21 Eylül 2009 Pazartesi

DÜNYANIN BÜTÜN ZENGİNLERİ BİRLEŞİN!


C ristopher Lash’ın etkileyici bir tanımlamasıydı: Seçkinlerin İsyanı. İsyan, devrim genelde ezilenler, alt sınıflar ve yoksullarla birlikte düşünülen kavramlar. Bu anlamda Lash’ın tanımlaması ilginçlik taşıyordu. Ne anlatmak istiyordu? Söylemek istediği aslında 90’lı yıllarda yoğunlaşan bir sınıfsal ve mekânsal bölünmenin tarifiydi. Zenginlerin, üst sınıfların kendilerini yoksullardan ayırdığı, onları görmediği, temas etmediği bir kentsel dönüşümdü. Eğlence, tatil ve iş dünyasını da içine alan. Alt sınıflara tahammül edemeyen bir isyandı Lash’ın söylemek istediği… Biraz da ironik bir tanımlamaydı.
Gerçekten de 90 sonrası dünyada zenginlerin bu isyanını sınıfsal reflekslerini en sert haliyle görmek mümkün. O yıllarda yaygınlaşan şehir dışındaki, güvenli lüks siteler, özel kolejler ve kente değmeyen otobanlar bu dışlayıcılığın somut görünümleriydi. Tarihte olmadığı kadarıyla sert, cüretli ve açıkça deklare edilen bir dışlayıcılıktı bu; garibanizm adıyla yoksulluktan bahsetmeyi bile aşağılayan; onların imgesine bile tahammül edemeyen bir kültürel duyarlılık.
Aslında küreselleşme denilen dönüşüm bir tarafıyla zenginlerin, bujuvazilerin sınırsız bir dünya yurttaşlığıydı. Yoksulları sırtında taşımak istemeyen (aslında onlardı asıl sırtında taşıyan) bir tek ülke yurttaşlığı. O yıllarda İtalya’nın faşist sağcıları açık açık telaffuz etmeye başlamıştı bile: zengin Kuzey Yoksul, işçi sınıfı bölgesi güneyi artık sırtında taşımak istemediğini. Berlusconi’nin magazin cafcaflı dilinde onlar gereksizdi. Kalkınmayı, gelişmeyi ve refahı engelliyordu. Hep bahsedilen ‘ulus-devlet’in krizini bir de bu açıdan okumak gerekiyor. Geçmişte tek pazar ve ucuz emek gücü için tek ulus, tek dil ve hamasete katlanan burjuvazi artık yoksulları içine alan, aslında tümüyle sınıfsal bir ulus efsanesini sürdüremiyor. Neredeyse tek bir ülke istiyor; farklı uluslardan zenginlerin bir araya geldiği, ve başkentinde yoksullar için anıtı da olan: Üzerinde ‘üzgünüz kaynaklar kıttı’ yazısıyla… Ulus adı altında gizlenen sınıfsal farklılıkları, ‘hepimiz kardeşiz’ hamaseti kapatamıyor anlayacağınız. Onlar artık tek bir ulus olmak istiyorlar. Zenginler ulusu.

ZENGİNLER CUMHURİYETİ
Aslında zenginlerin yoksulsuz bir devlet düşü hiç de uzak ihtimal değil. Dünyada sınıfsal kutuplaşma artık ulus ve kimlik gibi sıfatların makyaj yapamayacağı kadar görünür hale gelirken, böyle bir çıkar birliği hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Bütün Dünyanın Zenginleri Birleşin! Ortak bir bayrak altında bulabildikleri bir coğrafya da ya da kıta arayacaklar belki; yoksulun olmadığı bir dünya!
Burjuvazi artık alt sınıfları geçmiş dönemler gibi kolay satın alamayacağını, rıza üretemeyeceğini biliyor. Uzun zamandır hayaliyle ve birikimiyle kendine şakşakçılık yapan orta sınıfları bile taşıyacak bütçeye sahip değil; Keynes gibi bir peygambere de…
Obama’nın son sağlık reformunda olduğu gibi karlarında en küçük vergi kesintisini bir sosyalistlik olarak suçlayacak kadar tahammülsüz ve endişeli duruma gelmiş durumda. Kürt açılım sürecinde verelim gitsin o yoksul toprakları zaten bize yük oluyorlar diyen beyaz Türk soft faşizmin de olduğu gibi. Bu en kestirme ifadeyle, yoksulların sorunlarının sebebini yine onlar olarak gösterme ihbarcılığı.
Burjuvazi geçmişte sermaye birikimi, karları ve siyaseten doğruculuğunun getirdiği, ayrıca korktuğu için birçok taviz vermekteydi. Refah devleti ve sosyal demokrasiye, ithal ikameci ekonomiye kadar uzun bir siyaset ilmeği dokuyuvermişti: yüksek ücret alırlarsa iyi tüketirler mavrasıyla. Oysa şunu gözden kaçırıyorlardı, kapitalizmin en büyük düşmanı aynı zamanda da kapitalistlerdi! Bunu rekabet şıklığıyla saklayamayacak kadar açık ve seçik yaşarken.
Ama dünyayı ‘Aç Sınıfın Laneti’ tekrar sarıveriyor, siyasal satın almaların ve tamponların azaltamayacağı kadar.