21 Ekim 2009 Çarşamba

BARIŞ MI KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN BAŞINA YENİ ÇORAP ÖRMEK Mİ ?


ABD emperyalizminin desteği MGK’nın da onayıyla AKP hükümeti Kürt özgürlük hareketini kuşatıp etkisi hale getirmek amacıyla önce, “ Kürt açılımı ” olmadı “demokratik açılım” ve buda olmadı “ Milli Birlik Açılımıyla” Kürt sorununu beklet, çürüt ve yok say politikasıyla etkisiz hale getirmeye çalışan ve kırmızı çizgileri çekilmiş olan Kürt sorununda tıkanmayı açma ve TC devletine Kürtlerin bir kez daha fedakarlık içinde olmaları gerektiğini göstermek ve süreci barışçıl ve demokratik bir hatta çözüme kavuşturmak amacıyla PKK önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin buna olumlu yanıt vermesi sonucu 19 Ekim tarihinde 26’sı Mahmur kampında ve 8 Kandil dağında olmak üzere 34 kişi Haburda Türkiye’ye giriş yaptılar. Gözaltına alınan 34 kişiden 29’u serbest bırakılırken 5 kişi tutuklanmak amacıyla mahkemeye sevk edildi.
Peki dünden bugüne değişen ne oldu da yada tersinden sormak gerekirse TC devleti Kürt sorununda hangi demokratik açılımları yaptı da PKK önderi Mahmurda, Kandil de ve Avrupa da 54 kişilik barış grubunun Kürtlerin barış istemlerinin bir gereği olarak Türkiye gelmesini salık verdi . Gerçektende sorun Kürtlerin fedakarlık yapmamasında mı yoksa TC devleti ve AKP hükümetinin inkar ve imha politikasında ısrar etmesinde mi kaynaklanıyor? Kürtler bugüne kadar Kürt sorunun onurlu barış ve demokratik bir zeminde eşitlik, kardeşlik ve özgürlük temelinden çözülmesi için ateşkes çağrıları yaptılar ve hatta TC devletinin üniter yapısı altında yaşayacaklarını ilan ettiler. Ne ki TC devleti Kürt özgürlük hareketinin bu çözüm önerilerine hep kan ve barutla yanıt verdi. Kürt sorununda şiddet ve kirli savaş politikasını merkezde tuttu ve tutmaya devam ediyor.
Bilindiği üzere 25 yıldan bu yana inkar ve imha politikasında ısrar eden TC devleti Kürt özgürlük hareketinin direnişi karşısında istenilen sonucu elde edemedi. Bir dönem Kürtler yoktur diyen devlet ve burjuva düzen partileri Kürt halkının direnişi karşısında Kürt gerçekliğini kabul etmek zorunda kaldılar. Ne ki Kürt direnişi tüm bu devletin inkar ve imha politikasını darbeledi ve etkisiz hale getirdi. Gelinen durumda TC devleti Kürt ulusunun direnişini ezip dağıtmak için kırıntılarla Kürt ulusunu kolektif haklarını kabul etmeyen kırmızı çizgileriyle başka bir hatta devletin inkar ve imha politikasını devam ettirmeyi hedefliyor.
Kuşku yok ki TC devleti ve AKP hükümetinde kırıntılarla bezenmiş ve Kürt ulusunu kolektif haklarını hiçe sayan ve Kürt direşinin temsilcilerini muhatap almayan Kürt açılımına da yönelten temel nedende Kürt halkının ve gerillanın 25 yıldır sürdürmüş olduğu olağanüstü fedakarlık dolu mücadeledir. PKK önderliğinde gerilla mücadelesi başlatılması ve Kürt halkı silkinip ayağa kalkmasaydı TC devleti ve burjuva düzen partilerinin Kürt gerçeğinden bahsetmeleri ve çözüme ilişkin her hangi bir tartışma içine girmeleri mümkün olmazdı.
