Tribünlerden, harlanan etnik ayrımcılık yükselirken, ürettiğimiz demokratik değerlerle yüzleşiyoruz.
Toplumsal zihnimizin derin kodlarında kayıtlı etnik ayrımcılık, sloganlarla stadyumlara taşınıyor.
Tribünün sesinin sokağın sesi olduğunu çok iyi biliyoruz...
Siyasi geleneğimizin diliyle 'barışı' konuşamayan bir süreçteyiz.
Popülist mazlumlukla takviye edilen siyasetin klişeleri barışın sözcüklerini içermiyor.
Narsist mağduriyet vurguları ya da magazinel milliyetçilikle kitlesel gerilimi tırmandırıyor.
Mazlumlukla yırtıcılık arasına sıkıştırılan yoksulluk ve öfke, 'ötekisini' statlardan kovuyor.
Bursaspor-Diyarbakırspor karşılaşmasında Bursalı taraftarların Diyarbakırspor oyuncuları ve seyircileri için 'PKK dışarı' sloganlarıyla konuk takım 'bölücü olarak yaftalandı.
Bir Türkiye takımı olan ve Futbol Federasyonu'na bağlı Diyarbakırspor 'PKK' olarak ilan edilip, seyircisi de taşlı, hakaretli saldırıya maruz kaldı. Kendi dilimizle kendimizi biz bölüyorduk.
Bursaspor Başkanı'nın 'Eğer bu sloganlar ceza alacaksa bizim hiçbir maçımızı sahamızda oynamaya gerek kalmaz' açıklaması ise makul değildi.
Bu sloganlar pek tabii ki ceza almalıydı, Bursaspor bir Avrupa takımı olsaydı böyle beyanlarda bile bulunamazdı.
Geçen haftalarda oynanan
Fenerbahçe-Diyarbakırspor karşılaşmasında İstiklal Marşı söylenirken ıslıklandığı iddiasıyla Diyarbakırspor'a hemen ceza verilmişti.
Bursa'daki maç sonrası kamuoyuna karşı el sıkışan başkanlar şimdilik durumu normalleştirilmiş kabul ediyorlardı ama arka planda yakın geçmiş futbol tarihimizdeki ayrımcı ve aşağılayıcı örneklerini hepimiz hatırlıyorduk.
Sivassporlu İsrailli futbolcunun uğradığı taciz, 'Ermeni Malatyaspor' pankartları, tribünlerde oturan beyaz berelilerin 'Hepimiz Ogün'üz' sloganlarının vardığı yerde, 'Diyarbakırspor ve PKK' özdeşleştirilmişti.
Öteki takım üzerinden kurulan futbolun kendi doğasındaki rekabet ve kazanmak, popülist milliyetçiliğin şiddet çağrışımlarıyla şişirilip 'ayrımcılığın pratiğine' dönüştürülüyor son yirmi yıldır.
Futbol kültürümüzü bir toplumsal metin olarak okuduğumuzda içindeki indirgeyici, aşağılayıcı dilin şiddetini daha net anlayabiliriz.
Bu aslında toplumda yaşatılan ve üretilen ayrımcılığın dokunulmaz alan olan tribünlerde yankı bulması...
Köklerinde ırkçılık ve ayrımcılık bulunan Avrupa, ağır disiplin kurallarıyla kapsamlı biçimde tribün ırkçılığını cezalandırıyor.
UEFA, insan onurunu zedeleyecek şekilde ırk, renk, etnik köken veya dini ayrım yapan futbolcuya 5 maç ceza veriyor.
Ayrımcı tezahüratta bulunan taraftarın takımına ise 30 bin İsviçre Frangı'ndan az olmamak üzere ceza verip, maçlarını tarafsız sahaya almaktan seyircisiz maç oynatmaya, hükmen mağlup saymaktan puan indirimine kadar çeşitli cezalar uyguluyor.
Büyük bir toplumsal güç olan futbol kültüründeki 'ayrımcılıkla' ciddi yaptırımlarla mücadele edilmesi gerekirken 'münferit olay' kalıplarına sığınmamak gerekiyor.
Medyanın attığı 'Tribünler açılımı reddetti!' manşetleri de medyanın popülist milliyetçi körüklemelerinin ibretlik örneği oluyor.