31 Ağustos 2009 Pazartesi

1 EYLÜL BARIŞ VE MÜCADELE GÜNÜ


Dünyanın başına bela olan Hitler faşizmi, 1 eylül 1939’da Polonya’yı işgal ederek 2.emperyalist genel paylaşım savaşını başlattı. Başında Sosyalist Sovyetler Birliğinin bulunduğu dünya proletaryası ve halklarının zorlu mücadelesi sonucunda, emperyalist savaş gelişimi içinde 1941’den sonrası Hitlerin sosyalist Sovyetler Birliğine saldırmasıyla anti-faşist savaşa dönüştürüldü.
Anti-faşist savaşın gelişimi soncunda Almanya, Japonya, ve İtalya’nın oluşturduğu faşist kamp yenilgiye uğratıldı. En son ağustos 1945’de Japonya’nın yenilmesiyle üçlü faşist kamp teslim bayrağını çekti. Böylece sonraki süreçte, 2.emperyalist paylaşım savaşının başlatılmasının günü olan 1 eylül, emperyalist savaşa ve faşizme karşı barış ve demokrasi günü olarak işçi sınıfı ve emekçi halklar tarafından anılmaya ve kutlanmaya başladı.
Bugünde dünya proletaryası ve halkları, barış yanlıları 1 Eylül’ü yeni bir emperyalist paylaşım savaş tehlikesine ve faşizme karşı barış ve özgürlük günü olarak kutluyorlar, emperyalist savaş vahşetini yaşamak istemiyorlar. Emperyalist soygun çeteleri ve onların çeşitli ülkelerdeki uşaklarının emperyalist savaşa ve faşizme karşı barış ve demokrasi için mücadele günü olan 1 Eylül’e sahip çıkmaları sahtedir. Çünkü onlar barışında, özgürlüğünde esas düşmanlarıdır.

HAKKARİDE 4 ASKER ÖLDÜ SAVAŞ TAMTAMLARI ÇALINDI


“Demokratik açılım” tartışmalarının ordunun müdahalesiyle kırmızı çizgileri çizme yarışına döndüğü bir ortamda, Hakkari’den 4 askerin öldüğü haberi geldi. 4 asker “güçlü ordu” yaygarasıyla kutlanan “Zafer bayramı”na verilmiş kurbanlar oldu. Bu ölümler hiç kuşku yok ki, kırmızı çizgilerini çekip vatan severlik taslayanları sevindirdi ve savaş tamtamlaır çalmaya başladılar.

Omuzları kalabalık generallerin de, eli kanlı faşist MHP’nin de, sKürt düşmanlığında sınır tanımayan şovenist CHP’nin de, kirli savaşı bir yoketme ve terbiye yöntemi olarak benimseyen hükümetin de keyfi yerinde olmalı. Böylelikle Kürt hareketini biraz daha köşeye sıkıştırmak ve ellerini güçlendirmek için bir fırsat daha buldular.

Burjuva medya olayı üzerine basa basa uzaktan kumandalı bir bombanın sonucu olarak duyursa da, bu bombanın savunma amaçlı patlatıldığı açıktır. Zira bu bomba durduk yere askerler yoldan geçerken değil, ordu gücünü göstermek için dağlarda gerilla avına çıktığı için patlamıştır.

Türk emekçi halkı asker ölümlerinin hesabını sormak istiyorsa bir bütün kan emici düzen güçlerini hedef seçmelidir. Kardeş bir halkın en meşru haklarını yok sayan ve bu hakları veriyormuş gibi yaptığı yerde dahi burnundan getirmek dışında bir politikaya sahip olmayan devletin peşinden gitmemelidirler.

Türk ve Kürt emekçi halkları eşitlik ve özgürlük temelinde kardeşçe yaşayacakları bir ülke için mücadele etmek dışında bir seçeneğe sahip değiller. Bunun için de tek yol bu düzene karşı mücadele bayrağını yükseltmektir.

KIZIL BAYRAK DERGİSİNE DTP SALDIRISINI KINIYORUZ


Konuya ilişkin gazetemizin yaptığı açıklamayı sunuyoruz...

Sesimizi engellemeye gücünüz yetmez!


Gazetemiz Kızıl Bayrak ve devrimci siyasal faaliyetimize yönelik devletin baskı, gözaltı, yasaklama ve sansür biçiminde süren engelleme çabası biliniyor. Bu saldırılar yeni değil. Tarih sahnesine çıktığımızdan bu yana neredeyse kesintisiz sürmüştür bu saldırganlık. Kuşkusuz devletin bu saldırganlığının bir siyasal sınıf mantığı var. Bunun için her saldırıyı büyük bir soğukkanlılıkla ve devrimci direnişçi bir duruşla karşılıyoruz.

Fakat bugünlerde yeni bir saldırganlık biçimiyle karşılaştık. Geçtiğimiz günlerde gazetemizi basan Kürt hareketine yakınlığıyla bilinen Gün Matbaası, “basmama” tehditiyle gazetemize sansür uygulamaya kalktı. Gerekçe, gazetemizde M.Can Yüce’nin yazılarına yer vermemizdi. Gazetemizle ilişkisi tümüyle ticari boyutlarda olan bu matbaanın bugüne kadar her türlü saldırıya karşı ilkelerden ödün vermeden yayıncılık yapan Kızıl Bayrak’a böyle bir dayatmada bulunmasını hakaret saydık. Bunun için bu mabaayla ilişkimizi kestik ve durumu da kamuoyuna “Zorunlu bir açıklama” başlığıyla duyurduk.

Açıklamamızda bu girişimi, “Devrimci basına yönelik saldırıların arttığı ve dayanışmanın yükseltilmesinin büyük bir önem taşıdığı bir süreçte Kızıl Bayrak gazetesinin yayın faaliyetini aksatmaya ve sansüre tabi tutmaya yönelik bir girişim” olarak değerlendirmiş ve bu saldırının “özgür basın geleneği”ni savunmak için devlete karşı yıllarca direnmiş, her türlü saldırıya, baskıya, katliama karşı mücadele etmiş bir hareketten gelmesini düşündürücü bulduğumuzu belirtmiştik.

Fakat, muhataplarımız bu açıklamamız üzerine oturup düşünmek ve gerekli sonuçları çıkarmak yerine saldırılarının dozunu yükseltmeyi seçmişlerdir. 30 Ağustos günü, 1 Mayıs Mahallesi’nde yapılan festivalde, M.Can Yüce'nin yazısının yer almasını gerekçe göstererek gazetemizin satışını engellemeye kalkmışlar, engelleyemedikleri için de standımıza saldırmışlardır. Çalışanlarımızın darp edilip, standın dağıtıldığı bu saldırı, komünist faaliyete ve devrimci eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün ürünü alçakça bir saldırıdır. Özünde devletin faşist baskı ve teröründen bir farkı yoktur.

Fakat bilinmelidir ki, bugüne kadar devletin türlü baskı ve işkencesine karşı diz çökmediğimiz gibi bu türden saldırılar karşısında da diz çökmeyiz, papuç bırakmayız. Şu da iyi bilinmelidir ki, bu saldırıya yapanların ne Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle, ne de demokratik hak ve özgürlük mücadelesiyle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur, olamaz. Bu tür davranışlar sadece ve sadece döner sahibini vurur.

Tüm devrimci, ilerici güçleri bu saldırıyı kınamaya ve hesap sormaya çağırıyoruz. Yine ilgili Kürt siyasi öznelerini bu saldırıları durdurmaya, gazetemize yönelik bu alçakça saldırıyla ilgili açıklama yapmaya çağırıyoruz.


