24 Eylül 2009 Perşembe

EMPERYALİST SALDIRI TEHDİDİ VENEZÜELLA’DA SOSYALİZMİ “TETİKLİYOR”

CANAN ATEŞ

Venezüella’daki Bolívarcı Devrim, gerçekten de XXI. yüzyılın en önemli süreçlerinden birine tekabül ediyor. Yeni bir topluma, sosyalizme, eşitliğe, adalete giden yolun kapanmadığının yeniden altını çiziyor Venezüella’da Chávez önderliğinde yürüyen süreç. Ancak bunun da ötesinde Venezüella süreci ve Chávez’in kendisi, Latin Amerika kıtasında sosyalizmi bir kez daha alternatifleştiren, Küba’nın elinden bırakmadığı bu mücadele bayrağını yükseltip dalgalandıran çok önemli bir dinamik ve etkisi her geçen gün artıyor.
Elbette ki bugün Venezüella’da olup bitenleri sosyalizm olarak tanımlamak mümkün değil. Bu sürecin mimarı ve önderi Chávez’in kendisi bile bunun böyle olmadığını, Bolívar’ın çocukları olarak sosyalizmi inşa etmek için önlerinde uzun bir yol olduğunu neredeyse hergün vurguluyor. Henüz sosyal bir devlet olmaktan dahi uzak olan Venezüella, on yıllardır yağmalanan petrolünün ve diğer kaynaklarının üzerinde daha yeni yeni söz sahibi oluyor. Ülkedeki ABD destekli oligarşi, amansız bir Chávez karşıtlığı ile sürecin önderini suikast dahil her türlü yöntemle safdışı etmenin, eski günlerdeki gibi sorgusuz sualsiz ABD uşaklığına devam etmenin yollarını arıyor. Son derece yeteneksiz, ırkçı, fasişt, sahtekar bir karakter taşıyan Venezüella burjuvazisi, Bolívarcı Devrim’in halka götürmekte eksik kaldığı sosyal hizmetlerin yetersizliği üzerinden ucuz politika yapmaya çalışıyor. Venezüella’nın karşı devrimci, işbirlikçi burjuvazisinin bu ucuz politikasının ötesinde ülkede değişmesi, dönüşmesi ve hatta tümden yıkılıp yerine yeni bir mantığın, kurumun, vb. getirilmesi gereken bir çok alan var. İnsan üstü bir enerjiyle çalışan, her daim konsantrasyonu yüksek, bir devlet başkanından çok tam zamanlı mücadele eden bir devrimci olan Chávez, artık eksik bıraktıklarını yüksek sesle ifade etmeye, Venezüella halkından da Bolívar’ın çocukları olduklarını unutmayıp bu sürece dört elle sarılmaları gerektiğini vurguluyor.
Chávez, 2009 yılı başında yapılan referandumdan zaferle çıktı. Sandıklardan çıkan sonuç, Venezüella halkının onu daha uzun yıllar başkan olarak görmek istediği şeklindeydi. Sosyal adaletsizliğin hala çok yüksek ve yüzde 35 dolayında orta sınıfın mevcut olduğu (nüfusun yüzde 60’ı hala yoksuldur) ve iç güvenlik meselesinin neredeyse sürecin en ağır sorunlarından birini teşkil ettiği Venezüella’daki yoksul ve emekçi halk, daha başında oldukları bu sürece Chávez’in önderlik etmesini ne kadar zaruri gördüğünü bu referandum dolayımında bir kez daha ifade etmiş oldu.
