24 Aralık 2008 Çarşamba

IMF'nin genişleme çağrısı Türkiye için geçerli değil

Türkiye için gündemdeki IMF anlaşması AKP Hükümetine, IMF patronu Kahn’ın önerdiği gibi, kamu harcamalarını artırma, iç talebi canlandırma ve benzeri genişlemeci tavsiyelerde bulunmayacak.

Bir süredir, finansal yapısında “beyin sarsıntısı“ geçirerek yatağa çakılan ABD-Batı Avrupa-Japonya eksenli “merkez -emperyalist” ülkelerin, özellikle G-20’ye dahil ettikleri “çevre-bağımlı ülkelere” (bunlara kriz öncesi ‘yükselen ekonomiler’ deniyordu, hala deniyor mu?) “İç talebinizi canlandırın, bunun için de hükümetlerinize kamu harcamalarını artırmaları konusunda baskı yapın” çağrısı bu kez IMF üstünden ifade edilmeye başlandı.

IMF patronu Dominique Strauss-Kahn, Madrid’de, İspanya’nın IMF’ye üyelikte 50. yılı (bizimki 60 yıl oldu!) dolayısıyla yapılan toplantıda yaptığı konuşmada, resesyonun büyük bir depresyona dönüşmesini engellemek için üç cephede müdahale önermiş;

Finansal piyasalarda akışkanlığın sağlanması için hükümet müdahaleleri ve bankaların yeniden yapılanmalarına destek,

Özel tüketim harcamalarını canlandırmaya yarayacak parasal önlemler,

Yükselen ekonomilerde yaşanan sermaye çıkışının yarattığı gerilimi yatıştıracak likidite desteği.

Kahn, söz konusu konuşmasında bu müdahalelere, özellikle merkez ülke hükümetlerinin krizin uç vermesinden bu yana başvurduğundan ama henüz sonuç alınamadığından yakınmış ve eklemiş: “Daha fazlasına ihtiyacımız var!”…

Bu, sadece merkez-emperyalist hükümetlerine değil, çevre-bağımlı ülke hükümetlerine de bir davet, bir tür durumdan vazife çıkarma çağrısı... Malum terane; “Hepimiz aynı gemideyiz, siz de bir şeyler yapın, büyük depresyona sürükleniriz yoksa!...”

Belirtmek gerekir ki, 1980’li yıllardan bu yana bir amentü gibi tüm kainata yutturulan ilahi piyasa, devletin ekonomiden uzaklaştırılması vb. zırvalarını büyük krizle birlikte yutmak zorunda kalan neoliberalizm, şimdi bir yenisini yemek zorunda kalmaktadır. 1980’lerden bu yana merkez ülkelere “ ihracatçı-tedarikçi” rolüyle bağlanan Asya, Doğu Avrupa, Orta Doğu, Latin Amerika’nın, kısaca “Güney”in çevre-bağımlı ülkelerine, şimdi “içe dönün, iç pazarınızı canlandırın” çağrısı yapılmaktadır…(Bunlar daha iyi günleriniz, daha neleri yiyip yutacaksınız! )

Başta Asya’da Çin, Güney Kore olmak üzere, çevre-bağımlı ülkeler de zaten, merkez-emperyalist ülkelere cuz emek avantajıyla yaptıkları ve ağırlığını otomobil,beyaz eşya, ev elektroniği,konfeksiyon vb. ücret mallarının oluşturduğu ihracatlarına talebin düşmesi karşısında, krize karşı büyümelerini belli bir oranda tutmak üzere iç pazara yönelme eğilimindeydiler. Bu içe dönme hazırlığı içinde olanlara Asya’da Çin ve G.Kore, Güney Amerika’da Brezilya, Arjantin, Meksika, Avrupa’da Rusya sayılabilirdi.