Kürt direnişinin güçlenerek yoluna devam etmesi olgusu hem bölgede egemenliğini pekiştirmeyi hedefleyen ABD emperyalizmi Irak’ta çekildiğinde boşluğu TC devleti ile uyumlu Güney Kürdistan yönetiminin ortak davranmasını ve hem de bölgede ABD ve AB’nin jandarması rolünü oynama hazır bölgede aktif rol alma isteği TC devleti ve AKP hükümetini içte devleti hareketsiz bırakan Kürt sorununda bir biçimde çözüm arayışını koşullamıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı daha beş ay önce, “ İyi şeyler olacak ” derken; “ABD’nin Irak’ı terk etme” kararından sonra bölgede Türkiye’den beklediği görevler nedeniyle, ABD’nin Türkiye’yi destekleyeceği ve Ortadoğu da TC devletinin daha aktif rol oynaması için önünün açılması ve Truva atı rolünü oynaması ; Türkiye’nin devlet kurumlarının (Cumhurbaşkanı, Hükümet, Genelkurmay, MİT, Emniyet, yüksek bürokrasi,...) ve TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, çeşitli vakıflarda odaklanmış “stratejik”, “sivil” kurumların sorunun çözümünde ilk kez birleştiklerine dayanıyordu.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, “İyi şeyler olacak” açıklamasına katılan çevrelere bakınca; doğrusu bu devletin kurumları ve egemen güç odaklarının çeşitli fraksiyonları ve onların kamuoyu oluşturma kurumları ve basında “Kürt sorununun artık çözülmesi gerekir; bunun için bir fırsat doğmuştur. Elbirliği ile bu sorun çözülmelidir” konusunda birleştikleri gözleniyordu. Öyle ki; şu anda hükümeti, DTP ile görüştü, “Kürt açılım dedi” diye çapraz ateşe alan CHP ve MHP; “Madem böyle bir fırsat var; sorunu çözelim. Biz de elimizden geleni yaparız” diyorlardı. ABD ve AB de; bu yaklaşıma “destek” veriyordu.
Peki Kürt çözümüne ilişkin olarak AKP hükümet ya da yetkili makamlarınca bir formül, bir çerçeve ortaya çıktımı yok. Ama AKP hükümet adına konuşanlar; danışmanlar, akil adamlar, burjuva basın ve AKP hükümetine yakın propaganda çevreleri, bu çözümün aslında “PKK’yi kuşatıp tasfiye etmek” olduğunu söylerken, aynı zamanda da bu amaca varmak için alacakları önlemleri de üç aşağı beş yukarı şöyle sıralıyorlardı: Türkiye’nin Kürtlerin kazanmak için girişimler yapmak (Kürt TV yayını alanın genişletilmesi, üniversitelerde Kürt enstitüleri ve kürsüsü, Kürtçe seçmeli ders, eski yer adlarının geri verilmesi, Kürtçe dilekçe verme hakkı, pişmanlık yasasının genişletilip yararlanmanın kolaylaştırılması vb.), PKK kadrolarının Avrupa’ya sürgün edilmesi ve eylemlere katılmamış olanların evlerine dönmelerinin sağlanması vb. gibi unsurları kapsayan bir plan olduğu belirtiliyordu. Bu planın gerçekleşmesi için de bir yandan PKK’yi kuşatma ( Irak, İran, AB ve ABD ile birlikte davranarak) ve askeri operasyonların yoğunlaştırılması öngörülürken, öte yandan da bölgede kültürel, sosyal, ekonomik önlemler almaya bir ucundan başlamak amaçlanıyordu. Böylece bölge halkında; “ iyi şeyler olacak ”, “ Şu PKK ve eylemleri olmasa hükümet aslında bölgede iyi şeyler yapacak” düşüncesi uyandırılmak isteniyordu.
