17 Ekim 2009 Cumartesi

Dönekler, sapı silik adamlar ya da dönmenin fiziksel yasası – Erhan Kalan

Son dönemlerde sol (sosyalizm) üzerine konuşan – çizen ve sola saldıran birçok kişi gördük, bunlara bakınca sosyalizmin bitmediğini anlıyorum. Sevindirici bir olay, zaten bunu son çeyrek yıldan fazla bir zamandır emperyalizmin kalemşorları kendi merkezlerinden söyleyip duruyorlardı.

Ne diyorlardı(?) “ideolojiler bitti”, “sosyalizm bitti” peki bittiği dedikleri şeylere neden saldırıyorlar, insan bitti dediği şeye saldırır mı?

Ya da “bitti” dedikleri şeylere kıçları yemediğinden neden gidip bir hınzırlıkla sarılıyorlar(?) bitmemiş ki kazdıkları o küçük kuyulardan sola ateş atıyorlar. Sola (gerçek anlamda sosyalizme) saldırmanın bir anlamı olmalı diye düşünüyorum. Birçok kişide eminim benim gibi düşünüyordur ya da yukarıdaki gibi cevap sorunun kendi içindedir, zeki değiller, sol bitmedi ve korkuyorlar. Ya da alışkanlıklar ve abartılar üzerinde hayatlarını kurguluyorlar.

Büyük ihtimalle alışkanlıkları ve kurgulamış oldukları abartıları bunlara etken.
Bundan dolayı korkularını normal karşılıyorum çünkü korku gerçek anlamda “insan” içindir ve bunların insan olduğunu kanıtlayamayabilirim ama solun bütün gücüyle yeni bir dünyayı kurmaya aday olduğunu kanıtlayabilirim.

Örneğin sol (sosyalizm) bilindiği gibi toplumcudur, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir yani ezilmemektir, yoksulluğa karşı durmaktır, mazlumdan yana olmaktır. Özetle dünya ölçütünde Che Guevara’dır, Türkiye’de üç yoldaşıyla birlikte Deniz Gezmiş’dir, Mahir Çayan’dır, İbrahim Kaypakkaya’dır ama her halükarda Mustafa Suphi’dir.

Yani insan olabilmektir, eğer bunlar olabiliyorsanız dindar olmanız Tanrı inancı edinmiş olmanız bir şeyler değiştirmez, eğer sol din bağlamında ele alınırsa kendisine Kur’an indirilmeden önce Mekke’de müşriklerce “El emin” denendir, yani Muhammed’dir. Güvenilendir, kendi çağında ki gerçek devrimcidir.

Din üzerine de konuşabiliriz elbette ama konu uzadıkça uzar. Birçok şeyler söyleyebilirim bu yüzden, Ömer’in İslamiyet’e geçmeden önceki tavrını müminlik olarak algılıyorsa bir dindar, Muhammed’in devrimciliğini de öyle almalıdır. Bu yüzden sosyalizmin din karşıtlığını da burada yok edebiliriz sanırım. Çünkü sosyalizm toplumcudur ve özgürlükçüdür. Eğer bunları reddedersek SSCB dönemindeki imamları ya da papazları da yok saymış oluruz. Ama varlar, tarihi değiştirme gibi bir gücümüz yok başkaları gibi. Var olan budur, gücümüz yetse de değiştiremeyiz zaten. Yetineceğiz. Ayrı bir tartışma konusu ama “köleliğin” Amerika’da ve bundan bin dördüz yıl önce Muhammed döneminde nasıl kaldırıldığına bakmamız gerekiyor sanırım; bunun ilk öncüsü kimdir diye?

Şimdi bize din üzerinden saldırıyorlar, bizim için bütün kutsal yerlerimizi yok edecekler diyorlar. Bu emperyalizmin yaygarasıdır. Ama yinede din üzerinden cevaplayalım; başkaları dünyevi işlerini başka yerlerle karıştırabilir, örneğin hak aramayı – adalet istemeyi Tanrı’nın ellerine bırakabilir ya da cinsel dürtülerini cehenneme ve cennete bırakabilir. İtirazımız yerli – yersiz olabilir ama biz hak gasplarının savunuculuğunu yaparken topyekûn bir saldırı dalgasının da karşısında durarak şunu diyoruz: Tanrı kullarına dinden önce akıl vermiştir, akılcı davranmamız gerekiyor.

