25 Kasım 2009 Çarşamba

Aleaddin Karadağ polis tarafından infaz mı edildi?

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nda 2 Haziran 2007'de kabul edilen ve 14 Haziran'da Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5681 sayılı kanunla polis-devleti anlayışıyla yapılan değişiklikler, hukuk güvenliğini yok edecek uygulamalara yol açtı. Bu kanun yürürlükte kaldığı sürece tüm yurttaşlar bundan 'nasibini' alabilir...

Esenyurt’ta bir kişi daha 20 Kasım akşamı polis tarafından öldürüldü. Öldürülen kişinin TKİP üyesi olduğu iddiasıyla aranan Aleaddin Karadağ olduğu açıklandı. Emniyet Müdürlüğü çatışma dedi. Ancak görgü tanıkları farklı anlattı. Tanıklara göre; Karadağ yakalanma şansı varken, Ford transitten inen uzun boylu sivil polis tarafından infaz edildi. Polis açıklamaları, karşılıklı silahlı çatışma yaşandığı şeklinde idi.


Ancak görgü tanıkları olayı farklı aktardı. İki kişinin polis tarafından kovalandığı iddia edilen olayda, birinin polis tarafından öldürüldüğü, diğer kişinin olay yerinden uzaklaştığı ileri sürülmüştü. Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, öldürülen kişinin isminin Aleaddin Karadağ olduğu, 2001 yılında TKİP davasından tutuklandığı, ölüm orucu sürecinde tahliye edildiği ve hakkında hapis cezası olduğu gerekçesiyle arandığı belirtildi. Polis yetkilileri, yaşanan olay hakkında çatışma açıklamasında bulunurken, mahalle halkı bir çatışma yaşanmadığını söyledi, olayın bir infaz olduğunu ifade etti.


Geçtiğimiz yıllarda da Festus Okey ve Engin Çeber ile gündemde ön sıralara çıkan polis cinayetleri ve işkencelerine dair küçük bir araştırma yaptım.

Son üç yılda hapishanelerde 29 kişi öldürülmüş. Polis, yargısız 31 kişiyi öldürmüş. 35 tane ‘faili meçhul’ var. 11 tane de ‘kayıp’, toplam sayı 107 ediyor derken Esenyurt’ta Aleaddin Karadağ isimli yurttaşın da polis dayağı sonucu hayatını kaybetmesi ile oldu rakam 108. Tabii buna daha öncesi dahil değil, hasıraltı edilenler de... 12 Eylül öncesi ve hemen sonrasında bunların daha da ‘coştuğunu’ düşünürsek, belki rakam binli sayılara çıkar. Gelinen aşamada, ‘polis terörüne karşı’ somut ve kapsamlı adımlar atarak geniş bir kamuoyu oluşturmak ve demokratik haklarımız için mücadele etmek, zorunluluk haline geldi. Baran Tursun, Balıkesir’de Halil Bulut, Adana’da Fevzi Abik, Antalya’da Çağdaş Gemik polis kurşunu ile öldürülen ilk aklıma gelen isimler. Keyfi olarak dayak yiyen ve kayıtlara girmeyen binlerce yurttaş da cabası. bilinen örnekleden birisi; geçen mart ayında Taksim’de polis şiddetine maruz kalan Sosyalist Parti üyesi iki gençten birinin burnu diğerinin ise kolu kırıldı. 5 Mart’ta Taksim’den Fındıklı’ya inen Saray Arkası sokakta, Beyoğlu Emniyeti Müdürlüğü’ne ait motorsikletli polisler kimlik kontrolü yapmak amacıyla Sosyalist Parti MYK üyesi Ufuk Göllü, il yöneticisi Ufuk Erhan ve yanlarındaki bir kişiyi durdurdu. Gençlerin polise kimlik sorması sonrası ise gençler polis tarafından darp edildi. Göllü’nün burnu, Erhan’ın ise kolu kırıldı. Polisler tarafından gözaltına alınan ve ‘polise mukavemet ve halkı isyana teşvik’ suçlamasıyla savcı karşısına çıkarılan gençler ise mahkemeye sevk edilmeden serbest bırakıldı. 2007: Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu Değişikliği’; Polis Şiddetinin Artışa Geçtiği Miladdır. Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) geçtiğimiz yıl yayımladığı raporda polisin yurttaşlara şiddet uygulamasında artış olduğunu ve bu eğilimin Türk hükümetinin ihlalcilerden hesap sormamasıyla bağlantılı olduğunu söylüyor.

‘Adalete Karşı Safları Sıklaştırmak - Polis Şiddetiyle Mücadele Önündeki Engeller’ başlıklı 80 sayfalık raporda, 2007 yılının başından bugüne dek yaşanan 28 ayrı polisin kötü muamelesi vakası ve bu ihlallerin soruşturulma süreci belgeleniyor. Raporda yer alan vakalar arasında polisin - bazıları ölümle sonuçlanan- ateşli silah kullanımı, göstericilere kötü muamele ve aşırı güç kullanarak müdahalesi ve kimlik kontrolleri sırasında ve sonrasında yaşanan kötü muamele vakaları yer alıyor. Polis hakkında suç duyurusunda bulunanların ise kendilerini polise ‘görevi yaptırmamak için direnme’ suçuyla yargılanırken bulmaları oldukça sık karşılaşılan bir durum. Hakları İzleme Örgütü Başkanı Kenneth Roth, “Türkiye, polisin her an silahını çekebileceği ve şiddet kullanabileceğine dair algısıyla mücadele etmelidir “ diyerek “Bunun da ancak ceza yargı sisteminin polisi bu tür ağır suçlar işlediğinde sorumlu tutmasıyla mümkün olabileceğini” vurguluyor.

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda 2 Haziran 2007’de kabul edilen ve 14 Haziran’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5681 sayılı kanunla polis-devleti anlayışıyla yapılan değişiklikler, hukuk güvenliğini yok edecek faşizan uygulamalara yol açtı. Son 3 yıldır 1 Mayıs’ların ‘İşçi Bayramlığından’ çıkıp ‘Polis Terörü Bayramı’ olması, özellikle Beyoğlu’nda polis şiddetinin günden güne artarak ‘Hortum Süleyman’ zamanını aratmayacak bir şiddet başlaması bile açılımdan açılıma koşan hükümetin iş polise gelince ‘dut yemiş bülbüle dönmesi’ 12 Eylül rejiminin hâlâ devam ettiğinin yalın bir ifadesi değil midir?

Yasanın derhal değiştirilmesi için bugünden tezi yok demokrat kamuoyu ve polis şiddetinin tüm mağdurları ortak mücadeleye başlamalıdır. Üstelik konu sadece ‘demokrat kamuoyu ve polis şiddeti mağdurları’nı ilgilendirmiyor. Bu kanun yürülükte kaldığı, bu şiddet kasırgası devam ettiği sürece tüm yurttaşlar bundan ‘nasibini’ alabilir.

M. Utku Şentürk -Radikal / 25.11.09