Yer yarılıyor, altında kalmamamız gerektiğini biliyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Kan severler kendilerini ortaya atmış çırpınıyorlar. Devleti kaptırmayacaklar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti şimdiye kadar hangi duruşla hayatımızı kararttıysa, o duruşa çalışmamız gerektiğini haykırıyorlar.
Aslında en demokrat bildiklerimizin bile bir yerlerinden Kemalizmle zehirlenmiş çocuklukları çıkıyor.
Herkes Cumhuriyeti sevdiğine inanıyor, herkesin kutsalı Atatürk’ün gençliğe armağanı.
Bütün kutsallar gibi hiç sorgulanmadan, hiç araştırılmadan kabul görmüş bir mayın tarlası sunuyor bu alan. Sosyalist bildiklerimiz anti-emperyalizm diye en basitinden bir zenofobinin, bir yalan bağımsızlık ülküsünün peşine düşmüş.
Bu cumhuriyetin tarihinde hiçbir muktedirin dile getiremediği kaygıları, kuşkuları sağcı muhafazakâr bir parti hükümeti gündeme oturtuyor. Bunu hazmetmek hepimiz için çok güç.
Bildiğimiz yegâne kahramanlık alanı, gerçekte ne olduğunu hiç tartmadan peşine düşmüş olduğumuz laiklik mücadelesi çünkü.
Doğduğumuzdan beri bendesi olduğumuz devletin inkârını, işkencesini, militarist baskısını, ince-kalın zulmünü yeğlememiz gerek. Yoksa AKP yalakası ilan edilmek işten bile değil.
Oysa birilerinin on yıllardır itiraf etmesi gerekiyordu. Devletle yüzleşebilmek için. Devletle hesaplaşabilmek için.
Dersim de 1937-38 yıllarında yaşananın bir katliam olduğunu. Kürtlere onlarca yıldır reva görülen zulmün bütün aşamalarını. İnsanın modernizmi bile beklemeden oluşturmuş olduğu adalet terazisi, vicdan tartısıyla.
Şimdi, açıkça kendimize sormak zorundayız. Cehenneme çevirdiğimiz bu memleket bu kıyamet lehçesinden insanlık diline nasıl geçer?
Çocuklardan başlayalım diyorum.
Bunca çürük, bunca vahşi bir hayatı onarmaya çocuklardan başlamak zorundayız.
Yangında ilk kurtarılacak olanlar onlar değil mi?
Öyleyse önce şu buz gibi rakamlara bir bakalım. Üstelik Devlet İstatistik
Enstitüsü’nün rakamlarına göre,
* Türkiye’nin çocuk nüfusu 27 milyon 429 bin 570.
* 2 milyon 700 bin çocuk eğitim hakkından yoksun.
* 750 bin çocuk kimsesiz.
* 19 milyon 440 bin çocuk şiddete maruz kalıyor.
* 1 milyon 250 bin çocuk engelli.
* 9 milyon 250 bin çocuk istismara uğruyor.
* 800 bin çocuk anne var.
* 2 milyon 250 bin çocuğun nüfusa kaydı yok.
* 2 milyon 500 bin çocuğun beslenme yetersizliği var.
* 150 bin çocuk sokağa itilmiş.
* 5 milyon 400 bin çocuğun hiç oyun oynama fırsatı olmamış.
Çocuğun hakkı
20 Kasım, DÜNYA Çocuk hakları günüydü. Türkiye 1995’te Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak çocuğun evrensel haklarını tüm yasa ve düzenlemelerin üzerinde tutacağını kabul ve taahhüt etti.
Pekiyi bu konuda bir arpa boyu yol kat edilebildi mi? 20’den fazla örgüt, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin güvence altına aldığı hakların tam olarak hayata geçebilmesi için önerilerini sıraladı. Çocuk adalet sisteminden çocukların korunmasına, sağlık hizmetlerinden eğitime kadar birçok alanı kapsayan bu önerilerin bazılarını şunlar:
Yasaların oluşturulmasına çocukların ve sivil toplumun katılımı sağlanmalı. Çocuk haklarına yönelik tüm mevzuatın ve bu mevzuatın çocuklara tanıdığı olanaklar tüm çocuklar için erişilebilir kılınmalı.
Yasalar ve politikalar meclisten geçmeden önce çocuk hakları etki analizi, yürürlüğe girdikten sonra da çocuk hakları etki değerlendirmeleri yasal bir zorunluluk olmalı. Cinsel taciz suçunun şikayete tabi suç olmaktan çıkarılması gerek.
