23 Haziran 2009 Salı

‘BELGE’ GÜLEN’İ MEŞRULAŞTIRIYOR

Belge’nin ortaya çıkmasıyla AKP ile Gülen cemaati de meşrulaştırılıyor. Böylece bu cemaati de demokratik siyasal yaşamın bir parçası olarak görmeye çağrıldık

‘BELGE ERGENEKON SAVCILARINDAYDI’
Sözü edilen ‘belge’ zaten Ergenekon savcılarının elindeydi, Ergenekon soruşturmasının kanıtları arasındaydı. Ama zaten soruşturuluyordu. Soruşturulması zorunluydu. Böylece başlandığı yere dönülürken AKP müdahil olma hakkını kullanmaya sevk edildi. Ancak bu süreçte AKP ile birlikte Fethullah Gülen cemaati de meşrulaştırılıyor. Bu tartışmayla, Fethullah Gülen cemaatini de demokratik siyasal yaşamın bir parçası olarak görmeye çağrılmış olduk.

EN KÂRLI ÇIKAN ‘CEMAAT’ OLDU
Bu ‘plan’ tartışmasından en kârlı çıkan Fethullah Gülen cemaati oldu. AKP hükümetinin yanı sıra kendisinin de demokrasi icabı savunulması zorunlu ‘hakları’nın var olduğu kanaatini kontrol altında tuttuğu medya ve siyaset kanallarıyla topluma dayatmış oldu. Sanki iktidarda AKP-Gülen koalisyonu varmış gibi oldu. O yüzden Genelkurmay da artık AKP’den değil, ‘cemaat’ten şikâyetçi. AKP ile asker arasındaki yakınlaşma bununla da ilgili olabilir.


“Türkiye’de asker, benzetmek mümkünse gidişata 'Şili usulü' uyum göstermeyi tercih ediyor. Askerler de küresel denklemin ve bunun içe yansımasının ne olduğunun farkında. Fakat kurumun tamamını yeniden düzenlemek istemiyor. Türkiye sermayesinin de durumu aynı”
10 gündür Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu iddia edilen belge tartışılıyor. Genelkurmay Başkanlığı 3. Bilgi Destek Müdürü Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek’e eski mesai arkadaşı ve Ergenekon soruşturmasında tutuklu avukat Serdar Öztürk’ün bürosunda ele geçirildiği söylenen belgenin Taraf gazetesinde yayınlanmasıyla kamuoyu bilgi sahibi oldu.
AKP ve Fettullah Gülen cemaatini hedef aldığı ileri sürülen 'İlticayla Mücadele Eylem Planı' başlıklı belgeyle ilgili gelişmeleri, tartışmaları ve bu tartışmalarda önemli yere sahip Taraf gazetesinin yayın politikasına ilişkin dillendirilen eleştirileri Bağımsız İletişim Ağı’nın Genel Koordinatörü, gazeteci, yazar Ertuğrul Kürkçü ile konuştuk. Ayrıca SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün’ün, sol üzerine yapmış olduğu değerlendirme konusunda Kürkçü’nün görüşünü de aldık.

»AKP ve Fettullah Gülen cemaatini hedef aldığı ileri sürülen 'İrticayla Mücadele Eylem Planı' belgesiyle ilgili süren tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, aslında süregelen gerilimin, mücadelenin bugün aldığı yeni biçimlerden biri. Bu belge yayımladı veya ortaya çıktı diye bir çatışma ortaya çıkmış değil.

»Devam eden hangi mücadelede?
Egemenler arasındaki iktidar mücadelesi. Statüko, otoriter/milliyetçi bir rejim ekseninde mi, muhafazakâr/ liberal bir rejim ekseninde mi tesis edilecek? Sermaye sahipleri ve egemenler arasındaki ikilik bu soru çevresinde dönmeye devam ediyor. 'İrticayla Mücadele Planı'yla başlayan tartışmayı bu gerilimin bir yansıması veya yeni bir aşaması olarak görebiliriz. Şöyle olmuyor: Taraf gazetesi, herhangi bir belgeyi yayınladığı için, Türkiye gerilim yaşamıyor. Gerilim var olduğu için ve çeşitli yönleriyle açığa çıktığı için taraflardan biri tartışmaya, Taraf gazetesi üzerinden de katılıyor.