Kızıl Bayrak
30 Ağustos 2009

30 Ağustos 2009 Pazar

1 Eylül Miting çağrısı


Barış ve Demokratik Çözüm Platformu, 1 Eyül'de Kadıköy'de gerçekleştirilecek olan mitinge çağrı amacıyla Taksim Tramvay Durağı'nda basın açıklaması gerçekleştirdi. Mitinge çağrı yapan bildiriler dağıttı.

Eylemde, 1 Eylül mitingine çağrı yapan "Şimdi barış zamanı! Dem dema aşitiya ye! Kürt sorununda barışa yürüyoruz / Barış ve Demokratik Çözüm Platformu" şiarlı afişler döviz olarak taşındı.

Platform adına yapılan açıklamada şunlar söylendi: "İnkarda, imhada, savaş ve çözümsüzlükte ısrar etmek; gençlerimizin egemenlerin çıkarları için kurban edilmesidir. Maddi ve manevi kaynakların savaşa aktarılmasıdır. Krizdir, işsizliktir, yoksulluktur.

Yalanlarınızla, boş vaatlerinizle, oyalamalarınızla, tuzaklarınızla halkları kandıramazsınız. Kürt sorununda asgari bir çözüm zemini için atılması gereken acil adımlar bir an önce atılmalıdır."

Taleplerin sıralandığı açıklama "Kürt halkının barış çığlığına, 1 Eylül barış mitinginde güçlü bir ses katalım. Adil, onurlu, demokratik barış. Hemen şimdi" sözleriyle son buldu.

Eylemde, "Savaşa hayır barış hemen şimdi!" ve "Yaşasın halkların kardeşliği!" sloganları atıldı. Açıklamanın ardından İstiklal Caddesi üzerinde toplu bildiri dağıtımı gerçekleştirildi.

Aleviler saldırılara yanıt verdi


Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri, zorunlu din dersinin kaldırılması ve yargı kararlarının uygulanması için Taksim’de gerçekleştirdiği eylemlerine 30 Ağustos Pazar günü de devam etti.

Eylemde ayrıca, Star Tv'de yayınlanan programda Alevilere yöneltilen hakaretler de protesto edildi.

Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen Aleviler, “Darbeciler yargılansın Zorunlu din dersi yasaklansın / PSAKD İstanbul Şubeleri” pankartı ve “Yargı kararları uygulansın”, “Çağdaş, demokratik, bilimsel eğitim”, “Asimilasyon politikaları son bulsun”, “Zorunlu din dersi kaldırılsın”, “Devlet elini inancımdan çek”, “Diyanete değil, eğitime bütçe” ve "Kızıllbaşız, Aleviyiz güçlüyüz" dövizlerini açtılar.
PSAKD İstanbul Şubeleri adına açıklamayı PSAKD Genel Merkez yöneticisi Feti Bölükgiray okudu.

Bölükgiray, zorunlu din dersi uygulamasının sadece Alevilerin değil, Türkiye'nin sorunu olduğunu belirterek, hukuki kazanımlarına sahip çıkacaklarını ifade etti.
AKP'nin Alevi açılımın "patinaj" yaptığını belirten Bölükgiray, çalıştaylar adı altında gerçekleştirilen çalışmaların göz boyamaktan öteye geçemediğini, Alevi örgütlerinin üzerinde anlaşmış olduğu konularda tek bir adım atmadıklarını vurguladı.

Bölükgiray, başta zorunlu din dersinin kaldırılması olmak üzere, Alevi toplumunun sorunlarını çözülmesi için hükümetin gerekli adımları atmasını istedi.
Basın açıklamasının ardından Bölükgiray, Star Tv'de Alevilere dönük hakaretlere karşı bir açıklama daha gerçekleştirdi. Alevilere yönelik hakaretlere ve suçlamalara son verilmesini istedi.

Ardından İlyas Salman, Eğitim-Sen 3 Nolu Şube Başkanı Nebat Bukrek, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri Tevfik Taş ve ABF Yönetim Kurulu üyesi Hatice Kös birer konuşma yaparak, zorunlu din dersinin kaldırılmasını talep ettiler.
Oturma eylemiyle devam eden açıklamaya 1 Eylül mitingine çağrı yapmak amacıyla Taksim Tramvay Durağı'nda toplanan Barış ve Demokratik Çözüm Platformu bileşenleri de destek verdi.

Eylemde, “Zorunlu din dersi kaldırılsın!”, “Çağdaş, bilimsel, demokratik eğitim!”, “Diyanet elini inancımdan çek!”, “Diyanete değil, eğitime bütçe!”, "Faşizme karşı omuz omuza!", "İlerici, çağdaş kızılbaşız!", "Yaşasın halkların kardeşliği!", "Pir Sultan pirimiz, kızılbaşlık yolumuz!" sloganları atıldı.

KESK’li kamu emekçileri sonbaharda greve çağırdı...

KESK’e bağlı sendikaların üyeleri hükümetin toplu görüşme sürecinde kamu emekçilerine teklif ettiği sefalet zammını 29 Ağustos günü gerçekleştirdiği yaygın eylemlerle protesto etti.

Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Kayseri, Bursa ve Manisa’da gerçekleştirilen basın açıklamaları ve oturma eylemlerinde sonbaharda örgütlenecek greve katılım çağrısı yapıldı.
İzmir:

Saat 13.00’te Sümerbank önünde toplanan KESK’liler “TİS yoksa grev var / KESK İzmir Şubeler Platformu” pankartını açarak Konak İzsu önüne yürüdüler. Burada saat 14.00’e kadar oturma eylemi gerçekleştirdiler. KESK İzmir Şubeler Platformu dönem yürütmesi adına basın açıklamasını okuyan Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Başkanı Ali Kılıç, KESK’in toplu görüşmelerde konu mankeni olmadığını göstermek için alanlarda olduğunu söyledi. Eyleme BDSP de destek verdi.
Ankara:

KESK’li kamu emekçileri Ankara’da Mithatpaşa Köprüsü’nde toplanarak Yüksel Caddesi’ne yürüyüş gerçekleştirdi. “Sadaka değil, toplu sözleşme!”, “Genel grev, genel direniş!”, “Direne direne kazanacağız!” sloganlarını atan kamu emekçileri Yüksel Caddesi’nde basın açıklaması yaptı. Eylemde hükümetin kamu eamekçilerine reva gördüğü sefalet zammı protesto edildi.

Eylemde konuşan KESK Genel Başkanı Sami Evren, KESK’in sonbaharda meşru direnme hakkını kullanarak grev yapacağını duyurdu.
Diyarbakır:

Eylem boyunca “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “KESK’li tutsaklar serbest bırakılsın!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız!”, “Devlet güdümlü sendika olmayacağız!” sloganları atıldı. Eyleme 100 kişi katıldı.

KESK’e bağlı sendikaların üyeleri Diyarbakır’da Ofis AZC Plaza önünde toplanarak basın açıklaması gerçekleştirdi. KESK dönem sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, sonbaharda KESK tarafından örgütlenecek olan greve katılım çağrısı yapıldı. Açıklamanın ardından oturma eylemine geçildi.
Manisa:

KESK Manisa Şubeler Platformu Manolya Meydanı’nda gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla sefalet zammını protesto etti. Basın açıklamasını okuyan KESK Manisa Şubeler Platformu dönem sözcüsü Fatih Yoğurtçuoğlu, KESK’in meşru direnme hakkını kullanacağını ifade etti. Eylemde “Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız!”, “Devlet güdümlü sendikaya hayır!” sloganları atıldı. Eyleme Manisa İşçi Birliği Derneği de destek verdi.
Bursa:

Bursa’da Osmangazi Metro İstasyonu önünde yapılan eylemde KESK adına açıklamayı BES Bursa Şube Başkanı Süleyman Yıldız gerçekleştirdi. Açıklamada toplu görüşmelerin bir fiyasko olduğu ve teklif edilen zammın kamu emekçileriyle dalga geçmek anlamına geldiği belirtildi.