Köşesiz
Bu sistem, devşirmelerle daha ne kadar gidebilecektir(?) bilinmez ama kendi aydınını üretemeyen sistem, devrimci hareketin ürettiği aydını devşiriyor. Bunu din üzerinden yapamıyor, dikkat edin bunu ideolojiler üzerinden yerine getiriyor. Bütün bunların bize göstermesi gereken olguysa: döneğe muhtaç kalacak kadar zavallılaşmış bir sistemin yüzüdür yani köşesizleştirilmiş bir aydın tipinin zorunluluğudur.

Şimdi bu dönekleri hiç üşenmeden sıralayayım:

Oral Çalışlar, Çetin Altan ve familyası, Cengiz Çandar, Hadi Uluengin, Taner Akçam, Ragıp Duran vs. vs. (eksiklerim olursa siz tamamlayın.)

Yine F tipi aydınlar, Aydın Doğan ve Ciner medyasının yeni provokatörleri, Türkiye’nin bütün felaketlerinden cinsel haz duyan dönekler ve liberal cumhuriyetçiler.

Birde bunlara yeni katılanlar var ki, onlarda vatansız devşirilmiş ustalarını aratmıyorlar. Bilimdışı Harun Yahya’nın yeni vizyonu Yiğit Bulut ve Rasim Ozan Kütahyalı adlı malum kişi, yeni çıktılar -çillop gibiler- gıpgıçır istediğin gibi kullan kullanabildiğin kadar, bırak eskimesini canın isterse ve sıkıldığında at gitsin, o derece yani biri Haber Türk’te diğeri Taraf gazetesinde yazıyormuş (gerçi bu arkadaşların solla tarihi ne kadardır ya da solcuların bu arkadaşlar üzerinde ki tahribatının gerek sebebini bilmemiş olsak ta) köşesinden cılız sesiyle çemkirenler arasında yerini aldılar. Sanırım ilgi odağı olmak istiyorlar ve/ya da CHP’yi gerçek anlamda sol sanıyorlar. Eğer öyleyse cidden kandırılmış birer zavallı durumundalar.

Ya da diğer bir ihtimal, solcular bu arkadaşların bilincinde ciddi tahribatlar yarattı ki açılan her konuda –konudan bağımsız bir şekilde– Deniz Gezmiş’e, Che Guevara’ya, Chavez’e ve Fidel’e ve bilumum sosyalistim kelimesini zikir edenlere saldırıyorlar.

Kabulümüzdür saldırsınlar!

Şimdi bunları söylüyorum ya bir yandan da düşünüyorum, bunlar cidden gereken ne ilgiyi ne de zamanında duydukları övgüleri hak etmişler. Buna Rasim Ozan Kütahyalı’yı katmıyorum, onun durumu çok farklı.

Her ne kadar klişe sözler ve sığ konuşmalar yapsa da öyle.

İnsan, hayatını gizleyemez. Özellikle kader çizgisinin kırılma anları, bilincinde zonklar durur. Çünkü konuşma ve yazma yaşamın aynasıdır. Nedeniyse söylenen her şeye (sözcükler bağlamında) sözlere kutsal olarak bakıyorum. Örneğin ‘Tanrı’nın sözü dört kitapla kendini gösterir, inanıp – inanmamanız farklı bir durumdur, milyonlarca insan oradaki sözü kendi içinde kutsallaştırmıştır ve olaylara büyük ihtimalle böyle bakmaktadır. Bunun adına ben “içselleştirme” diyorum.

İdeolojiler içinde geçerlidir bu.

Bu yüzden kim olursa olsun, ister bir edebiyatçı, ister bir politikacı, isterse istihbarat örgütünün gizli bir memuru, kendisi hakkında konuşup yazdığınızda, gizlemek için özellikle uğraşsa bile, kişiliğinin sır dolu bölgelerine götüren bir yolu mutlaka açar. Nitekim son dönemlerde bunu liberallerde de göre biliyoruz. Yaşadıkları travmaları bilemem ama bu topraklarda yaşayıp da kendi tarihin hakkında gerçek bilgiye sahip değilsen bunun adı “düşüş”dür.