Bilindiği gibi "Bağımsız birleşik Kürdistan" hedefi, PKK programında İmralı sürecinin ardından çıkartılarak "barış", "politik çözüm" değerlendirme ve hedefi ısrarla vurgulanan bir olguya dönüşmüş, dönüştürüldü.
Kuşkusuz ki söz konusu değişim rastlantısal değildi. Aksine PKK'nin bir tercihi ve İmralı’nın ardında ve dünya konjöktöründeki değişimin ardından somut politik bir yönelimdi.
PKK, bu reformist yönelimini " politik çözüm " doğrultusunda kurgulamada buldu ve yıllardan bu yana bu sorun öne çıkarıldı. Öcalan defalarca TC devletine barış istemli talepler iletti ve bunu TC devletini krizinden çıkışta bir yol olarak önerdi. PKK liderlerinin bu önerileri ve Kürt özgürlük hareketini sağdan sola, soldan sağa savrulup durması önerileri ve ray değiştiren düşünceleri, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının Kürt halkının ve diğer emekçi halklarının nesnel olarak yanıltılmasına neden olacağı gibi, Kürt halkını da yeni tuzakların içine çekecektir.
Bu bağlamda sorunun bir çok bakımdan ele alınması, proleter devrimci yaklaşımın vurgulanması yanlış olanın devrimci eleştirinin konusu yapılması gerekmekledir.
PKK'nin tek taraflı ateşkes ilanı Türk egemen sınıfları ve faşist diktatörlük tarafından daha başından ateş ve barutla, demir yumruk politikasıyla yanıtlandı ve yanıtlanmaya devam etmektedir.
Ateşkes ilanının faşist diktatörlük tarafından olumlu yanıt vermediğinin ve veremeyeceğinin yaratılan beklentinin aksine şoven-asimilasyoncu-militarist faşist kirli savaşı tırmandıracağının verilerini de oluşturmaktadır. Mevcut halde operasyonlar sürüyor ve tek bayrak, tek vatan tek dil,tek ulus çığırtkanlıkları yapılıyor ve bölücülük paranoyası sıcak tutuluyor.
Açık ki, faşist karşı devrim "ez ve çöz." politikasını uygulamaya devam ediyor ve edecektir. Devletin 86. yıllık resmi kararlarına dayalı inkar ve imha politikasında ısrar etmek, devletin resmi "ez ve çöz," politikasının geleneksel demir yumruk politikasının somut ve çarpıcı kanıtlandır. MGK’nın ifade edilen " kamusal alana ilişkin olmamak koşuluyla kültürel" kırıntıların verilmesi değerlendirilmesi " ez ve çöz" politikasının ifadesi olduğu gibi Anayasal vatandaşlık hakkı demagojisiyle hayaller pompalayıp yayarak, kırıntılarla ve en alt düzeyde istemleri tutarak reformist hayaller yayarak daha fazla denetim altına alarak teşvik etmek gibi hedefleri de içermektedir.
PKK ateşkes ve barış gruplarıyla faşist diktatörlük üzerindeki baskıları büyütmek istiyor. Kuskusuz ki, ABD ve Avrupalı emperyalistleri Kürt halkına aşık oldukları PKK'yi sevdikleri için değil, emperyalist ekonomik, siyasi, askeri çıkarları için Kürt kozunu oynamak, giderek PKK'yi dişleri, tırnakları çekilmiş uysal bir aslana çevirmek için belli ölçülerde Kürt halkına yakın duruyorlarmış görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Bu bağlamda siyasi kararlar alıp Türk burjuva devletininin önüne koyup uygulmasını istiyorlar. PKK önderlerinden Bayık’ın açıklamaları da bu gerçeği teyit ediyor.
somut siyasal koşulların nesnel bir değerlendirilmesine dayanmazsa ( ki ateşkesin gerekçeleri ve "hangi", "siyasi çözüm" politikaları bu bakımdan PKK'nin zaafiyetini yansıtıyor) son tahlilde götüreceği yer reformizm’in galebe çalması olacaktır. Bu tehlike vardır ve dikkatli olunması gerekiyor.
