Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından söylenen 'Kürt sorununda önümüzdeki günlerde iyi şeyler olacak' sözü kamuoyunda tarşıladursun, hala Türk devletinin çözüm yönünde atmış olduğu tek bir adım yoktur. Kamuoyunda çözüm yönünde oluşan olumlu havaya rağmen, Türk devletinin henüz adım atmamada ısrar etmesi kafalarda birçok soru işaretinin oluşmasına yol açıyor.
Kafalarda oluşan soru işaretlerinden en önemlisi, Türk devletinin Kürtlerle barışı isteyip istemediğidir. Buna paralel olarak farklı birçok soru işareti de olduğu yerde durmaya devam ediyor. Eğer belirtildiği gibi Türk devletinin bünyesindeki kurumlarda bu konuda bir mutabakata ulaşılmışsa neden mutabakatın çerçevesi kamuoyuna açıklanmıyor? Kürt sorununu demokratik, barışçıl ve diyalog yoluyla çözmede samimi ise neden güven verici bazı adımlar atma gereği duymuyor? KCK'nin çatışmasızlık kararını 15 Temmuza kadar uzatmasına rağmen, neden hala gerilla üzerinde imha amaçlı operasyonlar düzenlenmeye devam ediliyor? Gerillanın yanında, Kürt demokratik kurumları üzerinde neden şiddet, baskı ve tutuklamalar hala sürüyor? 'Örgüt üyeliği' suçlamasıyla neden Kürt çocukları yıllarca hapis cezalarına çarptırılıyor?
Çözümsüzlük politikası izleniyor
Bu sorulara yüzlercesi daha eklenebilir ama içinden geçilmekte olan süreçte bu temel sorulara doğru yanıtlar vermek, Türk devleti ve AKP'nin karakterini ortaya çıkarmaya yetiyor. AKP şahsında Türk devletinin değişen iç ve dış koşullar gereği yeni bir siyaset çizgisini izlemeye başladığı son gelişmelerden rahatlıkla görülebilir. Sözünü ettiğimiz yeni siyaset çizgisi Türk devletinin klasik inkar-imha ve şövenist-milliyetçi çizginin terk edildiği anlamına götürmemelidir. Bilakis eski siyasetini yeni koşullarda biraz incelterek yürütmenin kendisine daha fazla avantaj sağlayacağından hareketle bunu yapmayı uygun görüyor. Bu açıdan Türk devletinin AKP şahsında izlediği siyaset, sorunu çözme değil de, sorunu parçalayarak daha fazla çözümsüzlüğe itme anlamına geliyor.
AKP'nin çok pragmatist ve tüccar siyaseti yürüttüğünü bilmeyen yoktur. İşine nasıl gelirse, ömrünü nasıl uzatabilirse, öyle yapacağından hiç kuşkuya düşmemek gerekir. Nitekim AKP ile iç içe olan ve bu yöntemle Türk devletini ele geçirmeye ant içmiş bir Fettullah Gülen hareketinin Kürt sorununun çözümüne yanaşmayacağını, onun basın-yayın organlarından çok net görmek mümkündür. Fettullah Gülen ve çekirdek kadrosu Türk ordusunun Kürtlerle yürüttüğü savaştan ve bu savaşın iç bünyede geliştirdiği çelişkilerden yararlanarak, bugün devletin tüm kurumlarına sızmıştır. Bu artık bir sır değildir. Türk devleti ve Kürtler arasında yaşanan savaştan nemalanan, güçlenen ve bu temelde oluşan hassasiyetten faydalanarak devletin önemli kurumlarını denetime alan bir Fettullah Gülen hareketinin bu konumdan uzaklaşmak istemeyeceğini öngörmek kahinlik gerektirmiyor. O açıdan çözümsüzlük için elinden geleni yapacağı kesindir. Zira Samanyolu Tv ve Zaman Gazetesi çevresinin Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkına karşı izlediği politik çizgi tamamen çatışmanın sürdürülmesi eksenine dayanıyor.