»Ergenekon ile başlayan bu süreç, askerin sivil siyaset üzerindeki vesayetine ve toplumu biçimlendirme çabalarına karşı bir mücadele mi?
Bu sürecin Ergenekon’un devamı olduğuna katılırım. Fakat Ergenekon’u, merkezi bir devlet örgütü olarak görmüyorum. Ergenekon, eksantrik bir örgüt. Merkezi devlet aygıtının dışına itilmiş ve atılmış ama karışıklıklar çıkararak devletteki eski konumunu tekrar elde etmek isteyen bir tür fesat örgütü. Silahlı kuvvetlerle de çatışarak ilerlemeye çalışıyor. Bence bu belge resmi olmayabilir ama hakikidir. Bunda Genelkurmay'ın onayı ve rızası olmadığı kanısındayım. Genelkurmay'ı bir müdahaleye ikna etmek için aşağıdan geliştirilen eylemlerin bir parçası bu. Sadece Silahlı Kuvvetler ile sınırlı değil, bürokrasi içersinde, medya içersinde, hatta AKP içersinde uzantıları var. Belgenin sahte olduğunu düşünmüyorum. Bana polis hazırlamış ve koymuş gibi gelmiyor.

»Sizi bu düşünceye iten nedir?
Daha önce hazırlanan Lahika, andıç vb adlarla anılan ve medyaya düşen çeşitli rapor ve belgelerle sürekliliği, benzerlikleri var, bir tutarlılık gösteriyor. Darbe günlükleriyle ve Eruygur’un şemalarıyla ve Kara Kuvvetleri'nin hazırladığı söylenen 'sosyete fişlemesi'yle zihniyet ve yapı uygunluğu var. Ama, kısa zamanda ve çalakalem hazırlanmış. Yok olmamak için direnen Ergenekon’u batağa sokan adımlardan.

»Genelkurmay'ın bilgi veya onayı dışında yapılan bu tür çalışmaları sürekli korumasını neye bağlıyorsunuz?
Bu tıpkı bir politik partinin kendi içindeki açmazları dışarıya yok gösterme, sorunları ve krizleri içeride halletmeye çalışmasına benzeyen bir şey. Kol kırılır yen içinde kalır anlayışı. Genelkurmay bunun aynı zamanda kendisine karşı da bir komplo olduğunu biliyor. Fakat bunu böyle söylediği an, tartışmalı, güçsüz duruma düşecek ve imajı çizilecek. Benim gördüğüm kadarıyla Genelkurmay, Ergenekon’un bir bölümünü tasfiye ediyor, bir bölümüyle uzlaşıyor, bir bölümünü tesirsiz hale getirmeye çalışarak, yangını kontrol altına almaya çalışıyor.
»Bugüne kadar Genelkurmay'ın bu tür olaylar karşısındaki pozisyonu, caydırıcı değil, daha çok kollayan hatta son tahlilde özendirici oluyor.
Doğru. Kendisini sivil denetime açmadıktan sonra, yargıyı tekleştirmedikten sonra bu yapı kendini hep üretecek. Genelkurmay'da kararlı, istikrarlı bir tutum yok. Genelkurmay, Şili ordusu gibi davranmak istiyor.

»Şili ordusu nasıl davrandı?
Şili ordusu, örneğin komşusu Arjantin’deki gibi darbe döneminin hesabını vermiyor. Darbe döneminin suçlularını koruyor. Cinayetler çok açık biçimde ortaya çıktıkça tek tek cezalandırma yoluna gidiliyor. Sivil yönetim, Bachelet yönetimi silahlı kuvvetlerle çatışarak değil anlaşarak tesis ediyor otoritesini. Unutmayalım, Pinochet Şili’de bir mahkeme karşısına çıkmadan veda etti dünyaya. Oysa Arjantin’de diktatörlüğün tasfiyesi süreci daha köklü ve derin oldu, İtalya’da ise Gladio bambaşka bir yoldan tasfiye oldu. Türkiye’de de asker, benzetmek mümkünse gidişata 'Şili usulü' uyum göstermeyi tercih ediyor. Askerler de küresel denklemin ve bunun içe yansımasının ne olduğunun farkında. Fakat kurumun tamamını yeniden düzenlemek istemiyor. Türkiye sermayesinin de durumu aynı.

»Nasıl bir benzerlik söz konusudur?
Sermaye de eski günahlarının hesabını vermeye yanaşmıyor. Sermaye 12 Eylül'ün, 12 Mart’ın ortağı değil miydi? TÜSİAD, TİSK onların sözcüleri bunların hesabını vermeden, yeni yönetişim, yeni çalışma düzeni, yeni sendikal düzen, yeni sol diye herkesin işine burnunu sokuyor. Askerler de bu açıdan tıpkı sermaye sahipleri gibi davranıyor.