2 milyon kamu emekçisine seslenilen açıklamada KESK’in sonbaharda örgütleme kararı aldığı “grev”e katılma çağrısı yapıldı. Mücadele kararlılığı ifade edildi.

“Devlet güdümlü sendikaya hayır!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Toplu görüşme değil toplu sözleşme!” sloganlarının atıldığı açıklama 15 dakikalık oturma eylemi yapıldı.
Kayseri:

Kamu emekçileri Kayseri’de de basın açıklaması gerçekleştirdi. KESK Kayseri Şubeler Platformu tarafından gerçekleştirilen açıklamayı Eğitim-Sen Şube Sekreteri okudu. Açıklamada sendikaların bir hak arama ve sınıf örgütü oldukları hatırlatıldı. Daha fazla mücadele etmenin gerekliliğine işaret edildi.

Eylem boyunca “TİS yoksa, grev var!”, “İnsanca yaşamak istiyoruz!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Türkiye'nin cezaevi gerçeği


Türkiye'de sürekli hak ihlalleri, sağlık sorunları ve ölümlerle gündeme gelen cezaevlerinde sorunlar bir türlü çözülmüyor. Cezaevlerinde yaşanan sorunlar saymakla bitmediği gibi, askeri darbenin ölüm, işkence ve tutuklamalarla yaşandığı 1980 döneminde 80 bin kişinin tutuklu bulunduğu cezaevlerinde bugün bu sayı 110 bini aşarak rekor düzeye ulaştı.

Dünya genelinde 'ıslah etmek, topluma kazandırmak' kavramlarıyla anılan cezaevleri Türkiye'de daha çok 'cezalandırma' mantığıyla inşa edildi. Adli tutuklular için bu anlamı taşıyan cezaevleri özellikle siyasi tutuklu ve hükümlüler yani muhalifler için aynı zamanda, 'Öç alma, terbiye etme, dize getirme, devletin gücünü kanıtlama' aracı olarak kullanıldı. Bu yüzden özellikle, askeri darbelerin yaşandığı yani topluma yeniden biçim verilmeye çalışıldığı dönemlerde, cezaevleri ölüm, işkence ve hak ihlalleriyle gündeme geldi. 1980 askeri darbesi de bu amaçla cezaevlerinde etkili bir silah olarak kullandı. Ancak bu dönemde cezaevlerindeki doluluk oranı Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak 80 bin kişiye ulaştı.

97 bin kapasiteli cezaevlerinde 111 bin tutuklu ve hükümlü bulunuyor

Türkiye tarihinin en fazla tutuklu bulunduğu 1980 tarihinde bile tutuklu ve hükümlü oranı 80 bin iken, bu rakam son bir kaç yılda rekor düzeydeki artışlarla aşıldı. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 97 bin kapasitesi bulunan 346 kapalı ceza infaz kurumu, 28 müstakil açık ceza infaz kurumu, 3 çocuk eğitim evi, 3 kadın kapalı, 1 kadın açık, 3 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 384 ceza infaz kurumunda 2009 yılı Temmuz ayına kadar 111 bin 865 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu yüzden cezaevlerinde 14 bin 865 kişi yer sorunu yaşıyor. Cezaevlerinde hesaplanan bu doluluk oranları 2006 yılında 70 bin 477, 2007'de 90 bin 837, 2008'de ise 103 bin 235 olarak hesaplanmıştı. Yine verilere göre tutuklu ve hükümlülerden 104 bin 972'si erkek, 4 bin 288 kadın ve 2 bin 859'u çocuk tutuklu ve hükümlülerden oluşuyor. İstatistiklere göre 111 bini aşkın tutuklu ve hükümlüden 101 bin 188 adli tutuklu ve hükümlülerden oluşurken 5 bin 723 siyasi tutuklu ve hükümlülerden 4 bin 954 tutuklu ve hükümle de çıkar amaçlı örgütlü suçlardan dolayı tutuklu bulunuyor. Cezaevlerindeki doluluk oranının her geçen gün artması uzmanları endişelendirirken, bazı uzmanlar, sosyal patlama uyarısında bulunuyor.

Devlet kanun değiştirerek binlerce çocuğu tutukladı

Yine cezaevlerinde tutuklu bulunan çocukların durumu ise dikkat çeken bir başka konuyu oluşturuyor. 'Terörle Mücadele Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle yüzlerce çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılandı, tutuklandı. Bu yasa ile birlikte gözaltına alınan ve tutuklanan yüzlerce çocuk, travmalar geçirdi, psikolojik sorunlar yaşadı. Toplumsal olaylarda 'polislere taş atmak' gerekçesiyle yaşlarının iki katı kadar ceza alan ve 'örgüt üyeliği'nden yargılanan çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanması gerekirken, eski adı DGM olan Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanmaları tepkiye neden olmuştu. Tutuklanan çoğu çocuk ise cezaevleri koşullarını protesto etmek amacıyla açlık grevine bile girmişti. Çocuklar için Adalet Çağrıcıları Grubu da, Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Grubu da, tutuklu çocukların durumlarına dikkat çekmek için Haziran 2009'da bir rapor hazırladı. Raporda, cezaevlerinde 2 bin 814 çocuk mahkumun bulunduğu ve bu çocuk mahkumlar arasında 2 bin 3'ünü erkek, 66'sını ise kız çocukları oluşturdu. Raporun devamında, 2006 yılından itibaren 'Terörle Mücadele Kanunu' kapsamında bin 56 çocuğun Ağır Ceza ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'nde sanık olarak yargılanması oldu. Yargılanan bu çocuklardan 208'i bu mahkemelerde hüküm giymesi ise dikkat çekiyor. 3713 sayılı 'Terörle Mücadele Yasası' çerçevesinde toplam 12-18 yaş arası bin 56 çocuk ceza mahkemelerinde ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde sanık olarak yargılandı. Yargılanan çocuklardan 208'i hüküm giyerken, TCK'nın 301. çerçevesinde 16 çocuk Ceza mahkemelerinde ve özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde sanık olarak yargılandı. Özellikle Akdeniz Bölgesi'nde 2008'in başından beri 193 çocuk mahkemelere sevk edildi.

2008 yılında 3 bin 519 hak ihlali yaşandı

Cezaevlerinde hak ihlalleri gün geçtikçe artarken, Adalet Bakanlığı ise hak ihlalleri karşısında sessizliğini kimi zaman korurken, kimi zamanda görmezlikten geldi. Yaşanan hak ihlalleri karşısında İnsan hakları örgütleri ise cezaevlerindeki hak ihlallerini raporlaştırdı. İHD'nin 2008 yılındaki raporuna göre, Türkiye'deki cezaevlerinde 39 kişinin yaşamını yitirdiği, değişik kategorilerde toplam 3 bin 519 ihlal başvurusunun yapıldığını kaydetmişti. Raporda, 333 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldı ve 462 kişinin ise sağlık hakkı ihlaline, 64 kişi beslenme, ısınma ve fiziki hak ihlaline, bin 602 kişi disiplin soruşturmalarına maruz kaldığını duyurdu. Kürtçe konuşma ve haberleşme önündeki engellerden dolayı ise 323 kişinin hak ihlaline uğradığı bildirilen raporda, sevk uygulamaları konusunda 95 kişi ve kitap, mektup gibi yasaklamalardan dolayı da 363 kişinin hak ihlaline maruz kaldığı tespit edildi. Raporda ayrıca, Adalet Bakanlığı tarafından yürürlüğe konulan 45/1 numaralı genelge ve uygulamaları nedeniyle 70 kişi ve diğer ihlallerden dolayı da 168 kişi hak ihlaline uğradı.

