten çıkarılan işçilerin zorunlu giderlerini karşılamaya yönelik olarak dayanışma geliri uygulanmalı, ayrıca elektrik, su, doğalgaz, yakacak, kira gibi ödemeleri belirli bir süre kamu bütçesinden sağlanmalıdır.

-Elektrik ve doğal gaza yapılan zamlar hem üreticiyi hem de tüketiciyi olumsuz etkilemektedir. Doğalgaz zammı geri alınmalı, elektrik ve doğalgaza yeni zam yapılmamalıdır.

Cumhuriyet ikramiyesi

-Kapasite kullanım oranlarındaki gerileme, üretim artışının yavaşlaması, tüketim harcamalarının azalması, ekonomideki durgunluk tehlikesi, hane halkının borçluluğu da dikkate alınarak; işçi-memur-emekli kesimine ''cumhuriyet ikramiyesi'' olarak bir defalık ödeme yapılmalı ve piyasaların canlanması sağlanmalıdır.

-Yaşanan ekonomik krizden çıkış sürecinde, ekonomik daralmanın ve işsizliğin asgari düzeyde tutulabilmesi için uygun bir gelirler politikası uygulanmalıdır.

-Kamu kesiminde çalışan memur ve sözleşmeli personelin maaşları gerçekleşen enflasyon oranını yansıtacak biçimde belirlenmelidir. İşçi ücretlerinin satın alma gücü istihdam kaybına yol açılmadan artırılmalıdır.

-Bir bütün olarak aynı ekonomik ve sosyal uygulamaların etkisinde bulunan işçi ve memur kamu çalışanları arasında yapay ayırımlar yaratılmamalıdır.

AA / 25.11.08