PKK'nin tek yanlı ateşkes ilanı ve barış gruplarının Türkiye’ye gelmesi politikasını dayandırdığı diğer bir unsur ise tıkanmış politik ortamın önünü açmak. Diyelim ki, bu doğrudur. Fakat bu neyi değiştirir ? Söz konusu politikanın önünü açmak yalnızca PKK’nin atacağı iyi niyetli adımlarla bağlıdır değildir. Devletin bu konuda adımlar atmasını sağlayacak baskıların oluşturulması gerekiyor.
Açıkta bu alanda bir gelişme olmadığı durumda tek yanlı atılımlar PKK'yi reformizm ölüm çukuruna çekecek ve Kürt halkında hayali beklentilerin yaratılmasını sağlayacak, bilinçleri bulandırmak, PKK'nin yurtsever devrimci kimliğini törpülemek ve kırıntılarla yetinip düzen içi eğilimi geliştirmektir.
Kuskusuz PKK ateşkes taktiği ile burjuvazi egemen sınıflar ve devlet içerisinde çelişkileri derinleştirmeyi de hedefliyor. Elbette çelişkilerde yaralanmak ve bunu derinleştirmek önemlidir. Ama bunun devrimci ilkeler zemini üzerinde yükseldiği oranda devrimci bir rol oynayacağı unutulmamalıdır.
Ama PKK'nin ateşkes politikası bu gereksinime yanıt veren bir taktik olmadığı gibi. "siyasi çözüm" yanlısı burjuva klikleri güçlendirmek gibi reformist-liberal içerik taşımaktadır.
Ne olduğu, muhatabın somut olarak kimler olduğu belli olmayan ve üstelik devlet politikasının Kürt devrimini ezme ve marjinalleştirme çizgisinde bir iç kararlılığını olduğu bir top yekün saldırı dalgasının bütün şiddetle sürdüğü, TÜSİAD ve askeri kliğin ve Amerikan emperyalizminin yeniden yapılandırma faşist programının ekonomik politik toplumsal, ideolojik ve askeri planda yaşama geçirmesinin de kararlılıkla yürüdüğü bir dönemde bir ateşkesin ilanı ve barış grupları gelmesinin bir gerekçesi yapılması elbette ki doğru devrimci bir politika değildir ve olamaz da.
Her şeye rağmen PKK'nin tek taraflı ilan ettiği ateşkes ve barış grupları süreci nesnel olarak Türk şovenizmin etkisini göreli olarak kıracak, faşist diktatörlüğün iç ve uluslararası teşhir sürecini derinleştirip genişletecektir.
Yine ateşkes süreci ve barış gruplarının dönmesi olayı, PKK'nin güç toplama öngördüğü politik ve askeri savaş hattında daha etkin hazırlık için bir fırsat olma rolü'nü de oynayacağına dikkat çekmek isteriz.
Sonuç olarak PKK'nin ateşkes ve barış gruplarının dönmesi taktiği. Kürt ve Türk halklarının özgürlük istemlerine pek bir katkıda bulunmayacaktır. Çünkü Kürt sorununda somutta her hangi bir kazanım zemini üzerinde yükselmediği gibi TC devletini köşeye sıkıştırarak üzerinde baskı uygulayıp yeni bir açılımın önünü açacak nitelikte de değildir.