Chávez, bu zorlu sürecin bazı handikaplarının etkisini kimi zaman populizm yaparak çözmeye çalıştı. Bu, halkın coşkusunu artırsa da özünde sorunları ötelemek anlamı taşıyordu ve Chávez, populizmin yan etkileriyle de sıkça karşılaştı. Özellikle devlet mekanizmasının dışında bir halk insiyatifi yaratmayı amaçlayan, sosyalizme giden süreci belirlemesi gereken güçlerden biri olan sosyal hareketlerin kendisi ve kaynağı olması hedeflenen misyon çalışmalarının eski hızını yitirmiş olması, buralarda çalışanların bir kısmının memur zihniyetine sahip olması bu handikaplardan en fazla öne çıkanıdır. Öte yandan, buradan misyonların işlevini yitirdiği anlamı çıkarmak kesinlikle doğru değildir. Hala yoksul Venezüella halkının doğrudan sürece katıldığı önemli mevzilerdir bu misyonlar.
2009 Referandumu sonuçları açıklanıp Chávez’in zafer kazandığını öğrendiğimizde artık Chávez’in bu sürecin dümenini daha net, kararlı bir şekilde sosyalizme doğru kırması gerektiğini yazmıştık. Bu referandum zaferi aslında birkaç anlama geliyordu: Venezüella’daki Bolívarcı devrim sosyalizm hedefi açısından kritik bir noktaya varmıştır. Emekçi Venezüella halkı bundan sonra daha da zorlaşacak olan yürüyüşe Chávez ile devam etmek istediğini ifade etmiştir. Diğeri ise, siyasi iktidarın Chávez ve ekibinin elinde olmasına rağmen ekonomik iktidarın çok büyük bir oranda işbirlikçi burjuvazinin elinde olmasıdır. Üretim sektörü yok denecek kadar dar olan Venezüella’da petrol sektörü devletin elinde olmasına rağmen petrol yan sektörleri dahil tüm ekonomik alanlar, Bolívarcı devrim kadrolarının kontrolü dışındadır. Chávez, bu seçimlerdeki kazanımın coşkusu bir yana bu görevlerle yüz yüze gelmiştir. Özetle 2009 referandumu, Chávez üzerinde beklediğimiz etkiyi yapmış olmasına rağmen bu konularda attığı kararlı adımların sayısı ve temposu, ABD emperyalizminin açık tehditi ile daha da hızlanmıştır.
Obama’nın Latin Amerika’ya yönelik politikasının aslında saldırı politikası olduğu uzun bir zamandır herkes açısından netleşmiştir. Yarım asırdan bu yana Latin Amerika’da sosyalizmin yıkılmaz kalesi Küba’ya ekonomik, siyasi, askeri her türden saldırıda bulunan, Kolombiya yoksul halkının gerilla mücadelesini en kanlı yöntemlerle bastırmaya çalışan ABD emperyalizmi Obama ile, çoktandır boş bıraktığı Latin Amerika’da Venezüella’daki sürecin ardından birbiri ardına iktidara gelen ilerici hükümetlere yönelik saldırı planını uygulamaya koymuştur. Bu saldırı planının en son ve etkili hamlelerinden biri de Kolombiya’da kurulan yedi ABD askeri üssüdür. Kolombiya’da elli yılı aşkın bir süredir devlet güçlerinin halkın gerilla örgütlerine ve halka yönelik kanlı politikası son yıllarda Plan Kolombiya ile sistematize olmuştu. ABD, Plan Kolombiya’ya askeri olarak verdiği desteğin dışında 10 milyar dolarlık bir mali destekte de bulunmuştur. Aslında tam olarak söylenmesi gereken ABD’nin bu kirli savaşa destek olduğu değil direkt olarak yönettiğidir. Ancak ABD ve Kolombiya’nın gerici hükümetlerinin elli yılı aşkın bir süredir sürdürdüğü bu savaşın Plan Kolombiya ayağı da çökmüştür. Uyuşturucu, paramilitarizm gibi her türlü pisliğe boğazına kadar batmış olan Kolombiya hükümeti, özellikle FARC’a karşı sürdürdüğü bu kirli savaşta yeniden mevzi kazanmak için ABD uşaklığında sınır tanımama yoluna giderek ABD’nin tüm kıtaya saldırmayı hedefleyen askeri gücüne yataklık etme noktasına gelmiştir. Kolombiya devlet başkanı Uribe’nın sözde uyuşturucu trafiğine karşı mücadelede ABD desteği anlamına geldiği safsatasını tekrarlayıp durduğu bu üslerin, ‘kontrolden çıkmış’ Latin Amerika kıtasına saldırmak için kurulduğu aşikardır.
