
Necdet Adalı Ankara Altındağ semtinde oturan, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Yıldırım Beyazıt Lisesi son sınıf öğrencisiyken 1976 yılında Ankara’da liseli gençliğin örgütlenmesi olan Dev- Lise örgütlenmesinde yer aldı. Siyasi görüşleri, daha çocukluğunda başlayan haksızlıklara karşı tutum alma tavrıyla şekillenerek, lise yıllarında sosyalist dünya görüşüyle olgunlaştı. Kurtuluş Hareketi içinde, militan devrimcilerden birisi olarak, o günün koşullarında mücadelenin gereksinim duyduğu değişik faaliyet alanlarında özverili olarak çalıştı. En basitinden en risklisine kadar hiçbir görevden kaçmadı. Yakın arkadaşlarının anlatımlarına göre, kişi olarak çok çalışkan, enerjik, arkadaş canlısı, güler yüzlü, halkını seven birisiydi. Çok iyi futbol ve voleybol oynardı. Kitap okumayı çok severdi. Fiziksel olarak, 1.85 boylarında, sarışın, mavi gözlü, sportif yapılı bir gençti.
Karanlık ve zor yıllardı o yıllar. Halk düşmanı faşist çeteler ülkeyi yaşanmaz hale getirmişlerdi. Grev çadırları taranıyor, belediye otobüsleri durdurulup içindeki insanlar kurşuna diziliyor, evler, arabalar bombalanıyor, kahvehaneler basılıp insanlar üçer beşer katlediliyor, evlerinden kaçırılan insanların cansız bedenleri şehir dışındaki boş arazilerde bulunuyordu. Katil sürüleri üniversiteleri ve liseleri de işgal etmişler, kendilerinden olmayan öğrenciler üzerinde terör estiriyorlardı.
Mücadele sert ve acımasızdı. Necdet bu mücadelenin en ön saflarındaydı; cesareti ve kararlılığıyla karanlık güçlerin boy hedefi olmuştu. Onu bir biçimde susturmak isteyenler, İsmet Paşa Mahallesinde meydana gelen ve 2 kişinin öldüğü bir kahve tarama olayını bahane ettiler ve O’nu bu olayın faillerinden birisi olarak cezaevine koydular. Ölenlerin mit'ten oldukları iddia ediliyordu.
Generaller kan için sabırsızlanıyorlardı. İdama karar veren üç kişilik heyetten Albay Hamdi Sevinç karara itiraz ederek şerh koymuştu. Bu davranışı daha sonra ceza almasına neden olacaktı. Diğer iki kişiden biri ise hukukçu bile değildi. İdam jet hızıyla onaylandı. Generallerin yapacakları çok “iş” vardı!
Bir yandan asayişi sağladıklarını kanıtlamak için gencecik bedenleri yok edeceklerdi, yetinmeyecek toplumun muhalif kesimlerini işkence tezgâhlarından geçireceklerdi, diğer yandan ise Türkiye’yi hızla ABD yörüngesine sokacaklar, IMF ve DB gibi kurumların, azgelişmiş ülkelere önerdikleri ekonomik planların hayata geçirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapacaklar, “ayak bağı” olan sendikaları kapatıp, işçi sınıfını ezeceklerdi.
Paul Henze, 12 Eylül darbesi yapıldığı gün, dönemin ABD Başkanı Jimy Carter’a, “our boys have done” yani ‘bizim çocuklar başardı’ diyecekti. ABD’nin çocukları başarmışlardı, ama unuttukları bir şey vardı: İsyanlar bastırılabilirdi, isyancılar yok edilebilirdi, mücadele edenler yenilebilirdi ama güzel düşler asla yenilmezdi. Sehpada Necdet'in gözlerinde korkuyu arayanlar, Necdet'in sözlerinde nedamet bulmaya çalışanlar, yanıldıklarını çabuk anladılar. O ses, yüz binlerce devrimcinin direniş çığlığı olarak ezilen halkların kulaklarında çınladı. O ses, daha önce idam sehpasında düşmana karşı bayraklaşan Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın sesinin, onların bayrağını devralan Necdet Adalı tarafından 12 Eylül 1980 darbecilerine karşı onurluca devam ettirildiğini gösterdi.
Necdet’in idam sehpasındaki o gür sesi bizlerin de şiarı olmaya devam edecek:
“Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’’
“Kahrolsun faşizm!”
“Kahrolsun sömürgecilik!
"Yaşasın anti-emperyalist, anti-oligarşik halk devrim!"
‘’Sevgili anneciğim ve babacığım, Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır. Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerinde ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum.
Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim; fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoş çakalın.”
Necdet Adalı
‘’Sevgili anneciğim ve babacığım, Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır. Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerinde ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum.
Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim; fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoş çakalın.”
Necdet Adalı