10 Eylül 2009 Perşembe

İstanbul batarken!

Şehir bazen cehennemin kendi olur. Çünkü insanlar şehri bir cehennem tasarımında inşa etmişlerdir.

Metropolde yaşıyor olmanın emniyetsizliğine apansız bir sabah yakalanırsınız.

Otoyolda giderken dört metreye varan selle bir anda sarılıverirsiniz.

Akıntının kuvvetiyle savrulurken ve o an nasıl güvensiz bir şehirde yaşadığınızı anlarsınız.

TIR'ların sürüklendiği otoyol altınızdan sökülür, şehir biter ayaklarınızın altında.

Artık şişme botlara kalmıştır kaderiniz, helikopterlerin ne kadar ağırlık taşıyacağı ve vinçlerin çekim gücü belirler hayatınızı.

Canınız 'sınırlı kurtarma' olanaklarıyla sınırlıdır.

Derin ve ağır farkındalığı böyle zamanlarda tecrübe edilir.

Nasıl 'yaşanamaz bir yeri' şehir sandığınızı da anlarsınız!

Ceset torbaları gelmeye başlamıştır bile...

Siz o tekstil atölyesinin kapısında sel sularının bastığı servisteki yedi kadından biri olabilirsiniz.

Camları bulunmayan, adına servis denilen metalik bir tabutta olabilirsiniz

Çatıların, arabaların üzerinde mahsur kalmış İstanbullular neler düşündüler acaba?

Büyük bir çukura çevrilen İstanbul böyle bir felaketi epeydir bekliyordu.

Çünkü İstanbul bir sel çanağı olarak yapılandırılmış, aynı zamanda deprem bölgesi olarak sereserpe yayılan bir şehrimizdir.

12 milyon insanın yaşadığı İstanbul gitgide 'cehennemin öteki adı' oluyor.

İstanbul'u sel aldı klişesine artık biz de teslim olmayalım.

Şehir planlamacılarının ve Mimarlar Odası'nın yıllardır süren uyarılarına karşın rant şehri olmaya devam ediyor İstanbul.

İnanılmaz bir yapılaşma yaşıyan bu kent sahiden planlı mı?

Sağanak yağışı emecek toprağın ekolojisi kalmadığından söz ediliyor.

Kurutulan dere yataklarının üzerinden otoyollar geçiyor.

Denize ulaşamayan yağmur suyunun sızacağı toprak da bataklık da kalmamış!

Biriken su akıntı gücüyle binaları, yolları önüne katıp ilerlemeye çalışıyor.

Yüzde 70'i kaçak yapılandırılmış İstanbul yağmur sularını drenaj sistemini kanalizasyona vererek bertaraf edildiğini geçmiş sellerden biliyoruz..

Doğa bilgisiyle hayata tutunabiliriz, bilimin ölçümleri yaşam mekanlarını kurar.

Bu bilgileri yok sayan, su havzalarını, dere yataklarını betonlaştıran 'zihniyet' bunu felaket olarak niteleyecektir.

Üstüne üstlük 3. köprünün planları yapılırken, bölüşümü hesaplanırken...

Sosyal devletin gereği olan afet, imar, şehircilik ve yapı denetim yasalarının mahiyetini kavramayan ama açgözlü kentsel dönüşüm projelerine saplanan anlayış bu defa sahiden sorgulanmalıdır.

Siyasi ve ekonomik rantın insan güvenliğini yok saydığı yapılaşmaya karşı doğanın intikamına tanık oluyoruz.

Doğa kendi dengesinin bozulmasını affetmiyor son tahlilde.

Büyük plazaların, geniş otoyolların yer aldığı İkitelli'nin ve Basın Ekspres yolunun nasıl bir tıkaç olup girdap merkezine döndüğünü izliyoruz.

Bu 2 bin 700 yıllık şehrin tarihindeki 'en büyük sel felaketi' ifadesi bile içinde nasıl bir çelişki taşıyor.

Kadim İstanbul sele karşı 'bilge şehircilik bilgisiyle' duruyor, depremlerde durduğu gibi.

Toprağı bitmiş bir kentin yağmuru bile anafor olup insanları yutuyor.

İstanbul batıyor, sulara gömülüyor, insanlar umutla kurtarılmayı bekliyor..

Belediye Başkanı 'tedbirsizliğin sonuçları' diyor.

Kimin tedbirsizliği Sayın Başkan 'iş yeri servisinde hayatını kaybeden yedi kadının tedbirsizliği mi?'

Yoksa Ayamama deresinin yanında bulunan garajdaki TIR'larda boğulan şoförlerin tedbirsizliği mi?

Akşam / 10.09.2009