Venezüella devlet başkanı Hugo Chávez, bu kritik noktada yine inisiyatif almıştır. Kolombiya devlet başkanı Uribe’den bu üsleri ülkesinde bulundurmamasını isteyen Chávez, kıtada ABD üsleri karşıtı bloğu örgütlemiştir. Ekvator devlet başkanı ve UNASUR dönem başkanı olan Correa’nın da son derece kararlı tutumu, Chávez’in bu konudaki en önemli destekçisi olmuştur. UNASUR ülkeleri arasında neredeyse oy birliği ile kınanan bu durum en son UNASUR Bakanlar seviyesindeki toplantıda tıkanma noktasına gelmiş olsa da Kolombiya’nın bu üsleri kıtaya kabul ettirmesi zor gözükmektedir.
ABD üslerinin Kolombiya’daki varlığının ortaya çıkması ile Chávez, başından beri sürdürdüğü kararlı tutumunu Kolombiya ile politik ve ekonomik ilişkileri dondurma seviyesine taşıdı. Bogota’daki Venezüella büyükelçisini geri çağıran Chávez, Kolombiya’dan yapılan ihracatın büyük kısmını da Arjantin’e kaydırdı. Venezüella büyükelçisinin Bogota’ya dönmesine ise Kolombiya hükümetinin değil, FARC ile esir değişimi konusunda görüşen ve Barış için Mücadele Eden Kolombiyalılar sosyal hareketi önderi Kolombiyalı muhalif senatör Piedad Cordoba’nın ‘Kolombiyalı demokrasi mücadelecilerinin güvenliğini sağlaması için Büyükelçi’nin Bogota’ya geri dönmesi’ şeklindeki talebi vesile oldu. Tüm bu süreçler Chávez’in kararlılaşmasında büyük rol oynadı. Chávez, yaşanan süreçlerden dersler çıkarmayı bilen, cesur bir önder olmasının avantajlarını bu keskin süreçte net tavır alma konusunda kullandı. ABD’nın kıtaya ve asıl olarak da Venezüella’ya saldırı planının altını çizerek uyuşturucu trafiğinde Kolombiya hükümeti’nin ve ABD’nin fonksiyonlarını deşifre etti. Bununla da kalmayıp bu aşikâr savaş tehditine karşı önlem almaya hız verdi.
Hugo Chávez, ülkesine yönelik saldırı olasılığına karşı ilk olarak teknik açıdan bir hazırlık sürecine girişti. Libya, Cezayir, Suriye, İran, Belarus ve Rusya gibi ABD emperyalizminin etkisiz olduğu ülkelere bir gezi düzenledi. İki haftadan daha fazla süren bu gezi esnasında olası bir saldırıya karşı Latin Amerika dışında başka bir bloğu örgütlerken diğer taraftan da Rusya’dan silah alımında bulundu. Chávez, alışılageldik devlet başkanlarından değildir. Bu nedenle bu gezinin birçok detayını, özellikle de satın alınan silahların bilgisini Venezüella halkıyla paylaşmaktan çekinmedi. Chávez, bu silahları herhangi bir yeri işgal için değil, ABD emperyalizminin Simon Bolívar’ın topraklarına yapacağı saldırıyı püskürtmek için olduğunu sürekli vurguladı. Chávez, dediğimiz gibi öyle alışılagelmiş devlet adamlarından değildir, yani sözü başka niyeti başka değildir. Gerçekten de bu silahların alınış amacı tamamen emperyalizm tehditine karşıdır. Tabi ki onun bu