»Askeri savcı, Ergenekon savcılarıyla, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ile görüştü, Meclis'teki bütün partiler belge konusunda ortak tutum içindelermiş gibi görülüyor. Yeni bir uzlaşma söz konusu mu?
Hükümetle, ordunun üst kademesi arasında bir uzlaşma aslında Mayıs 2007'den beri var. Yaşar Büyükanıt döneminde başladı. Bu günlerde içeriğin açıklanması istenen meşhur Dolmabahçe görüşmesinde uzlaşma sağlandı. Şüphesiz anlaşmaya, her iki tarafın her aşamada sadık kalması söz konusu değil. Herkes kendi çıkarına göre sağa sola çekebiliyor, eğip bükebiliyor, yan çizmeye yeltenebiliyor, ama artık çatışma değil uzlaşma var.

»Hükümet ile ordu arasındaki uzlaşma neye dayanıyor?
Bence şöyle: Herkes kendi asıl işini sürdürecek, ordu siyasetin işine, hükümete karışmayacak, hükümet de, ordunun Kürt meselesindeki, devlet-din işlerinin ayrı olması konusundaki hassasiyetine ve güvenlik konusundaki ihtiyaçlarına cevap verecek. Gene de bu 'İrticayla Mücadele Planı'nın hükümetçe ele alınışında bir tuhaflık var.

»Nedir tuhaflık?
Sözü edilen belge zaten Ergenekon savcılarının elindeydi, Ergenekon soruşturmasının kanıtları arasındaydı. Taraf gazetesi de bir biçimde belgeyi oradan ele geçirdi. Dolayısıyla, bu zaten re’sen soruşturma altındaki bir belgeydi. Belge Taraf’ta ortaya atıldı, kamuoyunda, medyada tartışıldı, konuşuldu sonunda AKP ve Genelkurmay kendi savcılıklarına gitti. Belgede sözü edilen faaliyetlerin soruşturulması yargıdan istendi. Ama zaten soruşturuluyordu. Soruşturulması zorunluydu. Böylece başlandığı yere dönülürken AKP müdahil olma hakkını kullanmaya sevk edilmiş oldu. Ancak bu süreçte çok daha önemli başka şey meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

»Nedir bu?
AKP ile birlikte Fettullah Gülen cemaati de meşrulaştırılıyor. Bu tartışmayla, Gülen cemaatini de demokratik siyasal yaşamın bir parçası olarak görmeye çağrılmış olduk. Gülen kim? ABD'de yaşayan Türkiye’ye çeşitli sebeplerle gelemeyen, Türkiye İslamı'nda geleneksel olarak mevcut olmayan bir tür ruhban sınıfı yaratma çabasında, dine dayalı bir cemaat ilişkisi sürdüren ve bu çerçevede bir hakimiyet mücadelesi içinde yer alan bir eski vaiz. Bunu kimi zaman AKP içinden yapıyor, kimi zaman AKP ile çatışarak sürdürüyor. AKP ise yasalar çerçevesinde kurulmuş, oyunu kuralına göre oynayarak seçim kazanmış, hükümet olmuş bir siyasi parti. Bu partinin hakları pekala bir kamusal tartışmanın konusu olabilir. Peki, toplum olarak Fettullah Gülen’e neden kefil olmamız gerekiyor? Doğrusu bu 'plan' tartışmasından en kârlı çıkan bu cemaat oldu: Fettullah Gülen cemaati AKP hükümetinin yanı sıra kendisinin de demokrasi icabı savunulması zorunlu 'hakları'nın var olduğu kanaatini kontrol altında tuttuğu medya ve siyaset kanallarıyla topluma dayatmış oldu.
AKP ve Tayyip Erdoğan’ın bu belgenin imal edilmiş olmasından kuşkulanmasının bir nedeni de bence bu süreçte Gülen cemaatinin kendilerine eş koşulmuş olması. Sanki iktidarda AKP-Gülen koalisyonu varmış gibi oldu. O yüzden Genelkurmay da artık AKP’den değil, 'cemaat'ten şikâyetçi. AKP ile asker arasındaki yakınlaşma bununla da ilgili olabilir. Elimde hiçbir kanıt olmadan bu belgenin emniyet içindeki Gülen cemaatine bağlı kişilerce tutuklanan avukatın bürosuna konulduğunu söyleyemem. Ancak belgenin soruşturma dosyasından çıkarılıp, böylesine açık bir tartışma sonucunda Gülen cemaatinin meşruiyet düzeyinin yükseltilmesi için bir kaldıraç olarak kullanılmasında cemaatin bağlantılarının bir rolü olmuş olabilir.
**
Bunlar olağan gazetecilik faaliyeti değil
»Servis edilmiş belgeleri yayımlamak Taraf gazetesinin neredeyse kimliği haline geldi. Bu gazetecilik açısından tartışılıyor. Siz nasıl yaklaşıyorsunuz?
Gazetecilik tarihinde böyle tek, tek şeyler var. Örneğin Nixon’u bitiren ABD’deki Watergate olayı… Bu vakada ise sistematik ve sürekli bir biçimde başka hiç kimsenin ulaşamayacağı ve onlara ulaştırılmayan hacimde ve miktarda dosya ve belge akışından söz ediyoruz. Bu apayrı ve yepyeni bir şey, dünyada da böyle bir örnek bilmiyorum, duymadım. Bence buna gazetecilik diyemeyiz. Bu dosyaları Taraf gazetesinin elinden çektiğimiz zaman geriye ne kalır? Bu dosyalar olmadan önce ne vardı? Yazar havuzuyla, haber yelpazesiyle sekiz, on bin satan bir gazete vardı, bu belgelerle birlikte tirajı arttı. Gitgide Taraf gazetesi belgelere, belgeler de Taraf gazetesine bağımlı hale geldi. Gazetecinin belgeye gitmediği, belgenin biteviye gazeteciye gittiği bir süreç olağan bir gazetecilik faaliyeti değil. Ama doğrusu bu belgeler kimin önüne gelse yayınlamak ister.

