İnsan hikâyelerinin arkasındaki büyük sisteme dair bağlar acele koparılıp, gözümüzden ilk kaçırtılan oluyor nedense!
Bağlantılar ve bağlamlar mahirce değiştirilerek “bireysel bir hikâye” üretiliyor.
Mustafa ve Durmuş’un ölümlerinde olduğu gibi...
28 yaşındaki Mustafa Güneş’le 27 yaşındaki Durmuş İlhan, bir hafta arayla hayatlarını kaybetti.
İkisinin de ölüm nedeni domuz gribi olarak açıklandı, teşhisleri ölümden sonra konuldu.
Ölüm haberleri verilirken “sağlık çalışanı”, aynı firmada ama farklı hastanelerde çalıştıkları ve ikisinin arkadaş oldukları yer aldı.
Acılı ailelerinin ve cenaze törenlerinin görüntüleri domuz gribi salgını başlığında uzunca verildi.
Haberlerin “aşılı ve önlemli” panik paketinde, onlardan da ilk kurbanlar olarak söz edilmiş oldu.
Gözardı ettirilen ise bir haftada domuz gribinden ölen 9 kişiden ikisinin taşeron sağlık emekçisi olmasıydı.
Gerçekten Mustafa Güneş ve Durmuş İlhan sadece hastalık kurbanları mıydı?
Yoksa yerleşen piyasa sisteminin her geçen gün bir bıçak gibi sıyırıp attığı kesimin temsilcileri miydi?
Çalışma koşulları mı hayatlarına mal olmuştu?
Ölümleri bile başka bir piyasa hikâyesine mi eklemleniyordu.
Ölümlerine daha yakından bakabilsek neleri görebilirdik ve onların çalışma koşulları bize neyi anlatırdı?
Sosyal güvencesi olmayan, emeği kiralanan, açlık sınırının altında ücretli, sendikal hakkı bulunmayan ve her an işten atılma kaygısıyla çalışan taşeron işçilerdi. Her türlü hastalığa açık sağlık alanlarında, tedbirsizce her işe koşturulanlardı. Aşı olmamışlar, teşhisleri hastayken bile konulamamış, hastalıkla ilgili bilgilendirilmemişlerdi. Sağlık kurumlarında, temizlikten personel tıbbi hizmetlerine dek kullanılan kiralık işçilerdi. Yani kadrosuz çalışan ve sosyal hakları olmayanlardı.
Yüzü yok ve ismi olmayan emeğin adı, taşeron işçiydi.
Emeği oldukça ucuz, işverene zahmeti düşük ve müşkül çıkarmayandır.
Hem taşeron firmanın hem de sağlık kurumunun kârlılığını, onların maliyetsizliği sağlar.
Geçici zamanlı ve uçucu kimlikli emekçiler, kurumdan kuruma kiralanan “toplu iş gücüdür”.
Yıllık izinleri olmaz çünkü hiçbir yerde yıllık izin hakkı kadar tutulmazlar.
Dolayısıyla kıdem tazminatı hakları ilelebet olmayacaktır.
Çoğu sigortasız çalışır, taşeron firma maliyeti sevmez.
Göz korkutucu ve caydırıcı tehditlerle örgütlenmeleri ve “hak” aramaları engellenir...
Aynı iş yerinde beraber çalışıp aynı işi yapan arkadaşlarıyla eşit hakka sahip değillerdir. Onlar ikinci sınıf çalışanlardır ve bir tür ayrımcılığın hedefindedirler.Piyasa “emeği”sosyal ayrımcılığın tepesine yerleştirirken, “emeği” gözlerden ve görüntülerden de kazımaya çalışıyor. Sosyal ve ekonomik ayrımcılığa maruz kalmak hayatın tüm kapılarını yüzünüze kapatırken,”görünmez” de oluyorsunuz.
Ülkemizde sağlık sisteminde 100 binin üzerinde taşeron işçi çalışıyor ve hayatlarına mal olacak çalışma koşullarını yükleniyorlar.
Piyasacı düzen, emeğin kimliğini, haysiyetini ve üstüne üstlük canına kastederek kendini var etmeye çalışırken, bir grip salgının menzilinde neden ilk taşeron işçiler oluyor diye sormak gerekiyor.
Mustafa ve Durmuş’un kısa ve küçük hikâyelerinde barınan büyük hikâyeyi de görmek bize kalıyor.
Akşam / 07.11.09