Hak ihlali yüksek olan belli başlı cezaevleri

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve şikayetler her geçen gün artarken, Türkiye'de bulanan 346 cezaevi arasında en fazla sorunların yaşandığı cezaevleri arasında Ankara Sincan Kadın Cezaevi, Sincan 1 ve 2 No'lu F tipi, Bolu F tipi, Kırıkkale F tipi, Tekirdağ 1 ve 2 No'lu F tipi, Kandıra F tipi, Gebze M tipi, Adana Kürkçüler F tipi Cezaevi, İzmir Kırıklar 1 ve 2 No'lu F Tipi cezaevi, Buca Cezaevi, Bergama M Tipi, Aydın E Tipi, Adıyaman E Tipi, Batman M Tipi, Bitlis E tipi, Diyarbakır E ve D Tipi, Erzurum H Tipi, Antep H Tipi, Malatya E Tipi, Hakkari Kapalı Cezaevi, Urfa E Tipi, Siirt E Tipi, Van F Tipi yer aldı. Bu cezaevlerinden yoğun hak ihlalleri başvuruları alan insan hakları örgütleri de, bu cezaevlerini daha önce çok sayıda raporlaştırmıştı.

Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele

Türkiye Cezaevlerinden işkence ve kötü muamele hiç eksik olmazken, tutuklu ve hükümlüler için cezaevleri adeta bir işkence merkezine dönüştü. Cezaevlerinde yaşanan sorunlar için herhangi bir girişim Adalet Bakanlığı tarafından başlatılmazken, tutuklular içinde bulundukları sorunlar arasında sorunlarına çözüm bekliyor. Tutuklular sorunlarının çözülmesini beklerken, her gün değişik cezaevlerinde hak ihlalleri gelmeye devam ediyor. Tutukluların yaşadığı sorunların başında, başka cezaevine sevk edilirken, kaba dayak, taciz, sözlü hakaret, aşağılanma, onur kırıcı uygulamalara maruz kalıyor. Aileler ve avukatlar tutukluların görüşlerine giderken, tutukluların vücutlarında gözle görülen darbelerin olduğunu ve hastane ve mahkemeye gidip gelişlerde kaba dayak, tekme, tokat, kelepçe sıkma, sözlü sataşma gibi ihlaller ile karşılaşıyor. Yaşanan ihlaller bunlarla sınırlı kalmazken, insan haklarına yapılan başvurularda şu hak ihlalleri ön plana çıkıyor: 'Cezaevine konulduğu gibi işkence gördüğünü ve tecrit uygulandığını, tutuklanıp cezaevine konuldukları zaman 'Hoş geldin' adı altında dayakla karşılandığı, Cezaevi koridorlarından özelikle adli mahpuslara yapılan işkence sonucu atılan çığlıkların ziyaretçiler tarafından da duyulduğu, Cezaevine tutuklanarak gelen mahpusun ilk girişinde üst aramasında çırılçıplak soyulduğu, soyunmadığı takdirde şiddet ve tehdit uygulandığı ve zorla soyulduğu, Mahkeme ve hastane sevkinde çift kelepçe takıldığı, Hastane sevkinde doktor yanında kelepçe çıkarılmaması ve tedavi yaptırmadan geri cezaevine getiriliyor.'

Cezaevinde 'Kürtçe' yasak..

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri kaba dayağın ötesinde beslenme, ısınma ve fiziki koşullardan doğan ihlallerden kaynaklı ciddi mağduriyetler yaşanıyor. Tutuklulara verilen yemeklerin hijyenik olmadığı ve kantinde satılan ürünlerin fiyatlarının yüksel olması tutuklu ve hükümlüleri zor durumda bırakıyor. Cezaevlerinde disiplin cezaları nedeniyle yıllara varan görüş yasakları, mektup, faks, telefon gibi iletişim cezaları veriliyor. Aileleri ile telefonda Kürtçe konuştuklarında görüşmeleri kesilen tutuklu ve hükümlülerin, yaşanan sorunlara tepki gösterenlere de disiplin cezaları eksik kalmıyor. Kürtçe konuşma ve haberleşme önündeki engeller sürerken, Ceza İnfaz Tüzüğü 6 Nisan 2006 tarihinde yürürlüğe girerek, tüzükle birlikte, telefonda anadilleri olan Kürtçe ile konuşan mahpusların Türkçe konuşma zorunluluğu getirilmesi yeni hak ihlallerine neden oldu. Tutukluların Kürtçe yazılan mektupları için ayrıca tercüman parası istendiği ve Kürtçe yazılan not defterleri ve günlüklere de el konuluyor. Özellikle Kürtçe gazete, dergi ve kitaplara el koyan cezaevi yönetimi, Adalet Bakanlığı'nın 45/1 Sayılı Genelgesi'ni de uygulamıyor.

Cezaevlerindeki, işkence, hak ihlalleri ve diğer sorunların yanında 2009 yılı Türkiye'sinin cezaevlerinde yaşanan en büyük sorunların başında sağlık sorunları geliyor. Şimdiye kadar onlarca kişinin yaşadığı sağlık sorunlarından dolayı hayatını kaybettiği cezaevlerinde, bu sorunlar çözülmeyerek insan yaşamını tehdit ediyor. Cezaevlerinde şimdiye kadar 462 hükümlü ve tutuklu değişik ve ciddi hastalıklar yaşadı. Bunlardan 43 tutuklu ve hükümlü ise yaşam savaşı veriyor. Cezaevlerinde ölümü bekleyen hasta tutukluların tedavileri yapılmazken, cezaevlerinde yatalak vaziyette olan ve kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bazı tutuklu ve hükümlülerin ise bakımının yapılması önünde engeller çıkarılıyor. Cezaevlerinde tutuklularda en fazla kronik prostat, sinüzit, bağırsak ve mide rahatsızlığı, göz, migren, kalp sorunu, bel fıtığı, kan kanseri, Hepatit B, anemi, tansiyon, siroz, baş ağrısı, romatizma, alerji, kulak sorunu, çölyak, uykusuzluk, iltihaplanma, psikolojik rahatsızlık, güç kaybı, zayıflama, zatüre, kansızlık, kist... gibi hastalıklar yaygınken, cezaevleri adeta 'hasta kamplarına' dönüşmüş durumda.

'Hastane yolu ızdırap ve taciz yolu'

Yine bu kadar ciddi sağlık sorunlarının yaşandığı ve fiziki koşullarından dolayı sağlam bünyesi olan kişilerin bile hastalık kaptığı bu mekanlarda, sağlık sorunlarına müdahale edebilecek yeterli sayıda doktorlar bulunmuyor. Bu yüzden hasta tutuklu ve hükümlüler sürekli cezaevi ve hastane arasında mekik dokuyor. Ancak hastane yolu çoğu zaman hasta tutuklular için tedaviden çok başka türlü uygulamaları hatırlattığı için, hastaneye gitmek, cezaevlerinde çok fazla tercih edilen bir durum olmuyor. Şimdiye kadar hazırlanan raporlarda, tutuklu ve hükümlülerin kendi beyanları ve ailelerinin verdiği bilgilere göre; hastaneye götürülen tutukluların kelepçesi çıkarılmadan tedavi edilmeye zorlanıyor, özellikle kadın tutuklu ve hükümlüler tacize maruz kalıyor ve jandarma doktorların uyarılana rağmen muayene odalarından çıkmıyor.

