26 Ağustos 2009 Çarşamba

MGK DEĞİŞTİMİ ?


Son MGK toplantısında Kürt sorunu konusunda ‘açılım’ adı altına sürdürülen çalışmaların devamı yönünde bir “tavsiye” kararı alınması bir çok kesim artık MGK’nın değişime yelken açtığı ve Kürt sorununda ray değiştirme çabası içinde olduğu yönlü düşünceler dile getirildi. Hatta MHP, CHP MGK’nın devletin bölünmez bütünlüğünü koruma ve kollamada geriye düştüğünü söyleyerek MGK’yı eleştirdiler. Hatta PKK’yi kuşatıp etkisiz hale getirme ve kırıntılarla Kürt direnişini ezip dağıtma amacı güden , ‘açılım’ı sadece AKP politikası olarak gören ve ordunun süreçten rahatsız olduğunu düşünen ordu şakşakçı çevrelerde bir hayal kırıklığı yarattı. Yıllardır Genelkurmayın siyasal sözcüsü gibi davranan CHP, MGK toplantısı sonrasında yapılan açıklamayı sürece katılım olarak değerlendirerek açıktan eleştirel bir yaklaşım sergiledi ve MGK’ın da devleti bölüp, parçalamaya çanak tuttuğunu söylemekten geri kalmadı. Faşist kafatasçı Türk ırkçılığının en kararlı savunucusu MHP ise, MGK’da alınan kararın “ülkenin bölünmesinin tavsiye edilmesi” anlamına geldiğinin söyleyerek “gaflet içindeki kurumlar” arasına orduyu da eklenmiş oldu.
Peki gerçektende bölgede ABD emperyalizmin truva atı olmaya soyunan TC devletinin Kürt direnişini ezme ve etkisiz hale getirmeyi amaçlayan ve sınırlarını Genelkurmayın Mart ve Nisan ayları açıklamalarında çizmiş olduğu “açılım” gerçektende MGK’nın artık değişeme yelken açtı, demir yumruk politikasını terk etmeye başladığını mı gösteriyor.? Bunun kulliyen yalan olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Çünkü MGK’da desteklenen ve adına açılım denilen şey aslında diri yurtsever Kürt hareketini ezip dağıtmayı amaçlayan yaklaşımlardır ve iddia edildiği gibi devletin asıl koruyucu kollayıcısı ordunun değiştiği ve Kürt sorununda inkar ve imha politikasında uzaklaştığı anlamı hiç çıkmaz.
Biliyoruz ki bu Kürt hareketini boğma ve etkisiz kılma “açılımının” mimari Genelkurmaydır. “Kırmızı çizgileri” 14 Nisan 2009 tarihli Genelkurmay Başkanı açıklamalarında çizilmiş olan ve Kürt ulusunun ulus olduğu gerçekliğini reddederek bireysel haklara evet kolektif haklara hayır yaklaşımı üzerine fırtınalar koparılan” açılımın” niteliğini ortaya koyuyordu. Ortada duran gerçeğe hayallerden uzak olarak baktığımızda Genelkurmay Kürt sorunun kırmız çizgileri çizmiş ve AKP’den CHP, MHP’ye hemen herkesin salvo atışlar bir yana bu kırmızı çizgilerinde buluşmuş olduklarını ve bir birerinden farklı bir konumda durmadıklarını görüyoruz. Yani ordu ve haliyle MGK’da ve AKP hükümetinde de Kürt sorununda, inkar ve imha politikasının inceltilerek sürdürülmesi dışında yenilik adına birşey yok. Öncelikle Kürtlerin bir ulus olduğu Kabul edilmiyor. Buradan hareketle Kürtler ulus olmadığına göre kolektif hakları da olmaz denilerek, bir ulusun ulusal kolektif istemleri daha işin başında yok sayılıyor.