Merkez’in ve vekilharç IMF’nin çevre ülkelerin iç pazara dönük büyümelerini desteklemelerini anlamak mümkün. Umuyorlar ki, bu ülkelerin iç pazarlarında bir canlanma Merkez ülkelerden yapılacak yatırım ve ara malı ithalatını da canlandırır ve Merkez’in ayağa kalkmasına yardımcı olur. Bu, IMF ipiyle kuyudan emperyalist çıkarma oyunu aslında. Kriz öncesi, yarattıkları cari fazlalarla hegemonik kabadayı ABD’nin dış açıklarını finanse eden bu çevre ülkelere, şimdi cari fazlalarını Merkez’den ithalat yaparak, onu bu yolla kuyudan çıkarma görevi verilmektedir.

Herkesin harcı değil

Çevre-bağımlılar arasında ise iç talebi canlandırmaya gücü yeten var, yetmeyen var... Bir süre için de olsa iç pazara dönük büyüme yaşayacak ülkeler, daha çok, cari fazlası olan, dış ödeme yükümlülüğü az ülkeler. Çünkü, iç pazara yönelmek, ihracat gelirlerinin azalması ama ithalat giderlerinin artması demek. Yani, döviz harcayabilecek, rezervleri buna uygun ülkeler bu role daha uygun. Bu tür ülkelerin başında, Asyalılar, özellikle Çin var. Aynı bölgede Endonezya, Tayland’ın da cari fazlaları içe dönük büyümeye müsait. Bunlara, Güney Asya’dan Hindistan’ı da bir ölçüde eklemek mümkün. Yine Latin Amerika’da Brezilya, Arjantin, bir ölçüde Meksika ve Şili, Venezuella cari fazla veren, önemli dış yükümlülüğü olmayan, dolayısıyla iç pazara dönük büyüyebilecek ülkeler arasında.

Rusya’nın da enerji fiyatlarının düşmesine rağmen, bir ölçüde iç pazara dönme deneyim ve elastikiyeti var. İran ve Cezayir başta olmak üzere Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın petrol ihracatçılarının cari fazlalarını IMF buyruklu kullanacaklarına tabi ki ihtimal vermemek gerekiyor. Düşen petrol fiyatları karşısında bu ülkeler rezervlerini yüksek tuttukları sürece, kuyudaki Batı’ya karşı önemli bir kozu elerinde bulundurmaya devam edecekler elbette.

Cari açığı olanlar ve Türkiye

Kağıt üstünde, çevre-bağımlı ekonomilerin 2009’da iç pazara dönerek, iç talebi geliştirerek belli büyüme temposu tutturup, bundan da Merkez’i yararlandırmaları mümkün gibi duruyorsa da, bu bile çok kolay değil. Ancak, bu gerçekleşse bile bunun 2009’dan 2010’a aşması ne kadar mümkün, tartışmalı.

Gelelim, buna takati olmayan, cari açığı, dış yükümlülükleri büyük ülkelere. Bu konuda, başı Türkiye çekiyor. Türkiye, cari açığı milli gelire oranla en yüksek “yükselen ekonomi” durumunda. Dünya Bankası’na göre cari açık/GSMH oranı 2008’de yüzde 8,4’e ulaşacak Türkiye, 2009’da büyümesini yüzde 1,7’de tutabilse bile milli gelirinin yüzde 3,4’ü oranında cari açık verecek. Türkiye kategorisinde Pakistan, Polonya, Macaristan, Ukrayna ve Mısır var. Bunlardan Pakistan, Macaristan ve Ukrayna zaten IMF ile anlaşma imzaladılar.

Ama bunlara IMF iç pazarınızı canlandırıp büyüyün demek yerine, bütçelere disiplin, kamu yatırımlarına tırpan ve küçülmeyle sonuçlanacak mali disiplin şartı getirdi. Şimdi sırada Türkiye, Polonya ve Mısır var. Diğerlerini bilemeyiz ama Türkiye için gündemdeki IMF anlaşması, AKP Hükümetine , IMF patronu Kahn’ın önerdiği gibi, kamu harcamalarını artırma, iç talebi canlandırma vb. genişlemeci tavsiyelerde bulunmayacak. Yani, IMF Başkanının büyük depresyona girmemek için “resesyona karşı cihat çağrısı” Türkiye ve benzer ülkeler için söz konusu değil...