Ergenekon tutukluları serbest bırakılıyor, hasta siyasi tutuklular cezaevinde

Bütün bu sorunların yaşandığı cezaevlerinde ölümcül hastalıklara yakalanan birçok tutuklu ve hükümlü tüm girişimlere rağmen tahliye edilmediği için yaşamını yitirdi. Aynı durumda olan birçok tutuklu ve hükümlü de yine girişimlere rağmen tahliye edilmiyor. Ergenekon davasında şimdiye kadar 'sağlık sorunu' gerekçesiyle Emekli Albay Arif Doğan, gazeteci Ayşe Asuman Özdemir, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, emekli Orgeneral Şener Eruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Dr. Erol Manisalı, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran olmak üzere toplam 7 kişi tahliye edildi. Oysa diğer siyasi tutuklu ve hükümlüler Ergenekon davası tutukluları kadar şanslı olmadı. İHD'nin 2008'de hazırladığı raporuna göre, cezaevlerinde 37 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi. 2009 yılından bu yana cezaevlerinde hastalıklardan dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı 15'ü bulurken, bu sayının artmasından endişe ediliyor.

İHD: Hastalar ölüme terk ediliyor

İHD MYK Üyesi Necla Şengül, cezaevlerinde yaşayan tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunlarını gündeme taşıdıklarını ve yaşanan hak ihlallerinin bir an önce çözülmesi gerektiğini belirterek, cezaevlerinden ölüm haberlerinin geleceği uyarısında bulunmalarına rağmen herhangi bir girişimde bulunulmadığını söyledi. Cezaevlerinde bulunan 14 kişi için eylemler düzenlediklerini ve bu kişiler arasından Siirt E Tipi Kapalı Cezaevinde bulunan Ali Çekin'in yaşamını yitirdiğini hatırlatan Şengül, yetkili makamların bu konuda hiçbir girişiminin olmadığını belirtti. 'İnsanlar adeta esir kamplarındaki insanlardan daha ciddi vahşetler yaşanmaktadır' diyen Şengül, şunları belirtti: 'Cezaevleri koşullarında sağlıklı yaşamak çok zor. Çok sayıda hükümlü ve tutuklunun ciddi sağlık sorunların olduğu ve acilen müdahale gerektiğini öğrendik. Cezaevinin zor koşullarında yaşam mücadelesi veren bu hükümlü ve tutsakların biran önce normal hayata dönmeleri için ciddi bir şekilde ilgilenmeleri gerekiyor. Cezaevlerinde yaşanan sorunları Adalet Bakanlığı'na bildireceğiz. Bu sorunların bir an önce çözülmesi gerekir yoksa, cezaevlerinde yeni ölüm haberler almaya devam edeceğiz.'

TİHV ve İHD'nin verilerine göre, 2009 yılının Ocak ayından bugüne kadar cezaevlerinde yaşamını yitirenlerin isimler şöyle:

# Tutulduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde kan kanserine yakalanan Hasan Kert, 15 gün önce sevk edildiği Ankara Numune Hastanesi'nde 18 Şubat 2009'da yaşamını yitirdi.

# Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde 'yasadışı örgüte yardım ve yataklık ettiği' iddiasıyla tutuklanarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderilen ve yaklaşık 2 ay önce mide kanaması geçirdiği için Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılan Beşir Özer 15 gün hastanede tedavi edildi. Tedavisinin ardından Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderilen, böbrek yetmezliği ve hipertansiyon rahatsızlığı bulunan Beşir Özer, 28 Şubat 2009'da yaşamını yitirdi.

# Tekirdağ 2 No'lu Cezaevi'nde kalan ve uzun zamandır hasta olan Mustafa Demir 24 Mayıs 2009'da yaşamını yitirdi.

# PKK davasından aldığı müebbet hapis cezası nedeniyle 14 yıldır Batman M Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan Recep Çelik, 7 Temmuz 2009 da yaşamını yitirdi.

# Kürkçüler (Adana) E Tipi Cezaevi'nde kalan şizofreni hastası Kenan Gülen 10 Temmuz 2009'da intihar etti. Kenan Gülen'in ölümü üzerine bir açıklama yapan İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, Kenan Gülen'in şizofreni hastası olduğuna dair adlî tıp raporunun 2 yıl sonra geldiğine dikkat çekerek 'ortada bir ihmal var' demişti.

# Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalan ve üç yıl önce cilt kanserine yakalanan ve midesindeki rahatsızlık nedeniyle de 30 kez ameliyat geçirmesine karşın tahliye edilmeyip Haziran 2009'da nakledildiği Erzurum Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi Sağlık Araştırma Uygulama Merkez Müdürlüğü Hastanesi'nin 'mahkûm koğuşu'nda tutulan İsmet Ablak, 19 Temmuz 2009'da yaşamını yitirdi.

# Kandıra 1 No'lu F Tipi cezaevinde tutuklu bulunan Kanser hastası Yılmaz Keskin, öleceği kesinleştikten sonra tahliye edildi. Tahliyesinden bir hafta sonra 10 Ağustos 2009 da yaşamını yitirdi.

# Tarsus Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan Eyüp Kaçar kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

# Mersin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 'Örgüt propagandası' iddiasıyla hükümlü bulunan ve sara hastası olduğu belirtilen Mustafa Elelçi, koğuşunda ölü bulundu.

# Diyarbakır'da bir gösteriye katıldığı gerekçesiyle tutuklanın kan kanseri hastası Gurbet Mete, 4 ay kaldığı cezaevinde tüm girişimlerine rağmen tedavi görmeyince hastalığının ilerlemesi sonucu 15 Ocak 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

# Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalp krizi geçiren kapatılan HADEP ve kendini fesheden DEHAP'ın Elazığ İl Başkanı Mehmet Artan, 2 Haziran 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

# Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan şizofren hastası Kenan Gülen'in hastaneye sevk edilirken yaşamını yitirdi.

# Kandıra F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan Yılmaz Keskin, yakalandığı ve ilerleyen akciğer kanseri nedeniyle tahliye edildikten 1 hafta sonra 10 Ağustos 2009 tarihinde yaşamını yitirdi.

# Trabzon'un Sürmeli İlçesi'ndeki cezaevinde kalan Mustafa Hayri (89), 16 Temmuz 2009'da geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

# Ferizli L Tipi Cezaevi'nde (Sakarya) kalan kanser hastası Fehmi Biçer (78), 2 Haziran 2009'da hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi.
Cezaevlerinde ölümü bekleyen 43 kişi...

Yine hayatını kaybedenler, ağır sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve hükümlülerin de kaderlerinin aynı olmaması konusunda toplumda bir duyarlılık oluşturmaya başladı. Ancak yetkililer oluşan bu duyarlılığa kimi zaman tartışmalı olan Adli Tıp raporlarını gerekçe gösterdi, kimi zamanda yetkilerinin buna izin vermediğini ileri sürdü. Ancak bütün bu tartışmalar ve bürokratik engeller arasında durumu ağır olan hasta tutuklu ve hükümlüler sayısı her geçen gün artırıyor. İHD ve THİV gibi yılardır cezaevi sorunlarını takip eden örgütlerin raporlarına göre, cezaevlerinde ölüm sınırında sağlık sorunu yaşayan tutuklu ve hükümlülerin sayısı 43. Serbest bırakılmaları için kampanyalar düzenlenen 43 kişinin listesi şöyle:

# A. Hakim Eşyok: Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi'nde, 1994 yılından beri kafasından aldığı bir darp sonucu 1.8 mm demir parçası ile yaşamakta olduğunu ve bu demir parçasının ameliyat ile alınabilecek durumdayken cezaevi idaresinin Eşiyok'un tedavi edilmesini engellediğini; ilaçlarla yaşamını sürdüren Eşiyok'un, aynı zamanda mide ülserine de yakalandığını belirtti.