Kürt ulusal sorunu kapitalist Türkiye düzeninin reforme edilmesiyle, işbirlikçi Türk burjuva faşist diktatörlüğünün demokratikleştirilmesiyle ( burjuva demokrasisine dayanan bir diktatörlük) asla çözülemez. Adına ister "federatif " isterse "özerklik" ya da "otonomi" vb. densin. İşbirlikçi kapitalist düzen, Türk egemen sınıflarının egemenliği ve faşist diktatörlük., antiemperyalist demokratik halk devrimiyle yıkılmadan ve bir emekçi cumhuriyeti kurulmadan Kürt sorunu çözülemez. Ateşkes ilanı ve barış gruplarının dönüşü taktiği çerçevesinde A.Öcalan'ın ileri sürdüğü gibi "T.C' nin hükümranlığına karşı olmayıp cumhuriyeti yeniden birlikte örgütleyelim" görüşleriyle Kürt ulusu çektiği acılardan kurtulamaz, eşit, onurlu. Özgür demokratik bir barış elde edilemez. Zora ki bağımlılık ilhak ve işgalci boyunduruk ortadan kaldırılamaz. Türk burjuva cumhuriyetini Türk egemen sınıflarıyla birlikle yeniden örgütlemek görevi işçi sınıfının, Kürt halkının, emekçi yığınların görevi değildir. Susurluk'ta, Şemdinli de tüm pislikleriyle ortaya dökülen kontrgerilla cumhuriyetini yıkmak; işçi ve emekçilerin Sovyetler cumhuriyetini kurmaktır.
Kürt ulusu, ezilen bağımlı statüsünden, baskıdan ancak devrimle kurtulabilir. Kürt ulusu, başta ayrı devlet kurma hakkı olmak tüm ulusla ve demokratik hakları ulusla özgürlüğüne ve barışa ancak;devrimle, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin. Türk egemen sınıflar ve onların faşist devletinin yıkılmasıyla, tasfiye edilmesiyle ulaşabilir.
Burjuva liberal düşlerle reformist politikalarla, düzen içi çözümlerle Kürt sorunu çözülemez. Kürt ulusla özgürlüğünün kazanılması (başta da ayrı ayrı devlet kurma hakkı ve ulusların ve dillerin eşitliği) Türkiye devriminin temel sorunlarından biridir ve genel politik özgürlükler sorununun temel. asli bir unsurudur. Politik özgürlüklerin kazanılması (bu özgürlüklerin bir bileşeni olan Kürt ulusunun ulusal özgürlüğü kazanması) sorunu ise bir devrim sorunudur.
Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur. Egemen sınırları iktidarı yıkmadan. egemen sınıfların iktidarının sürdüğü koşullarda Kürt devrimi "federatif" bir çözümle. "özerklikle". "anayasal" bir kimliğin kazanılmasıyla burjuva demokratik reformcu bir çözümle sonlanırsa, bu tarihsel ve siyasal bakımdan çok önemli bir ilerlemeyi ifade etse de, Kürt sorunu sürecektir. Olsa olsa zora ki bağımlılık ve inkar politika ve ulusal baskı geçici olarak hafifleyerek, daha ince ve dolaylı biçimde sürecektir.
Bu çözüm ne proletaryanın ne Kürt halkının, ne de Türkiye halklarının çözümü olamaz ve olmayacaktır. Ki, Türk egemen sınıfları iyice köşeye sıkıştıklarında, devrimin Batı'ya sıçrayarak düzeni ve diktatörlüğü yıkma somut tehlikesiyle karşı karşıya getirdiği koşullarda, bütünü kurtarmak için parçayı feda etme taktiğinin bir gereği olarak söz konusu çözümü benimseyebilir. Söz konusu burjuva reformist çözümler gündemleşebilir de. Ki nitekim burjuvazinin akıllı ideologları politik sözcüleri, satılık kalemşörleri, diplomasi uşakları. daha bugünden söz konusu "siyasi çözüm" politikasını geliştiriyor ve egemen sınıfları bekleyen tehlike karşısında uyarıyorlar.
Bu gerçeğin bir an olsun unutulmaması, Kürt yurtsever hareketinin bu gerçeği de görmesi gerekir.