açıklamaları emperyalizm cephesinden, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ağzından karşılığını buldu. Türkiye’nin her yıl kirli savaşa milyar dolarlık yatırımlar yaptığı düşünülürse Venezüella’nın Rusya’dan aldığı silahlara ne kadar boşuna yaygara koparıldığı anlaşılır. Hillary Clinton’un silahlanmakla suçladığı Venezüella, silah alımında Latin Amerika kıtasında Brezilya, Kolombiya ve Şili’den sonra dördüncü sırada geliyor ve beşinci sıradaki Arjantin ile neredeyse aynı miktarda silah alımına sahip. Chávez’in açık bir emperyalist saldırı tehdidi altındaki Venezüella’nın Rusya’dan silah alımını ağzına dolayan ABD’ye yönelik yanıtı, daha doğrusu sorusu şu şekilde oldu: ‘İşgal, saldırı, gizli operasyonlar için Irak’ta, Afganistan’da şimdi de Kolombiya’daki yedi askeri üste korkunç bir şekilde silahlanan ülkenin hangisi olduğunu biliyor musunuz?’ Eski başkan yardımcısı gazeteci Jose Vicente Rangel de Fransa’dan, Venezüella’nın Rusya’dan aldığının dört katı fazlası silah alan Brezilya’ya ses çıkarmayan Kolombiya hükümetini de ikiyüzlü olarak değerlendirdi.
Chávez’in savaş tehdidine karşı teknik ve uluslararası diplomasi düzeyindeki hazırlığı, ülke içinde bugünlerde hızlanarak devam ediyor. Kolombiya ile devam eden soğuk savaşın bir provokasyon ile ABD kontrolündeki bir sıcak savaşa dönüşmesi ihtimalinin hiç de uzak olmadığı Venezüella’da Chávez, halka bu gerçeği anlatmaya çalışıyor. Bir yandan halkı Kolombiya’daki saldırı üslerine karşı Barış Üsleri kurmaya çağıran Chávez, öte yandan da emperyalizmin saldırısına karşı hazırlıklı olunmasını vurguluyor.
Chávez, geçtiğimiz hafta kabinede bazı değişiklikler yaptı. Başkan yardımcılarının sayısını bir iken çevre, ekonomi, sosyal, savunma, bölgesel gelişim ve politika alanlarında olmak üzere altıya çıkardı. Hükümeti çok daha verimli ve etkili çalışması için ‘sarsmak’ gerekir diyerek bu değişimin gerekliliğinin sosyal ayağını vurguladı. Savaş tehtidine karşı tüm yapıları sağlamlaştırmak ve daha verimli çalışır hale getirmek perpektifindeki Chávez, yerel yönetimlere de Bolívarcı sosyalizm için yeni bir devlet kurmak açısından görevler düştüğünü vurgulayarak sosyal devlet hedefini tekrarladı.
Sosyal hizmet politikalarına çeki düzen vermenin gereğini gören Chávez, halk sağlığı için faaliyet gösteren misyon Barrio Adentro’da da yapısal bir değişiklik yapılarak etkin kılma hedefini taşıyor. Yoksul bölgelerde yaşayan ve sağlık sigortası olmayan milyonlarca Venezüellalı’ya sağlık hizmeti götürmesi için kurulan misyon Barrio Adentro’nun işlevsellendirilmesinin ötesinde Sağlık Bakanlığı’nın da bu alandaki açığı kapatmak için kolları sıvaması Chávez’in talimatlarından bir diğeri.