# A. Samet Çelik: Kan kanseri hastası olmasına rağmen Sincan 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutulan Çelik, kanser hastası teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmiyor. Çelik, hakkında 4 ay önce Çelik'in muayene edilmesi için Adlî Tıp Kurumu'na sevk edilmesi yönünde karar alınmasına rağmen sevk işleminin 15 Aralık 2008'de gerçekleştirildiği öğrenildi.

# Ağa Sağlık: Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi'nde 'yasadışı örgüt üyeliği' suçlamasıyla yaklaşık 4 yıldır tutuklu bulunan Sağlık, çok fazla kilo kaybına uğradığı için hayatî tehlikesinin bulunmasına rağmen tedavi edilmiyor.

# Behçet Yılmaz: Tekirdağ 1 Nolu F tipi Cezaevi bulunan Yılmaz, ağır astım hastası olduğu ve tekli hücrede tek başına kaldığında gece kriz geldiğinde ilacını bile kullanmayacak kadar etkisiz hale geliyor. Nefes almakta bile zorluk çekiyor.

# Erol Zavar: Ankara Sincan 1 Nolu F tipinde Cezaevi, mesane kanseri olan Zavar, otuza yakın tıbbî müdahale ya da ameliyat geçirdi. Tecrit koşulları hastalığını ölümcül düzeye taşıdığı gibi hastalık ve rahatsızlıklarla da tanışmasına neden oldu. Cezaevinde bulunduğu sırada başlayan migren ve safra kesesi ağrıları, daha önce geçirdiği tüberküloz, gözaltı sırasında gördüğü işkenceler ile dizlerinde oluşan menüsküs bunların en başta gelenleridir. Mart 2007'de safra kesesi alındı. Halen kanama ve ağrılarının devam etmesi nedeniyle tetkikleri yapılmaktadır.

# Ferdan İldan: TCK 314/2 den hükümlü olup yaklaşık 14 yıldır cezaevinde bulunmaktadır.hepatit B hastası olup düzenli kontrol ve özel beslenmeye ihtiyaç duymaktadır.

# Gazi Dağ: Antalya E Tipi Cezaevi bulunan hükümlü, belden aşağısı felçli, iyileşme şansı bulunmuyor.

# Güler Zere: Maraş Elbistan E Tipi Cezaevi'nde kalan Güler Zere'nin ağzında ne olduğu anlaşılamayan yaralar çıkmıştır. Yaralar giderek büyüyüp enfekte olduğu ve Güler Zere'nin yemek yemediği ve nefes almasını bile engeller hale geldiği halde tedavisi yapılmamaktadır. Kanser hastılığı teşhisi konulmasına rağmen tahliye edilmiyor.

# Gülezar Akın: Adıyaman E Tipi Cezaevi, hipofizde tümör var. Üç yıldır tedavi oluyor. Yumurtalıklarda kist, belde fıtık, belde yırtılma ve düzleşme ve mide ülseri var.

# Halil Güneş: Diyarbakır D Tipi Cezaevi, kemik kanseri var. PET-BT osteozşarkom (kemik kanseri) rapor sonucu sol yedinci kostede (kolargo) genişleme ve SCREROTİK değişiklikler gözlenmiştir.

# Halil Yıldız: Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi, 82 yaşında olmasına rağmen yaşlılıktan kaynaklı ve sağlık sorunları olduğunu, arkadaşlarının yardımı olmadan yaşamını sürdüremediğini belirtmiştir.

# Hasan Tahsin Akgün: Tekirdağ F Tipi Cezaevi, ağır tecrit koşullarının yol açtığu psikolojik sorunlar nedeniyle yaşamını kendi başına sürdürebilecek durumda değildir.

# Hasan Alkış: Kırıkkale F Tipi Cezaevi, kalp, tansiyon, ülser, Behçet gibi ağır sağlık sorunları mevcuttur. Adli tıp tarafından verilen 'içeride kalması uygun değildir' içerikli raporu olmasına rağmen tahliyesi gerçekleşmemiştir.

# Hatice Bolat: Gebze M tipi Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası. Konuşma ve yürümede zorlanıyor. Belli aralıklarla gözleri tümüyle görmüyor, kılcal damarlarından kan akıyor, yürümede ve konuşmakta zorlanıyor, vücutta uyuşmalar oluyor.

# İnayet Mete: Kısa bir süre önce kalp ameliyatı geçirmiş, sık sık kriz geçiriyor, ayrıca siroz hastası, sinir tahripleri, damar tıkanıklığı, bel fıtığı ve dönem dönem vücudunun her tarafından derin yaralar açılıyor.

# İsmet Ayaz: Adıyaman E Tipi Kapalı Cezaevi, yaklaşık 10 yıldır 'Çölyak' hastası ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamıyor, bedeni 10 yaşında çocuk gibi.

# İzzet Turan: Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi, ankilozon, mide ülseri, kemik erimesi, böbrek yetmezliği, bel fıtığı var.

# Menduh Kılıç: İzmir Kırıklar 1 No'lu F Tipi Cezaevi, Siroz hastası olmasına rağmen tahliye edilmiyor.

# Mesut Deniz: Ankara Sincan 1 No'lu F tipi Cezaevi, ileri derece şizofren. Yaşamının en temel gereklerini dahi yerine getiremeyecek durumda. Ağırlaştırılmış müebbede mahkûm olan ve tek kişilik hücrede bulunan Deniz, yemek yemiyor, yataktan çıkmıyor, temizliğine dikkat edemiyor.

# Nesimi Kalkan: Mersin Silifke M tipi Cezaevi, yakalandığı 'Çölyak' hastalığı nedeniyle hiçbir ihtiyacını tek başına karşılayamıyor.

# Nizamettin Akar: Muş E Tipi Cezaevi'nde yatmaktayken, ağır sağlık sorunları yaşayan, gırtlak kanseridir. Muş Devlet Hastanesi'nden Van'a oradan da Ankara Numune Hastanesi'ne sevk edilmiş durumdadır. Hastalığı ölümcüldür. Mevcut koşulları cezaevinde kalarak tedavi olmasına imkân verilmemektedir.

# Remzi Aydın: Tekerlekli sandalyeye mahkûm. 9,5 yıldır cezaevinde bulunmakta, Kocaeli 1 No'lu F Tipi Cezaevi'nde yatmaktadır. Tekerlekli sandalye ile hareket edebilen mahkûm için verilen 20 Şubat 2007 tarihli AHİM kararı 'tutukluluk süresi makul süreyi aşmıştır' yönündedir.

# Yusuf Kaplan: Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi, 85 yaşındaki hükümlünün vücudunun yüzde 79'u felçli. Kaplan'ın kalp yetmezliğinden koroner arter hastalığına, görme sorunundan solunum sistemi rahatsızlığına kadar birçok hastalığı bulunduğu, vücudunun yüzde 79'unu kullanamaz olduğuna dair rapor verdi.

# Aynur Epli: Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi, bağırsak kanserine yakalanmasına rağmen tahliye edilmiyor.

# Abdurrahman Yıldırım: Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi, vücudunda şarapnel parçaları bulunuyor.

# Cengiz Kahraman: Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastalığına yakalandı.

# Mustafa Gök: Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastalığına yakalandı.

# M. Ali Çelebi: Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi, Wernicke Korsakoff hastası. Wernice Korsakof-İleri derecede şizofren. Tahliye edilmediği gibi raporda verilmiyor.

# Emrah Alişan: Adana cezaevine bulunan Alişan, belden aşağısı felçli olduğu için ihtiyaçlarını karşılayamıyor.

# Sibel Kurt: Gebze M Tipi Kapalı Cezaevi, kalp hastası olduğu için hayati tehlikesi sürüyor.

# Taylan Çintay: Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi, mesane kanserine yakalanmasına rağmen ne tedavi ediliyor ne de tedavi görüyor.