Oyala, zamana yay ve çürüt
Bir yandan 'Kürt sorununda iyi şeyler olacak, tarihi fırsat doğdu, kaçırmamak gerekir' demek, öte yandan diri tüm Kürt dinamiklerine yoğun yönelimler içerisinde bulunmak büyük bir paradoks teşkil ediyor. Zaten basın-yayın yoluyla yapılan tartışmalara önemli oranda Türk devlet yetkilileri ve MİT'in yön verdiği açıkça görülüyor. Gönül, edinilen izlenimin yanlış olmasını çok isterdi. Ancak ortaya çıkan tüm veriler, Türk devletinin bütün kurumlarıyla yeni bir konsept üzerinde uzlaştığını gösteriyor. Bunun sözcülüğünü de bizzat Cumhurbaşkanı Gül ve AKP yapıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Türk devleti tarafından geliştirilen yeni konseptin temel özelliği oyalama ve sorunu zamana yayarak çürütmeyi esas alma üzerine kuruludur. Bir yandan mesajlar vermesi, öte yandan da şiddet ve baskı dozajını geçmiş dönemden daha fazla artırarak sürdürmesi bunu gösteriyor. İşin tuhaf yanı sürecin çatışma yerine uzlaşmayla sonuçlanmasını istediklerini iddia eden ve aydın-akademisyen geçinen birçok kesim ve çevre Türk devletinin izlediği şiddet ve baskı siyasetini görmezden gelmesidir. Ama Türk askerinin Kürt gerillasını öldürmek ve imha etmek amacıyla Kürdistan dağlarına yönelik yaptığı operasyonlarda verdiği kayıpları bahane yaparak, 'PKK barış sürecinin gelişmesini istemiyor' iddiasında bulunmak kadar art niyetli bir durum daha olamaz. Çözümün gelişmesinin ön koşulu olarak PKK'nin koşulsuz-şartsız silah bırakması gerektiğini vurgulayan ve aydın geçinen bu tiplerin Türk devleti ve AKP'nin görüşleri temelinde hareket ettiklerine dair bir şüphe yoktur. Bazıları da 'dağlarda silahlı militanlar olduğu sürece devlet olmaktan kaynaklı operasyonlar sürecek, bunun önüne geçmenin tek yolu PKK'nin silahlı güçlerini sınırların dışına çıkarmasıdır' demektedirler. Şimdi sormak gerekiyor: Bu anlayışla hareket edenlerin çözüm istemlerinde samimi olmaları mümkün müdür? Kürt tarafı buna nasıl inanabilir?
Barıştan kaçanlar
Kürt sorunu bütün dinamikleriyle siyasi-toplumsal bir sorundur. Bir halkın halk olmaktan kaynaklı gasp edilen haklarının geri alınması mücadelesidir. Bu mücadelenin toplumsal bir örgütlenmesi, siyasi bir yapılanması, ideolojik-felsefik bir hattı ve halklaşmış bir düzeyi vardır. Muhatabı da Kürt Halk Önderi ve KCK sistemidir. Bu açıdan 'muhatap kabul etmeden, ekonomik bazı yatırımlar yaparak ve kültürel bazı adımlar atarak bu sorunu çözeriz' mantığının dayanacağı bir zeminin olması mümkün değildir. Aydın-akademisyen geçinen bazı kişilikler bizzat devletten ve AKP'den aldıkları emirle hareket etmeleri ve 'muhatap almadan sorunu çözme' anlayışının çözümden ziyade çözümsüzlüğü derinleştireceği açıktır.
Eğer Türk devleti sözü edilen düzeyde yeni koşullarda bir konsept oluşturmamışsa, o zaman güven verici bazı adımlar atacaktır. Güven verici adımlar atmadığı sürece ve medyada tartıştırdığı gibi sorunu zamana yayarak çözümsüz bırakmada ısrar ederse, önümüzdeki dönemde bunun yaratacağı sonuçlara da katlanmak zorunda kalacaktır. Nitekim Mehmet Ali Birand gibi yazarların yaymaya çalıştığı görüşle, yani 'devlet Kürt sorununda kültürel bazı adımlar atmalıdır, böylece PKK'de mecburen ateşkes konumunda kalacaktır. Bu süreç ne kadar uzarsa, kaç yıl uzarsa Türkiye'nin lehinedir' gibi mesnetsiz düşünceler çok tehlikeli bir sürecin başlamasına neden olacak kadar akıldan yoksundur.
Kürt tarafının barış arayışını güçsüzlüğe bağlamanın Türkiye'ye daha çok kaybettireceğine dair bir kuşku yoktur. Barış arayışını güçsüz, aciz taraf değil, güçlü ve kendine güvenen taraf sürdürür. Görüldüğü kadarıyla PKK en güçlü dönemini yaşıyor, barışa olduğu kadar, savaşa da hazırlıklı örgütlü, direngen ve iradeli bir yapılanma mevcuttur. Türk devletinin ortada olan bu gerçeklere dayanarak, bir an önce oyalama siyasetinden vazgeçip, iki halkın özgürce bir arada yaşamasına imkan sunacak türden bir çözüm kapısını açması, Kürt ve Türk halklarının yararına olacak tek yöntemdir.
Şahan DİCLE
Özgür Gündem