Olamaz da... Çünkü, iç pazara doğru genişlemeci bir hamle, enerji, birçok ara malı yönünden dışa bağımlı Türkiye’nin cari açığını yeniden büyütmeden olmaz. İhracatı azaltıp ithalatı kamçılayarak cari açığı büyütecek böyle bir rota, dış yükümlülükleri de ağırlaştırır ve dış alacaklıların tahsilatlarını aksatır, buna da ne IMF izin verir ne de alacaklı finansörler bunu ister. O nedenle, IMF’nin ip atın çağrısı Türkiye için değil... Türkiye, IMF marifetiyle daralan, küçülen bir 2009 geçirecek.

Güney’in riski ve fırsatı

Diğer çevre ülkelerin, genelde “Güney” ülkelerinin IMF ipiyle kuyudan emperyalist çıkarma oyununa ne kadar destek vereceklerini yaşayarak göreceğiz. Aslında oyun açık; Çevrenin, kriz öncesi ABD’nin cari açığını finanse eden rezervlerini, şimdi başka bir amaç için, merkezden yapılacak ithalat için harcatmak, bu yolla merkezin finansından reel sektörüne yayılma eğilimi gösteren krize, Çevre-bağımlı ülkelerden gelecek ithalat talebi ile ilaç bulmak.

Bu oyunu çevre-bağımlı ülkelerin görmeleri gerekiyor. Bu yolla eritilecek rezervlerin sonunda Merkez belki ayağa kalkabilir ama çevre-bağımlılar yeniden erimiş rezervleriyle IMF üstünden merkez-emperyalistlere muhtaç duruma düşerler. Türkiye iktisat tarihinden hatırlıyoruz; 1930’lar ve İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca döviz ve altın rezerv birikimi önemli bir meblağa ulaşan Türkiye, IMF, Dünya Bankası üyeliğinin ardından dış ticaretin libere edilmesi tavsiyesine uyunca yoğun ithalatla kısa sürede rezervleri erimiş ve 1930’dan beri (1938 dışında) 17 yıl süreyle fazla veren dış ticareti 1947’den başlayarak açık vermeye başlamış, sonra da hiçbir zaman fazlaya geçememiştir. 1950’de ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 92 iken 2006 yılında yüzde 62’ye inmiştir.

Aslında, çevre-bağımlı ülkelerin, merkez-emperyalizmin içine düştüğü bu kuyudaki mecalsiz halin farkında olarak farklı Merkezkaç çabalar içine girme ihtimalleri artmıştır. Ancak, bu kez çevre-bağımlıların yerli egemen sınıflarının böyle bir arayış yerine, IMF-merkez hakim sınıflarının stratejileri doğrultusunda hükümetlerine IMF paralelli baskı yapmaları, iç talebi genişleterek kısmi büyüme sağlama politikalarını kabul ettirmeleri söz konusu olabilir.

İç talebin genişletilmesine gücü olan cari fazla sahibi ülkelerde bu politika, global kriz bunalımındaki halk sınıflarınca da destek görebilir. Ne var ki, bu, uzun soluklu bir konjonktür olmayacak ve kısa sürede tüketilen rezervlerle birlikte bu barut da tükenerek Asya’da, Latin Amerika’da, Orta Doğu’da daha büyük krizler yaşanabilecektir.

Şimdi gözler, kuyuya düşen haydut emperyalist kadar, onu çıkarmaya çalışan ve mazlumlara ip çektirmeye çalışan IMF’nin manevralarına dönmüştür.

Bu muazzam kriz, mazlumların kuyudakini yukarı çekmek yerine üstünü taş ve toprakla kapatıp tarihin derinliklerine gömerek yeni ve özgür bir dünyaya yelken açma fırsatını da sunmaktadır.

Ama bu çok, ama çok çetin bir mücadeleyi göze almayı da gerektirmektedir.

Bianet / 23.12.08
Mustafa Sönmez