# Mehmet Yeşiltepe: Tekirdağ F Tipi Kapalı Cezaevi, hidrosefali haslaştığına yakalandı.

# Temino Baysal: Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi, Diyarbakır Devlet Hastanesi'nin raporuna göre yüzde 80 özürlü olmasına rağmen tahliye edilmiyor.

# Kemal Özelmalı: Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevi, Wernicke Korsakoff.

# Latif Badur: Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi, akciğer kanseri. Durumu her gün kötüye gidiyor. 14 yıldır Midyat M Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuluyor.

# Hayati Kaytan: Donmadan kaynaklı sol ayak parmakları kökten, sağ ayak parmakları ilk eklemden kesilmiş durumdadır. Sol topuk ve sağ serçe parmak (kemik alınmış) sürekli yara halde bulunmakta, iyileşmemektedir. Beyninde ur nedeniyle ameliyat edildi.

# Hediye Açık: Gebze M tipindedir. Şarapnel parçaları nedeniyle iki gözünü kaybetmiş. Altı yıl cezaevinde kalmış tedavi edilmemiş 2000 yılında tahliye edilmiş. Üç yıl içinde dört ağır ameliyat geçirmiş. Normal yaşamını sürdürürken yeniden gözaltına alınarak cezaevine konmuş. Halen tutuklu. Böbrek sorunu ve geçirdiği ağır ameliyatlar nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşıyor, beslenemiyor, yaşamını cezaevi koşullarında sürdüremiyor. Merdivenlerden inip çıkarken düşüyor.

# Yaşar İnce: Sincan 1 No'lu F Tipi Cezaevindedir. Hepatit B, kalp rahatsızlığı, (Kalpte mitral yetmezliği var.) bel fıtığı, böbreklerde taş, karaciğerde enfeksiyon yaşamaktadır.

# Kemal Ertürk: Sincan 1 No'lu F tipi Cezaevindedir. Şeker ve hipertansiyon, mide ve bağırsak sorunları nedeniyle halsizlik-ateşlenme, baş ve kas ağrıları, uykusuzluk, gözlerde bulanıklık yaşamakta, ağırlaştırılmış müebbet mahkûmu olduğu için tek kişilik hücrede ve sınırlı havalandırma saati uygulamasına maruz kalarak bu sorunlar daha da ağırlaşmaktadır.

# Aslan Karslı: İleri Korsakof hastası, 5 kez 'tahliye' raporu verilmiş, ancak halen Silifke M tipi Kapalı Cezaevinde tutuluyor.

# Veysi Özer: Diyarbakır D tipi Cezaevi'nde kanser hastası tedavi engeli var kemoterapi yapılmasında engeller var.

# Cengiz Eker: Erzurum H Tipi Cezaevi, 3 kalp damarı tıkalı tedavi edilmiyor.

# Deniz Yıldız: Adana Karataş Cezaevi'nde kanser hastası kemoterapi tedavisi görüyor.

Serkan KURT

Yoksulluk ve din tacirleri


Ramazan ayının gelmesi ile beraber yoksul emekçiler din bezirganlarının propaganda bombardımanına tutularak adeta sersemletilir. Bir ay boyunca her türlü din tacirinin sahne almasıyla sömürü üzerine kurulu bu sistem bir kez daha kutsanır, işçi ve emekçiler her zamanki gibi tevekküle boyun eğmeye çağrılır. Büyük bir ikiyüzlülükle bir yandan “din kardeşliği”nden sözedilirken, bir yandan da köleliğin takdiri ilahi ve kader olduğu, karşı çıkılmasının dinen uygun olmadığı ve her zaman için şükretmek gerektiği vaazları verilir.

Ramazanı tüketim çılgınlığına çeviren din tacirleri, işçi ve emekçiler dinin boğucu etkisi altındayken, bu sefer de zam bombardımanıyla harekete geçerler. Başta gıda ürünleri olmak üzerine temel tüketim maddelerine iğneden ipliğe zam yapılır. Ramazanda sermaye tarafından işçi ve emekçilerin inançları istismar yoluyla kazanç kapısına çevrilmekle kalmaz, bir dizi saldırı da bu vesileyle hayata geçirilir.

Sermaye sınıfı, işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden elde ettikleri zenginlik ve servetin, devasa büyüklükteki mal ve mülkün karşılığında “hayırseverlik” pozlarına bürünerek bu kaynağın üstünü bir nebze de olsa örtmeye çalışır. Sözüm ona iftar çadırı açarak ya da erzak dağıtarak, kendileri tarafından açlık ve sefaletin kuyusuna itilen milyonlarca işçi ve emekçinin Ramazan'da iftarını açıp karnını doyurması için “girişimler” başlatılır. Yaratılan zenginliklere kendileri el koymamış, onca emeği gaspetmemiş gibi bir de utanmadan ortaya çıkıp dinin vecibeleri üzerine ahkam keserek “sevap yarışına” girerler. Bütün bu girişimler göz boyamadan ibaret olsa da, dinin vaazettiği şükürcülüğü tamamlayan, servet sahiplerine karşı minnet duygularını pekiştiren önemli bir rol oynamaktadır. Kısacası gaspedilen emeğinin unutturulması ya da “helal” edilmesine dönük çabalardır.

Dinci gericiliğin sözcüsü olan AKP dönemiyle beraber bu görüntüler, gelişip serpilme olanağı bulan yeşil sermaye tarafından daha çok öne çıkartılıyor. Ramazanlarda özellikle büyük kentlere olabildiğince yaygın biçimde iftar çadırları kurmak, sadaka dağıtmak bu kesim tarafından gelenek haline getirildi. İftar çadırları sadece yemek yenilen yerler değil bütün ay boyunca dinci sermayenin propaganda-ajitasyon çalışmalarına konu edilen mekanlar oluyor. Şaşaalı görüntülerin öne çıkarıldığı çadırlarda, bedava dağıtılan erzaklarda oluşan kuyruklar, yaşanan izdihamlar, kavgalar, yaralanmalar, vb. rezaletlerin gündeme gelerek tartışılması üzerine daha dikkatli davranmaya çalışıyorlar.

Bu yıl Ramazan başka manzalara da sahne olmaktadır. Krizin yaklaşık bir yıldır etkilediği işçi ve emekçiler yoğun biçimde hak gasplarına maruz kalarak daha da yoksullaştı. Açlık kitleselleşerek, bu çağda ve bu bollukta ciddi boyutlar kazandı. İşsizlik ve sefalet at başı giderek intihar ve aile facilarına yol açıyor. İşte böyle bir dönemde sermaye devleti tarafından dikkat çekici tutumlar görülmektedir. Bu Ramazanda beş yıldızlı lüks otellerin zengin menüleri, bu menülerin asgari ücretin yaklaşık yarısı oranındanki tutarı, buralara akın edenlerin haberleri fazla yapılmamaya çalışılmakta, daha doğrusu yoksulluğun katmerleştiği bir sırada bu görüntülerin yansımamasına özel olarak önem verilmektedir. Görünen o ki sermaye sahipleri milyonlarca aç insanın öfkesine maruz kalmamak için dikkat etmektedir.

Açlık ve sefaletin uçurumuna yuvarlanan işçi ve emekçiler elbet bir gün sömürü düzeninden hesap sormasını da bilecektir. O zaman imdatlarına din tacirleri de yetişemeyecektir.

12 Eylül miting afişleri yasaklandı



12 Eylül’ü protesto mitinglerini duyuru amaçlı hazırlanan afiş Ankara Valiliği tarafından, ‘devlet büyüklerine hakaret edildiği’ gerekçesiyle yasaklandı.

Afişleri düzenleyen sivil toplum örgütleri de yasaklı afiş kısmen sansür uygulayarak, yeniden Ankara Valiliği’ne başvuru yapacak.