Her ulusun barış içinde yaşama hakkı vardır. Tıpkı her ulusun ayrı devleti kurma hakkı olduğu gibi. Ulusların ve halkların barış içerisinde özgürce yasama hakkı vardır. Ama odağında emperyalizmin durduğu dünya gericiliği, halkların ve ulusların bu hakkını da gasp etmiş gasp etmeye sistemli bir biçimde devam etmektedir ve edecektir. Coğrafyamızda da barışın düşmanları emperyalistler. Türk egemen sınıfları ve burjuvazisidir. Komünistler, emperyalizmin, Türk egemen sınıflarını burjuvazisinin faşist diktatörlüğün barış düşmanlığına. barış hakkının gaspına kirli savaşına kendi çıkarları uğruna halkları, ulusları birbirini kurtarmasına, haksız savaşa karşı devrim ve sosyalizm mücadelesini örgütleyip yürütmektir ve daha etkin bir mücadeleye tutuşmaktır.
Haliyle emperyalizm, faşizm ve sermayenin gasp ettiği, çiğnediği, demir yumruk politikasıyla yanıtladığı barış istemine ve mücadelesine sahip çıkmak daha yakıcı politik bir sorun halini almıştır. Haliyle barış talebi ne küçük burjuva reformistlere ve nede ezilen ulus milliyetçilerine terk edilebilir.
Sınıf bilinçli proletarya, barış talebini en enerjik ve en devrimci temsilcisidir. O pasifist, Ütopik. reformist, dar ulusalcı akım ve eğilimlerle kendi arasında kalın bir sınır çizere, devrimci temelde bu talebe sahip çıkmakla yükümlüdür.
Coğrafyamızda barış, Kürt ulusu ve halkının barış talebi ancak devrimle elde edilebilir ve burjuva demokratik bir hak olan barış istemi tıpkı Kürt ulusunun ulusal özgürlüğü ve genel politik özgürlüklerin kazanımı sorunu gibi bir devrim sorunudur. Anti-emperyalist demokratik devrimin zaferi, kalıcı bir barış için sosyalizmin zaferi sorunudur.
Yarı-sömürge geri kapitalist Türkiye düzeni sürdükçe, Kürt ulusunun adil, eşit, özgür ve onurlu bir barışı elde etmesi asla olanak değildir. Barışı kazanmak mı istiyoruz. O halde barış devrimle, barış düzenin ve egemen sınıfların egemenliğinin ve diktatörlüğünün yıkılmasıyla kazanılacak ve bir gerçeğe dönüşecektir.
Kim tarafından önerilirse önerilsin, kim tarafından mücadelesi verilirse verilsin “düzen içi” "politik çözüm"le sağlanan "barış" kalıcı barış değildir olamaz. Kim ne derse desin düzen sınırları içerisinde Kürt devriminin en ileri kazanımlarla ( Örneğin Kürt kimliğinin tanınması, ,dilini ve kültürünü kullanma hakkının tanınması,koruculuğun, özel ordu, özle tim, JİTEM’in dağıtılması, kirli savaş suçlularının bir kısmının feda edilmesi, tazminat ödenmesi vb.) söndürülmesiyle ve yönelimini desteklemektedir.ne ulusal özgürlük gelecek ne adil, eşit,demokratik, onurlu barış kazanılacak, nede Kürt sorunu çözülecek. Olsa olsa Kürt sorunun ateşi geçici olarak düşürülmüş olacak: sorun bir kez daha ve yeni biçimde daha sert biçimlerde kendini dayatacaktır.
Komünistler Kürt ulusunun başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere tüm demokratik ulusla haklarını ve demokratik barış talebini kayıtsız şartsız desteklemekte ve mücadelesini vermektedir. Ama bu PKK’nin yanlışlarına ve hatalı politik tutumuna destek vermek anlamına gelmez.
Komünistler, PKK'nin emperyalizme gericiliğe darbe vuran mücadelesi sürdüğü sürece onun ortak düşmana karşı ortak vuruş demokratik mücadele yanıyla ortak düşmana karşı ortak kavgasını yürütme de bir an bile tereddüt etmeyecektir.