»Siz de yayımlar mıydınız?
Yayımlarız. Fakat şöyle yayımlarız. Bunları doğrulatmak için çaba gösteririz. Olduğu gibi yayımlamayız. Belgeyi yayımlayan gazetenin başındaki kişi yayından sonra “bu belge sahte de olabilir” diye mütalaada bulunamaz. Bunu yayımlamadan önce araştırması gerekir. Kaynağına son derece bağımlı hale gelen, kaynağını reddetme gücü kendisinde neredeyse kalmamış bir yayıncılıktan söz ediyoruz.

-Taraf gazetesinin yayımladığı belgelerin çoğu doğru çıktı. Doğrulandığı da yayımlanmalı mıdır?
Aslında gizli diye bir şey olmamalı. Biz kamu adına yürütülen her şeyi saydamca izleyebilmeliyiz. Onun için elbette bizi yönetenlerin yaptığı her şeyi ortaya koyup didikleyebilmemiz gerekir. Ama ben hiçbir çaba göstermeden bu 'gizli' belgelerin gelip, gelip hep beni bulmasında bir tuhaflık ararım tabii.
**
MİT’çi kimmiş bilelim
»SHP Genel Başkanı, Hüseyin Ergün’ün bir söyleşide sol üzerine söylediklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sol tanımına çok değişik kesimler giriyor. Biz kendi sosyalist geleneğimiz açısından bakalım. Sosyalist dünya görüşü içersinde darbeleri mazur gösteren, işçi sınıfı adına darbeyle iktidar olmayı çağrıştıran veya bunu mazur gösteren bir şey var mı? Yok, bunlar hayali tartışmalar. İkincisi Türkiye’deki, bütün darbeleri gözümüzün önüne getirelim, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat’ta ya da 27 Mayıs’ta bizim konuştuğumuz manada bir sol etkiden ya da sol varlıktan söz edilebilir mi?

