21 Ağustos 2009 Cuma

Türk ve mutlu olmak!

Türk ulusundan herhangi bir birey, ulusal kimliğiyle övünç duyabilir, kendini mutlu da sayabilir. Bu mümkündür ve yadırganmaz. Burada, mutluluk kavramının bir ulusal kökenden ve onunla ilgili değerlerden beslenen özelliklerinin dışındaki, örneğin insanca yaşayabilme koşullarına sahip olma ile bağlı yanları üzerinde durmuyoruz. Kişi örneğin işsiz, yoksul, aç, barınaksız, sosyal haklardan yoksun, düşüncelerini serbestçe söyleyemez durumda ise mutluluğu sözde kalır, yarımlaşır, etnik-inançsal haklara sahip olması da giderek biçimselleşir. Bu ayrı bir tartışma konusu.
Peki mutluluğu “Türküm” demek ile bağlamak nasıl bir şeydir? Yani “Ne mutlu Türküm diyene!” dediğinizde, iddia ettiğiniz gibi, “hangi etnik kökenden gelirse gelsin Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes”e mutluluk kapısı mı açmış oluyorsunuz? Buna karşı M. Kemal’in yorumunu yorumlamak ya da Anayasa’da yazılanlara sığınmak cevap oluşturmaz. İtirazlar, itiraz edilene sığınılarak cevaplanamazlar. Söylenen çok açıktır ama, “koca koca” siyaset bilimciler, politikacılar, askeri yöneticiler, insanların gözünün içine baka baka, “Bu bir etnik kimliğe vurgu değildir” diyebiliyorlar. Bir Türkün kendi ulusal kimliğini mutluluk kaynağı ve nedeni saymasını, bu mümkün ve ‘doğal’ durumu; “Türk değilim” diye bar bar bağıran milyonlarca insanın önüne mutluluk koşulu olarak dayayıp, ardından da dönüp “Burada ayrımcılık yoktur” diye ortaya çıkmak için hayli ‘açıkgöz’ olmak gerekir doğrusu!
Dayatma yok diyenler varsa, D. Baykal ve D. Bahçeli’nin açıklamalarına baksınlar. Sadece onlar da değil; General İlker Başbuğ ile F. Bila, Tufan Türenç ile M. Y. Yılmaz, B. Coşkun ile İlhan Selçuk; AKP’nin “paşası” H. Özkök ile Oktay Ekşi’nin söylediklerini de göz önüne getirebilirler. Bunların tümünün, “açılım” tartışmalarında söyledikleri ya da daha açık söylenirse Kürtlerin ve Türkiye’nin emekçilerinin demokratik siyasal haklar talebi karşısına çıkardıkları “Türklüğü ve Türk milletinin parçası olma”yı kesin ön kabuldür! Formül şudur: “Mutlu olmak mı istiyorsunuz, o halde Türk olun!”
Şovenizm ve ırkçılık denilen şey tam da budur!
Bu o denli açıktır ki, T. Erdoğan’ın ya da bir başka politikacının şu ya da bu amaçla “Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Boşnağıyla” diye başlayan bir cümle kurması dahi bölücülük sayılıyor ve Kürtlerin “etnik kimlik” ifadesi “Türk milletinin parçası olma”ya koşullanıyor. Bunlara göre “bu topraklarda yaşayanların Türk milleti olduğunu” kabul etmek başlıca koşuldur! Baykal, “Hepimiz biriz, özümüz Türktür” diyor.
Bu bakış açısından hareket edildiğinde, Kürtlerin Kürt kimliğini “mutluluk nedeni saymaları” bölücülük kapsamına giriyor. Kürtler, çünkü “Türk milletinin bireyleri” olduklarını göz ardı edip, “Türkleri ayrı bir etnik kesim, Kürtleri ayrı bir etnik kesim gibi..” sunmuş ve “Türk sıfatını”, “tüm ulusu kapsayan” olarak değil de “bir etnik kimliğe dair” sayarak suç işlemiş oluyorlar!
Bu, burjuva tarihini de, farklı uluslar gerçeğini de yok saymak; halkları boğazlaşmalara sürükleyen burjuva ayrımcılığında ısrar etmek demektir.
Halkın çok geniş kesimleriyle ülkenin demokratik bir siyasal sisteme sahip olmasını isteyen kitle örgütü, parti, dernek, vakıf vb.lerinin görüşleriyle de çatışma halinde ve “açılım” tartışmaları vesilesiyle yeniden atağa geçmiş durumdaki bu inkarcı ve ulusal ayrımcı politika, Kürt sorununun ülke gündeminde sorun olarak hâlâ duruyor olmasının da temel nedenini oluşturuyor. 86 yıllık “kendi tarihleri”nden dahi sonuç çıkarmaktan uzak bu ayrımcı ve şovenist politikanın aşılması için Türk, Kürt ve diğer tüm işçi ve emekçilerin, kendi örgütlerini seferber ederek, demokratik talepler ve Kürt-Türk hak eşitliği için mücadeleyi her alanda yükseltmeleri, en önemli ve denebilir ki tek koşuldur. Açılan ve giderek yaygınlaşan tartışma, sendikacılarla çeşitli dernek, örgüt, vb. adına yapılan açıklamalar ve gündeme getirilen talepler, hiç kuşku yok ki dayatılmış resmi tabu ve formüllerin yıkılması için önemlidir. Ama burada kalınamaz. Şovenist, ayrımcı ve çatıştırmacı-bölücü sermaye güçlerinin politikası yenilgiye uğratılmalı, ulusal hak eşitliği temelindeki kardeşçe ve gönüllü birlikte yaşamanın yolu açılmalıdır. Burjuva parti ve hükümetleri, bunun güvencesi olamayacaklarını bugüne kadar yeterince göstermişlerdir. Sorumluluk şimdi işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarındadır. Sorun tüm emekçilerin gündemine bütün yanlarıyla girebilmeli; ayrımcı, baskıcı ve inkarcı politikaların reddi için mücadele örgütlenmelidir.