Öte yandan komünistler bu süreçte (ve her zaman) PKK ile sınıfsal farklılığını ortaya koymaktan da geri durmayacaktır. Bu bizim devrimci komünist sınıf kimliğimizin ve devrimci ittifak anlayışımızın vazgeçilmez bir gereğidir.
PKK'nin "barış" ve "siyasi çözüm" mücadelesi reformcu içeriğine karşın bugün için ilerici ve geliştirici bir rol oynamaktadır. PKK'nin reformist çizgisi Onu emperyalistlerle daha fazla uzlaşmaya ve Türk burjuvazisinin içerisinde gelişen "politik çözüm" 'çizgisine dayanarak değil. ulusal kurtuluşçu Kürt devriminin dinamiğine dayanarak savaşı büyütmüştür.
Komünistler proletaryanın halkların, devrim ve sosyalizmin yararına olan hizmet eden onurlu barıştan yanadırlar. Ne olursa olsun barış realitesi kadar, düzen iyi kazanımlarla bitecek bir ufuk darlığıyla yürütülecek barış stratejisine ve böyle bir stratejiye yönelim gösterilmesinde karşıdırlar.
Kuşku yok ki komünistler olarak Kürt halkının haklı ve meşşru barış talebini ve mücadelesini dışarıdan seyreden küçümseyerek bakan bir tavır içinde olmazlar. Aksine, barış talebine devrimci kitle mücadelesinin geliştirilmesinin aracı yapan bir politik-pratik hattın savaşımını olarak bakmak ve buradan ilerlemek gerekiyor.
Vurgulanması gerekir ki. PKK'nin öngördüğü " barış ", "siyasi çözüm" politikasının zaferi bile büyük bedeller ödemeyi, faşist diktatörlük ile sert bir savaşım gerektiriyor. Bu olmaksızın Türk egemen sınıflarının ( gerek geleneksel politik şekillenmeleri gerekse, Türkiye'nin jeopolitik öneminden kaynaklanan konumu ve emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin sertleşecek oluşu, gerekse de söz konusu burjuva reformist çözümün yol açacağı yeni devrimci imkanların olası sonuçlarından duydukları korku vb.) bu çözüme kolaylıkla "evet" diyeceğini beklemek politik saflık olacaktır.
PKK'nin " barış ". " politik çözüm " yöneliminin reformist de olsa ilerici bir rol oynadığından bahsettik. Bu rol kaçınılmaz olarak. Barış talebini duyduğu her yerde kırmızı renk görmüş boğa gibi saldıran faşizm ve sermayenin teşhir olmasına, şovenizmin etkisinin kırılmasına, geniş yığınların öz deneyimiyle barışın devrimle geleceğinin görmesine hizmet edecektir. Yığınların sadece propaganda ve ajitasyonla devrime kazanılamayacağı, bunun için birde yığınların öz deneyimlerinin gerekli olduğu gerçeği barış talebi ve mücadelesi için geçerlidir.
Osmanlıdan oyunun çok olduğunu Kürt halkı yıllardan buya yaşamış oldukları pratiklerinden biliyorlar. Bu bakımdan Kürt halkının yıllardan bu yana süren ve fedakarlık üzerinde yükselen mücadelenin somut kazanımlarla ete kemiğe bürünmeden, Öcalan’ın yapmış olduğu barış grubu jestinin, TC devletinin inkar ve imha politikasında her hangi bir oynama yaratacağını beklemek kadar gerçek dışı bir şey olamaz. Barış gruplarının hepsi bırakılmış olsa da Kürt sorununda devletin yeni bir açılımın önünü açmadığı gibi, Kürt sorununda kırmızı çizgilerden de vazgeçilmediği gibi Kürt sorununda Kürtlerin muhatap alınmadığı ve iyi şeyler olmadığı, tasfiye sürecine Kürt halkının PKK eliyle bu sürecin içine çekilmeye çalışıldığı görülüyor.