»Ergün bu sözleri, Doğan Avcıoğlu ekibine yönelik mi söylüyor?
Tamam da, Doğan Avcıoğlu kendini sosyalist olarak tanımlamıyor. Avcıoğlu, kendisine milliyetçi-devrimci diyordu. Sosyalistler açısından mesele, çoğu kez bunları meşru görüp görmemek, bunlarla taktik işbirliği yapmanın manalı olup, olmadığına karar vermekti. Geçmişteki tartışmalar bununla ilgiliydi. Özellikle 12 Eylül’den bu yana, 12 Eylül darbesinin gerçekliği ortadayken ve gerek darbe sürecinde, gerek darbe sonrasında sosyalistler askeri diktatörlüğe neredeyse tek başlarına direnmişken; önceki onyıllarda eğer bir eksiklik veya yanlış olmuşsa bile bunu atlayarak, dönüp dolaşıp, bunları bugün gündeme getirmenin ne gibi yararı olabilir? Ben Türkiye’de ayrımın buradan geçtiğini düşünmüyorum. Türkiye’de "darbe iyidir, darbe yoluyla hükümet edebiliriz" diyen elle tutulur bir sosyalist akım yok.
Öte yandan, parlamenter demokrasiden yana olmak zorunlu olarak serbest piyasa ekonomisinden yana olmayı da şart koşmuyor. Çünkü devletçilik veya piyasacılık, parlamenter demokrasi olsa da çeşitli ülkelerin yönetici sınıflarının değişik zamanlarda tercih edebildikleri şeyler. Keynes ya da Roosevelt solcu değillerdi ama sermayenin yeniden üretiminde kamu girişimciliğine dayalı politikaları savundular. Hüseyin Ergün benim anladığım kadarıyla, bugün ancak AKP'nin açtığı yoldan siyaset yapılabileceğini düşünüyor. Bunu da tartışabiliriz, ama benimseme ya da benimsememe hakkımız var. Başka bir yolu savunduğumuz için niçin devletçi ya da demokrasi istediğimiz için piyasacı olmamız şartmış? Kapitalizmin şu ya da bu biçimi eninde sonunda devlet eliyle, politik bir aygıt aracılığıyla uygulanır, sosyalistler ise kapitalizmi ve devleti ortadan kaldırmayı savundukları için mantıksal olarak da tarihsel olarak da devletçi olamaz. Burada kasten karıştırılan şey devletçilikle kamu çıkarının savunulması. Örneğin devletin demir çeliğe yatırım yapması bir iktisadi politika sorunudur, yapabilir veya yapmayabilir. Ama parasız sağlık, eğitimden ayrımsız herkesin ve kaliteli bir biçimde yararlanması bir toplumsal haktır.

»Bir başkası, devrimci mücadelenin ajanlar kanalıyla nasıl maniple edildiği iddiası ve sosyalist hareketin tarihine çok ağır eleştiri var.
Yusuf Küpeli, Hüseyin Ergün’e ne demiş? “Ben Mahir’e sordum, bizim aramıza çok sayıda MİT’çi karışıyor, sen buna ne diyorsun” demiş. Mahir de, biz büyük ve etkili hareket olduğumuz için MİT’in aramıza girmeye çalışması normaldir” yanıtını vermiş. Bunda anormal ne var? Türkiye İşçi Partisi'ne polis hiç sızmamış mı? Mahir, makul bir şüpheye makul bir cevap veriyor. Üstelik biliyorsunuz Yusuf bunu yalanladı da...

»Ergün, devrimciler kullanıldı yorumu yapıyor?
Ben şimdi soruyorum devrimci hareketin öncü kadroları arasında bir tane MİT’çi var mıymış? Kimden söz ediliyor bilelim? Aşağıdan kitle hareketine istihbaratçılar sızmış olabilir, sızmıştır da… Örneğin Erdal Gökyüzü gibi bir polis ajanını Yusuf bizzat kendi elleriyle buldu çıkardı saf dışı etti. Dev-Genç gibi binlerce üyesi olan açık kitlesel bir harekette bu tür sızmalar kadar doğal bir şey de olamazdı. Ama bunlar hareketi mi yönetmiş? Bizim tercihimize ve yönelimimize rağmen bize bir şey mi yaptırılmış? Neymiş o?
Doğrusu, 12 Mart müdahalesinin asıl büyük toplumsal gerekçesi 15-16 Haziran 1970’te ayağa kalkan işçi hareketiydi. Herkes hatırlar Genelkurmay Başkanı Tağmaç’ın ünlü sözlerini: “Toplumsal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı.” Ergün’ün akıl yürütmesine uyarsak işçi hareketinin darbeciler tarafından sokağa çıkarıldığına yemin etmemiz gerekirdi.
Bu kadar yüzeysel, kendi gerçekliğinden koparılmış açıklamalara dayanan devrimciliğin başımızı eninde sonunda derde sokacağını, hükümetin açtığı yoldan yürüyerek, kapitalizmin içinden giderek, piyasa değerlerini savunarak solculuk yapılabileceğini düşünenler acaba neden AKP’ye üye olmaz?
Birgün