Peki birbirlerini bölücülük olarak suçlayan AKP ve CHP Kürt sorunun da nerde duruyorlar ve temelde farklı yaklaşım mı sergiliyorlar; CHP ve Genelbaşkanı Baykal’a; ”Etnisitenin yasalara geçirilmesi ve üniter devlete zarar verebilecek istekleri konuşmak bile söz konusu olamaz” derken, AKP ne diyor peki, “ Mesela Türkiye’nin her hangi bir bölgesinde federasyon olması düşünülemez. coğrafi ya da etnik özerklik söz konusu olamaz. Resmi dilin değiştirilmesi düşünülemez. Etnik vurgulu bir anayasa vurgusu olamaz. Milli Eğitim sisteminde Kürtçe eğitim olmaz!” Yani; Kürt kimliğinin anayasal ve yasal bakımdan güvenceye alınması, devletin Kürtçe eğitim vermesi, “Anadilde eğitim” vb. gibi talepleri konuşmaya bile gerek yok diyor AKP’de CHP’de. Açıkça bu açıklamalarda da görüldüğü gibi, özü itibariyle AKP’nin kırmızı çizgileriyle CHP’nin kırmızı çizgileri arasında bir fark yok. Her iki parti de, “kırmızı çizgilerle”; Kürt kimliğinin Anayasa güvencesine alınmasına karşı çıkarken; Milli Eğitim’de Kürt dilinde eğitimi de reddediyorlar ve Kürtlerin muhtemel bir “özerklik” talebine de şimdiden kapıyı kapatıyorlar.Haliyle, Kürtlerin ana dilde eğitim hakkını istemi bile “bölücülük ve üniter devletin altının oyulması ” olarak ilan eden Genelkurmayın kırmızı çizgilerinden ne AKP, ne CHP ve ne de MHP farklı düşünüyor.
Haliyle kürt sorununda çözüm olarak aslında PKK ve Kürt direnişini çözme ve sisteme adapte etmeyi amaçlayan planda tüm Kürt düşmanı güçler ortaklaşmakta ve Kürtleri inkar ve imha politikasına devam edilmektedir. Keza,“ devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü” vurgusu MGK açıklamalarında öne çıkıyor ve “açılımın” ne anlama geldiği de netçe ortaya konuyor. MGK toplantısında ‘açılım’ın devlet politikası olarak sahiplenilmesi, Kürt sorununda aşılmış bir kısım kırıntıların reform olarak lanse edilmesi hali hem Kürt hareketinin geldiği boyut karşısında devletin Kürt hareketin makırıntılarla boğmayı ve hem de bölgede TC devletine biçilen yeni rolle bağlantılıdır. CHP ve MHP gibi Türk ırkçı şoven güçlerin ve TKP gibi ‘sol’ versiyonlarının görmek istemediği olguda budur. Kürt sorunu konusunda yaşanan gelişmeler, aslında Kürt sorununu çözüyoruz havasıyla hiç birşeyi çözmeden yola devam etmek anlamı çıkıyor. Güney Kürdistan Federe Yönetiminin gelinen nokta da bölgede ABD eliyle önemli bir güç haline getirilmesi ve PKK önderliğinde Kuzey Kürdistan’da Kürt özgürlük mücadelesinin Kürtlerin ulusal varlığı; dili ve kültürüne karşı geleneksel inkarcı politikaların iflas etmesi, ABD’nin Irak’tan çekilme sürecinde Güney Kürt yönetimi ile Türkiye egemen sınıflarını kendi bölgesel çıkarları temelinde bir ilişki ve işbirliğine yöneltmesi, PKK’nin bu süreçte istikrarsızlık yaratabilecek bir silahlı güç olmaktan çıkartılmak istenmesi ve son yerel seçimler örneğinde olduğu gibi Kürt ulusal hareketinin etkisizleştirmeye yönelik manevraların ters teperek Kürt ulusal mücadelesinin yeni mevziler kazanarak ilerlemesi. İşte ‘açılım’ın neden bir devlet politikası olarak sahiplenildiğinin anlaşılması için, bu süreci dayatan gelişmelere bakmak gereekiyor.
‘Açılım’ politikasının Kürt ulusal mücadelesi ve devrimci güçler bakımından gözden kaçırılmaması gereken en önemli yönü, bu açılımın Kürt sorununda hiç bir anlam ifade etmediği ve etmeyeceğidir. Buradan hareket ettiğimizde devlet Genelkurmayın direktifiyle bölgede yakalanmış önemli fırsatın ki bu fırsatın temelini ABD emperyalizminin bölge politikaları ve Irak’da çekildiğinde bu boşluğu dolduracak bir TC devletin hazırlanması politikasıyla bağlantılıdır. Nitekim Cumhurbaşkanı, AKP hükümeti sözcülerinin ‘açılım’ çalışmalarında, Kürt ulusal mücadelesinin temsilcilerinin muhatap alınmayacağının ilan edilerek, daha işin başında “açılımın” nasıl bir nitelik taşıdığı ortaya konuyor.