Mağdur çocukların ifadelerine başvurulması süreci de suça itilmiş çocuklarda olduğu gibi savcı ya da hakim yetkisine bırakılmalı.
Adli Tıp Kurumu’nun çocuk bakış acısını taşıyabilmesi için güçlendirilmesi gerek. Güçlendirme çalışmalarında barolar ve çocuk adaleti yönetimi ile ilgili çalışan hükümet dışı kuruluşlar ve çocuklarla birlikte
hareket edilmeli.
Hâkim ve savcılara çocuk hakları konusunda hizmet içi eğitimlerin artırılması gerek.
Çocuk savcıları, medyada çıkan ve çocuğun yüksek yararını zedeleyecek haberler ile ilgili etkin mücadele etmeli.
Memurların çocuklara karşı suçlarla ilgili soruşturulmalarında, izin zorunluluğu kaldırılmalı.
Çocuğun ceza ehliyeti yaşının, gelişimsel dönemleri göz önünde bulundurularak, 14-15 yaslarına yükseltilmesi çocuğun yüksek yararına olacaktır. On sekiz yaşından sonra ceza ehliyetiyle ilgili bir geçiş dönemi öngörülmeli, çocukların yaş belirleme aşamasında çocuğun yararına olacak esneklik kural haline getirilmeli. Yargıtay’da bir çocuk dairesi oluşturulmalı. Okul müfredatında insan hakları derslerine yeniden yer verilmeli.
Çocukların dini tercihlerini ailenin ve toplumun baskısıyla değil, reşit olduktan sonra kendi bilinçleriyle yapmalarına olanak tanınmalı. Dini tercih, anne babadan çocuğa geçen bir miras gibi algılanmamalı, çocuğa hür iradesi ile dinini seçebileceği ve dini inançlarını yaşayabileceği 18 yaşına kadar hiçbir baskı yapılmamalıdır. Çocukluk çağındaki din eğitimi de isteğe bağlı olmalı.
Çocuk ve ergenlerin fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz kalmamaları ve şiddet davranışlarında bulunmamaları için müdahale programlarına ivedilikle gereksinim var. Olumlu çevre ortamının oluşturulması ve çocukların iletişim becerilerinin artırılması, stresle başa çıkabilmeleri, duyguları kontrol edebilmeleri gibi becerileri içeren, yaşam becerilerinin geliştirilmesine ilişkin yapıcı programlara gereksinim var.
İlköğretim müfredatı içinde yaş gruplarına yönelik olarak üreme ve cinsel sağlık bilgilerinin verilmesi gerek.
Bakım kurumlarının bağımsız denetçiler tarafından denetlenmesi ve raporların kamuya açık olması gerek.
Koruyucu aile ve evlat edinme sistemlerinin basitleştirilmesi ve hızlandırılması için altyapı çalışmalarının yapılması gerek.
Bu arada Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin üç maddesine koymuş olduğu çekince nedeniyle Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Komitesi tarafından eleştiriliyor ve uyarılıyor. Demokratik açılımın samimiyetini tartacak isek hükümetin bu çekinceleri bir an evvel kaldırması gerek. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası katılımlarında kurnazlığına çok güvenir ya, 1995’te anadilinde eğitimin önünü kapatmak için şu üç maddeye çekince koymuştu:
- Kitle iletişim araçlarının azınlık grubuna veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi. (madde: 17. d)
- Çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi. (madde 29. c)
- Dini ya da dilsel bir azınlığa ya da yerli halka mensup bir çocuğun, kendi kültüründen yararlanma, kendi dininin gereklerini yerine getirme ya da kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaması.
(madde 30)
Türkiye, Ağustos 2009’da Birleşmiş Milletler’e sunduğu raporda “Etnik köken, dil veya din bakımından farklı gruplara mensup çocukların, kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama, yahut özel alanda kendi dilini kullanma bakımından sorunu bulunmamaktadır” diyor. Çocuk hakları savunucularıysa hükümete şunu soruyor: “Bu çekincelerin, çocukların günlük hayatlarında herhangi bir sorun yaratmadığı bilgisine hangi izleme mekanizmasıyla ulaştınız?”
Çocuklar dövülüyor, ağır cezalar alıyor, tecavüze uğruyor, öldürülüyor, kimsesiz ve bakımsız bırakılıyor. Çocuk sevmek dendiğinde mangalda kül bırakmayan milletimin çocuk haklarına sahip çıkması gerek. Hükümetin de hayatımızı ıslah edecek her açılıma çocukla başlaması şart.
Başbakanımız nasıl bir amca? İkide bir kaptığı çocuklarla poz verdiğine göre, çocukları seven biri olsa gerek.
Radikal / 23.11.09