Birçok şey daha sıralayabilirim, bunlara çeşitli örnekler daha verebilirim. Ama gelin görün ki, son tatbikat kriziyle ve TRT 1’de yayımlanan bir dizi yüzünden gün yüzüne çıkan İsrail – Türkiye ilişkilerinin bütün sebebi bile ne yazık ki sosyalistlerdir. Bunu ben demiyorum, bunu dillendiren maalesef bir parça hücresiyle küçük-burjuva ayaklarına yatan ve başbakan R. Tayyip Erdoğan’ı bir kahraman haline dönüştüren liberallerden geliyor, bu kişilerin söz edilen başbakana bir secde etmedikler kaldı ki(!) şaşırtıcı bir durum içerisinde beyinlerimizi yokluyorlar.

Adamların kavramları bile söylediklerine gayriciddî öyle ki ateşli bir şekilde AKP goygoyculuğu yapıp, R. Tayyip Erdoğan’ı anti-semitizmin mimarı olarak görmeye dönük bir anlayış, işte böyle bir algı sorunu var. Oysa İsrail’in Gazze saldırısında ilk tepkiyi sosyalist bir lider olan Chavez verirken ve kendi büyük elçisinin o ülkeden çekerek o ülkeye NOTA uygularken, deyim yerindeyse ülkesinde ki İsrail büyük elçisini kendi ülkesine postalarken bunların başbakanı bay klik R. Tayyip Erdoğan İsrailli pilotların Konya ovasında uçuşlarını sağlıyordu.

İşte böylesi balık hafızalı bir aydın zümresi.

Gerçi adam en son Davos’ta “van minut” diyerek önceden hazırlanmış “Davos fatihi” pankartlarıyla karşılandı ya oda ayrı bir tartışma mevzusu.

Bu yüzden bu tip adamların yarın sol / sosyalizm üzerine övgülerini de görebilirsiniz. Bu bağlamda dönmek, fikir değiştirmek değildir. Çünkü ideoloji herhangi bir fikir değil, dünya görüşünün, hayat hakkındaki düşüncelerin tamamıdır; tek - tek insanlar söz konusu olduğundan manevi hayatının çerçevesi, ekseni ve kişiliğinin özü. Dolayısıyla dönen, herhangi bir konudaki görüşünü değil, doğrudan doğruya kendi kişiliğini terk ediyor.

Son söz
Özgürmüş, radikal hürriyetçiymiş, dönek, ipinin koparan adamdır yani bunların hepsi birer hikâye, zırvalıyorlar. Burjuvazinin ya da emperyalizmin özgürlük ve hürriyetlere nasıl baktığını biliyoruz(!) Sadece devrimcilikten değil, her türlü sınıfsal ve toplumsal değerden kopan adam tiplemesi yani insandan, insanlığı çıkardığımız zaman geride kalan şeyler silsilesi. Bütün tetikçiler böyledir, kendine devşirmeler pazarında müşteri arayan fahişeler gibidirler. Çünkü başka yolları yoktur, istihbarat örgütlerinden, medya patronluğuna kadar uzanan yelpazede görebilirsiniz bu tipleri. Bunların oluşturduğu piyasanın adı vardır: dönekler piyasası!

O yüzden Aydın Doğan’ın memurları, Turgay Ciner’in Adnan hocacı müritleri, Ahmet Çalık’ın ve R. Tayyip Erdoğan’ın küfürbaz silahşorları bütün bunların efendileridirler, diğer adıyla emperyalizme bağlılıktır. Özetle buradaki kutsal tapınma aracı “para”dır, para söz konusu olunca patronun şekli, ismi, fiziği, yediği – içtiği önemli değildir.

Ahlak mı(?) onlara yabancıdır işte.

İsterseniz gece – gündüz ana avrat küfür ettiğiniz kişi bile olsa bu, bunun kıstası “para”dır ve “para” burada belirleyici roldedir. Rolleri değiştirebilir o sövdüğünüz kişinin sevimli bir kanişi olabilirsiniz. Nihayetinde birazda isim yapmaktır ya bu. Bunun için geçmişinize bile küfür etmeye değer, bu annenizde olabilir – babanızda.

Bu yüzden hazır olur ya kazaren sosyalistler iktidar olursa onlar bunun korkusuyla var olmamış bir sistemin savunuculuğuna soyunup “benim dedemde komünisti” diyebilirler, benden söylemesi.

Not: Rasim Ozan Kütahyalı’ya “her şey sınıfsaldır!”