İşte kırmızı çizgileri çoktan ilan edilmiş ve “ devletimizin milletiyle bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu pekiştirmek” MGK bildirisinin özünü oluştururken, ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, Zafer Haftası dolayısıyla 25 Ağustos’da yayımladığı mesajda, demokratik açılım tartışmalarına da değinirken, "Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3’üncü maddesinde ifade edildiği gibi ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.’ Türk Silahlı Kuvvetleri, ATATÜRK tarafından bizlere emanet edilen ve Anayasa’nın 3’üncü maddesinde de belirtildiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecekti”r demesi de “açılım”da pek bir şey çıkmayacağını birkez daha ilana ediyordu.
Genelkurmayın ve MGK’nın bu açıklamaları Kürt sorununda hiç de yeni bir açılım içine girilmediğini ve devletin 86. yıllık inkar ve imha politikalarında uzaklaşılmadığını gösteriyor. Bu politikayla öncelikle, sorunun çözümü adına, DTP ve Öcalan’ın çözüm önerileri, ‘yol haritası’ karşısında devletin inisiyatifi elinde tutma ve İkinci olarak da, bu politika ile hem farklı çevrelerin desteği alınarak, hem de sürece yayılmış ‘açılım’ ile Kürt ulusal mücadelesi baskılanarak egemenlerin çıkarlarına hizmet edecek bir ‘çözüm’ amaçlanıyor.
Son MGK toplantısında alınan kararlar, ve ardında Ağustos kutlamaları nedeniyle Genelkurmayın başkanının açıklamaları devletin Kürt sorununda uygulanan inkar ve imha politikasında uzaklaşamadığını “ez ve çöz” politikasını ABD’nin desteğinde pratiğe sürme hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.
Kürt sorununda Amerikan patentli çözüm planının içeriği ve hedefleri ana hatlarıyla ortadadır. Bu plan PKK’nin silahlı güçlerini ve Kürt hareketinin mücadele gücünü tasfiye etmeyi hedeflerken bu hedefe ulaşmak için Kürt sorununda kırıntı bir takım adımları atmayı da öngörmektedir. Bu haklar, bireysel-kültürel sınırlarda kalmak ve kolektif haklar kapsamına girmemek kaydıyla bir takım hakların verileceği mümkündür. Bu kapsamda TV yayınlarının alanının genişletilmesi, Kürtçe seçmeli derslerin konulması, Kürt enstitülerinin kurulması, adları değiştirilen yerlere Kürtçe adlarını alabilme hakkının tanınması vb.gibi aslında fiili olarak aşılmış ve hiçbir anlamı kalmamış bazı haklar özellikle ifade edilmektedir. “Açılım” kapsamında atılacak adımlar bu sınırlarda kalacak; yani MGK ve Genelkurmayın çizdiği “kırmızı çizgiler”i aşmayacaktır.
Konuya ilişkin politik-pratik tutum alırken bu gerçeği göz önünde tutmak ve döne döne çözüm beklentisiyle sersemletilmeye çalışılan Kürt halkını uyarmayı temel önemde bir görev saymak gerekir. Bununla birlikte hal hazırda birtakım sosyal-şoven akımlar, “açılım”ın gerisinde ABD’nin eli olmasından hareketle düzenin tanıdığı bazı hak kırıntıların Kürt halkının meşru hakları olduğu ve bunların Kürt halkının feda yüklü mücadelesiyle bağlı olduğu gerçeği görmezden geliniyor. Oysa “açılımın” gerisindeki gerici güç ve amaçları göstermek, atılan adımların kırıntılığına rağmen meşru ve haklı kazanımlar oldukları gerçeğini söylemek ve Kürt halkının ulusal hak ve özgürlük talebine sahip çıkmayı ve dayanışma içinde olunacağını dışlamaz. Ve bütün bu veriler MGK, Ordu ve emir eri burjuva düzen partilerinin “ tek bayrak, tek dil, tek ulus ve tek vatan” resmi devlet politikasında aynı kulvarda buluştuklarını ve MGK’nın ve Ordu’nun Kürt sorununda her hangi bir esneme tutumu içinde olmadığını gösteriyor.