17 Haziran 2009 Çarşamba

İran'ın Mahmud Ahmedinecad'ı tercihi bir sürpriz sayılabilir mi?

Yüzde 80'i Şii olan, genel/yüksek siyaseti Ayetullah Ali Hameney ve onun liderliğindeki velayet-i fakih (Anayasa Koruma Konseyi) üyeleri olan mollalar tarafından şekillendirilen İran rejiminde yakın zamanda bir değişiklik beklemek naiflik olur

İran, geçen hafta yapılan seçimlerde yine Mahmud Ahmedinecad’ı seçmeyi yeğledi. Peki, ne oldu da Batı basınında bu kadar popüler olmasına rağmen Mir Hüseyin Musavi yerine Ahmedinecad seçildi?

İran, hâlâ geçmişte devrim ve darbelerle yaşadığı travmaları üzerinden atamamış bir ülke. 1892’de tütün rejisinin İngiltere’ye satılmasının protestosuyla başlayan halk ayaklanmaları silsilesini, 1905 ve 1911’deki Meşrutiyet hareketleri izledi. Buna karşılık olarak dış destekli olan askeri darbeler İranlıların bu taleplerini bir ‘karşı devrim’ olarak dengeledi. 1925’teki Türk kökenli Kaçar hanedanlığını yerinden eden Şah Rıza Pehlevi’nin askeri darbesi ve 1953’te başbakan Muhammed Musaddık’ın ülkenin petrollerini İngiliz şirketlerinden devralıp millileştirmesi üzerine CIA’in yaptığı gizli darbe bu denge politikalarının sonucu idi.

Darbe unutulmaz

İran halkı, bu son darbeyi hiç unutamayacak, 1979 yılındaki İslam devrimi ve 444 gün süren Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgali ile cevap verecekti. İlginç olanı saydığımız devrimlerin çoğuna sadece Tahran gibi kozmopolit bir şehir değil Tebriz, Şiraz, Kum, Meşed, Gilan gibi daha çok etnik temelli ve tarihi geçmişi olan şehirler de öncülük edecekti. Ayrıca bu devrimleri sadece esnaf, köylü, öğrenci ve işçiler değil, Şii mollalar da destekleyecekti. Oysa askeri darbelerin hepsi Tahran temelli askeri sınıf ve bürokratlar tarafında yapılacaktı.

Bu son seçimde Ahmedinecad desteğini daha çok fakir ve kırsal bölgelerde yaşayan kesimlerden aldı. Oysa Musavi daha çok kadın ve gençlerden ilgi buldu, bilhassa Tahran’dan. Zaten seçimden sonraki gün dikkat edilirse gösterilerin yoğunlaştığı yer Tebriz, İsfahan, Kum ya da Şiraz değil, Tahran’dı. Tahran, farklı dini ve etnik gruplardan oluşan kozmopolit yapısıyla önceki seçimlerde de hem muhafazakâr hem de reformcu adaylara oy vererek farklı mesajlar verdi.

Batı basını da, Tahran’daki seçim öncesi coşkulu kalabalıklara bakarak, yanlış tahminlerde bulundu. Şimdi yine seçim sonrası yaşanan gösterilere ‘aldanarak’ dünyayı bir karşı devrim beklentisi içerisine sokmaktadır.

Ahmedinecad’ın yeniden seçilmesi bir sürpriz değil, tam tersine, seçimden 10 gün öncesine kadar beklenen bir sonuçtu. Bu sebeple ABD ve AB’nin seçimleri tanımaması veya şaibeli görmesi, Batı medyasıyla ortaklaşa yürütülmüş olan bir ‘kadife devrim’ girişiminin akim kalışının verdiği moral bozukluğu olarak görmek gerek. Zira hatırlarsak, İran’lı yetkililer seçim öncesinde bu tür ‘yumuşak geçiş’ hayali kuranlara karşı uyarılar yapmışlardı.

Şii-radikal yüz

Bu durumda başta Batı dünyası ve Ortadoğu ülkelerinin Ahmedinecad’ı -her ne kadar sempatik bulmasalar da- sevmeyi öğrenmeleri ve buna göre yeni bir politika belirlemeleri gerekecek. Gerçi Ahmedinecad’ın yeniden seçilmesi, Muhammed Hatemi döneminde bir peçe ile gizlenmiş olan İran’ın Şii ve radikal yüzünü iyice ortaya çıkarmıştır.

Seçimlere hile karışmış olabilir, fakat oyların yeniden sayılması ya da seçimlerin iptal edilmesi sonuçları veya İran’daki mevcut sistemi pek değiştireceğe benzemiyor. İran bu seçimle, Batı dünyasının yandaşlarıyla birlikte artık yeni bir devrimi beyhude beklememelerini ve İran’ın bu kimliğini kabul ederek ona göre konumlarını yeniden belirlemelerini son bir kez hatırlatmıştır.

Türkiye’nin konumu

Bu bağlamda Türkiye, İran ve Batı arasında arabuluculuk yapabilecek yegâne aday olarak görünüyor. Sadece İran devleti değil, İran halkı da Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi duymaktadır. Zira son yıllarda İran’lıların tatil ve yurtdışı eğitimindeki birinci tercihi Türkiye olmuş, ticarette de -her ne kadar aksaklıklar olsa da- iki ülke arasında önemli bir mesafe kat edilmiştir. Türkiye, İran’a karşı yüzyıllardır oluşmuş olan önyargılarını kırarak bu fırsatı değerlendirmeli ve bir an önce İran’ı, dil, kültür, tarih, siyaset ve ekonomisiyle, uzmanlık alanı haline getirmiş insanların yetişmesine destek vermelidir.

Sadece Tahran değil bütün ülke genelinde farklı dini ve etnik grupları içinde bulunduran İran, yapısına

rağmen her zaman ‘Fars kültür havzası’ içersinde kalan bu grupları bir arada tutarak toprak bütünlüğünü korumayı başarmış ve bunların taleplerine karşı, kendine has siyasi ve diplomatik yollarla cevap vermiştir. Yüzde 80’i Şii olan, genel/yüksek siyaseti Ayetullah Ali Hameney ve onun liderliğindeki

velayet-i fakih (Anayasa Koruma Konseyi) üyeleri olan mollalar tarafından şekillendirilen İran rejiminde yakın zamanda bir değişiklik beklemek naiflik olur. Böyle bir değişiklik yukarıdan veya dışarıdan bu ülkeye empoze edilirse bunu bir ‘karşı devrim’ izleyecektir.

Bunu bizler değil, tarih söylüyor.

Metin Atmaca: Araştırmacı, Universität Freiburg (Freiburg Üniverstesi, Almanya)

Metin Atmaca

Radikal