Chávez’in ulusal güvenlik önlemlerine tekrar dönecek olursak, başkanın son günlerde attığı bir diğer önemli adım da paramiliter güçlerin Kolombiya’dan Venezüella’ya sızmasını engellemek için sınır güvenliğini artırma girişimidir. Venezüella devlet başkanı, Kolombiya hükümetinin FARC gerilla komutanlarının Venezüella’da olduğu iddiaları ile provokasyon yaratma girişimine karşın Kolombiyalı paramiliterlerin ne kadar büyük bir tehdit arzettiğinin farkında ve yoğun bir güvenlik önlemi alıyor. Geçtiğimiz günlerde Kolombiya İstihbarat Teşkilatı DAS’ın eski yöneticisi Rafael Garcia’nın, DAS’ın Chávez’e karşı suikast hazırlığı girişimleri içinde bulunduğunu ifade etmiş olması tehlikenin boyutunu ortaya sermişti. Kolombiyalı bir gazeteci ile yaptığı bir röportajda FARC’ı terörist olarak görmediğini söyleyen Chávez, ülkesine ve kendisine yönelik herhangi bir saldırının asıl kaynağının Kolombiya hükümeti ve ABD emperyalizmi olduğunu vurgulayarak hazırlıklarına devam etmektedir.
Chávez, 26-27 Eylül tarihleri arasında ülkesine ait ada olan Isla Margarita’da gerçekleşecek Afrika-Amerika Zirvesi’nde de emperyalizm mağduru iki kıtanın halklarının birlikteliğini sağlamayı hedefliyor. Bütün emperyalizm mağduru ve karşıtlarını örgütlenmeye çağıran Chávez’in duruşu ve nereye doğru gitmek istediği iyice netleşiyor. Chávez, 19 Eylül tarihindeki Bakanlar Kurulu genişletilmiş toplantısında ‘aşırı zenginlerin’ vergi ödemesi gerektiğini söyleyerek Ulusal Meclis’ten bu konu ile ilgili yasa çıkarmasını istedi. ‘Kimin koca bir çiftliği, bir uçağı, bir lüks yatı varsa, bu aşırı zenginliğin bedeli olarak vergi ödemesi lazım’ sözleri, Chávez’in Venezüella oligarşisine daha ciddi yöneleceğinin ipuçlarını taşıyor. Her türlü mülkiyet edinme özgürlüğüne sahip Venezüella burjuvazisinin olur olmaz çıkardığı yaygaraların bu ciddi yönelişle hangi seviyeye çıkacağını tahmin etmek zor olmasa da bu kesimin bir emperyalist saldırıda nasıl ihanetçi ve saldırgan bir tutum izleyeceği son derece açıktır. Öte yandan aynı toplantıda sosyal misyonlara kaynak aktarmak için bir fon kurulması gerektiğini ifade eden Chávez, artık bu misyonları petrol parasıyla değil Venezüella burjuvazisinden alacağı vergi ile finanse etme niyetinde gözüküyor.
Bu tablosunu çizdiğimiz dönem, Chávez’in keskinleşen süreçlerde geri adım atan değil aksine daha da netleşen, ileriye doğru adım atmaktan çekinmeyen, mücadele eden bir lider olduğunu gösteriyor. ABD emperyalizminin kıtaya ve Venezüella’ya yönelik saldırı planı, bu açıdan pek de istenildiği gibi gitmeyecek gibi görünüyor. Chávez, Venezüellalılar’ın politikleşme seviyesinin artmasını bir avantaj olarak gören bir lider olmasının ötesinde bu sürecin önünün sosyal hareketlerin gelişip büyümesi ile açılacağının bilincindedir. Gerçekten de bu süreç yalnızca Chávez’in kararlı ve samimi olmasından çok daha fazlasını gerektiriyor. Halkın örgütlü ve bilinçli bir devrimci mücadele vermesi, Bolívarcı Devrim’in sosyalist karaktere hızla bürünmesi gerektiği Venezüella’da her geçen gün kendini hissettiriyor. Kıtadaki bu gerilimi giderek artacak gidiş, yalnız Venezüella halkındaki bir köklü dönüşümü değil, tüm kıtada sosyalizmi kucaklayacak yeni bir isyancı dönemi açabilir. Emperyalist bir askeri saldırının hiç de uzağında olmayan Latin Amerika kıtası için keskin ama umut taşıyan bir sürecin içinden geçtiğimizi unutmamalıyız.

21 Eylül 2009, Caracas.