Ankara Emek ve Demokrasi güçlerince 12 Eylül Askeri Darbesi’nin 29’uncu yılını protesto etkinlikleri çerçevesinde yapılacak miting için hazırlanan afişler Ankara Valiliğince yasaklandı. Valilik, afişte fotoğrafları kullanılan devlet adamlarına faşist, darbeci, gerici ve şovenist gibi ifadelerle hakaret edildiği gerekçesiyle, halkı kışkırtmaya, toplumda hükümete ve kamu görevlilerine karşı kin ve nefret duyguları oluşturarak güvensizlik ortamı yaratmaya ve tahriklere sebep olacağını değerlendirerek, afişlerin asılmasını 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu gereğince yasakladı.

12 Eylül protesto etkinliklerini hazırlayan emek ve demokrasi güçleri temsilcileri de Mülkiyeliler Birliği’nde bir araya gelerek, konuyla ilgili basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını temsilciler adına Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Ruşen Sümbüloğlu yaptı.

Afişlerinin sadece darbelerin karanlık tarihine tanıklık etme temelinde tasarlandığını belirten Sümbüloğlu, “Hiçbir şiddet unsuru iç ermeyen afişimiz demokratik bir hakkın kullanılması isteğiyle, 12 Eylül darbesinin bugüne uzanan sürecini güncelleştirmeyi amaçlıyordu” dedi.

“Ankara Valiliği topluma tarihinin gördüğü en büyük karanlığı, en acımasız şiddeti ve terörü yaşatanları, her nasılsa unutmuş gözüküyor” diyen Sümbüloğlu, “Faşizmi ve zulmü teşhir etme ve hesabını sorma çabamızı ise şiddet, tahrik, kine sevk gibi kavramlarla niteleyerek, gerçeğin özünü karartma çabası içindedir” diye konuştu.

Valinin bu tutumunun tesadüf olmadığını, kendinden bekleneni yaptığını ifade eden Sümbüloğlu, “Bu vesileyle ‘demokratik açılım’ turlarıyla olduğundan başka bir görüntünün peqşine düşen Akp’yi de bu yasakçı yaklaşım bir kez daha ele vermiştir. Bu yasak sahte darbe karşıtlığı maskesini de düşürtmüştür” diye kaydetti.

Demokratik haklarını son kerteye kadar kullanacaklarını da belirten Sümbüloğlu, yasağın kaldırılması için Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) gözetiminde ve denetiminde tertip komitesi olarak 31 Ağustos tarihinde idari mahkemeye başvuracaklarını söyledi. Söz konusu afişte darbeci general Kenan Evren’in fotoğrafı ile yap-boz parçalarına yerleştirilmiş BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Mehmet Ağar, Veli Küçük ve Turgut Özal’ın fotoğrafları ile “12 Eylül darbesinin 29. yıldönümünde emperyalizmi, faşizmi, darbeleri, gericiliği, şovenizmi lanetleme mitingi” ifadeleri yer almıştı.

Yasaklı afişin bir kısmını sansürleyen tertip komitesi yeni afişle yeniden Ankara Valiliği’ne başvuruda bulunacak.

Ölüm fermanını vermeyin!


AKP Hükümeti döneminde cezaevlerinde şimdiye kadar mahkum koğuşlarına terk edilen 308 hasta tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti. Dün aydın, yazar, sanatçı ve kitle örgütleri, Güler Zere’nin 309. kişi olmaması için Adli Tıp Kurumu önünde Zere’nin yaşam hakkına sahip çıktı.
Zere’nin serbest bırakılmasını isteyen onlarca kişi, Adli Tıp Kurumu’nun önünde kurumun Zere ile ilgili vereceği kararı bekledi. Kanser hastası hükümlü Güler Zere’nin durumuna ilişkin yapılan itiraz dün Adli Tıp Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlandı. Zere’nin durumuna ilişkin Adli Tıp Kurumu raporun değerlendirilmesi dosyada eksik evrak olduğu gerekçesiyle ertelendi. Böylelikle hastalığının son aşamasında olan Zere’nin serbest bırakılması da ertelenmiş oldu. Kurumun başkanı avukatlara , eksik evraklar tamamlanmasının ardından kurulun raporu tekrar değerlendireceğini söyledi.
Toplantının yapıldığı sırada ise Adli Tıp Kurumu önünde bir araya gelen Güler Zere’ye Özgürlük Platformu adalet istedi. Platform üyeleri, 14 yıldır kaldığı cezaevinde kansere yakalanan Zere’nin tedavisinin yapılabilmesi için serbest bırakılmasını talep etti.
DUVARLARA ZERE’NİN POSTERLERİ ASILDI
Kurum önünde 18’inci gününe giren çadır eylemcileriyle birlikte Zere’nin serbest bırakılmasını isteyen platform üyelerine Zere’nin babası Haydar Zere de destek verdi.
Platformun üyeleri, toplantının başlayacağı söylenen 08.30’da Adli Tıp önündeki eylemlerine başladı. Adli Tıp Kurumu duvarlarına ve çevredeki binalara Zere’nin posterleri asılırken, Adli Tıp’ın giriş kapısının karşısına ise ‘Güler Zere’yi öldürtmeyeceğiz’ yazıldı. Platform üyeleri eylem yaparken, Çevik Kuvvet ekipleri de Adli Tıp’ı abluka altına aldı.
Zere hakkında karar verecek Adli Tıp Genel Kurulu, beklenenin aksine bir saat geç başladı. Kurul, içeride Zere’nin hayatı ile ilgili karar verirken, Adli Tıp önünde adalet isteyenler de seslerini duyurmaya çalıştı. Platform üyeleri, öğle saatlerinde basın açıklaması yaptılar.
SINAVIN EŞİĞİNDE
Açıklamaya katılan ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, Adli Tıp’ın bir sınavın eşiğinde olduğunu söyledi. Verdiği kararlarla büyük tartışmalar yaratan Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu’nun kararlarının iptal edilerek, Zere’nin serbest bırakması istendi. Bir süre önce yayınladıkları bildiri ile Güler Zere’nin serbest bırakılmasını isteyen aydın ve sanatçılar da Adli Tıp Kurumu’nun önündeki eyleme destek verdi. Açıklamada konuşan tiyatro sanatçısı Orhan Aydın, “Eğer hukuk, adalet, yargı bağımsız ise ve insanlık içinse, içeriden bizim beklediğimiz karar çıkar” dedi.
TEKGIDA-İŞ Sendikası Genel Yönetim Kurulu, cezaevlerinde tutulanların sağlığının devlet sorumluluğu altında olduğunu belirterek, ölümcül hastalığı olanların serbest bırakılmasını istedi. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, yaptığı açıklamada “Zere için söylenenleri dinleyin ve gereğini yapın” dedi.

KRİTERİNİZ NE?
VERDİĞİ soru önergesiyle Ergenekon tutuklularının hastane sevk ve raporları hakkında bilgi talep eden DTP’li Vekil Sevahir Bayındır, Güler Zere ve Erol Zavar’ı da hatırlatarak özel muamelenin toplum vicdanını zedelediğini söyledi.
Bayındır, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e, Ergenekon davası kapsamında tutuklu sanıklardan bazılarının tedavi gerekçesiyle özel imkanlara sahip olup olmadıklarını sordu. “Tutuklu ve hükümlülerin tedavi sürecinde açık bir ayrımcılık yapıldığı açıktır” diyen Bayındır’a göre bu durum, toplumsal vicdanı ve adalet duygusunu ağır derecede zedeliyor.
(HABER MERKEZİ)

Yine aynı belediye yine işçilere saldırı

Esenyurt Belediyesi’nde Belediye-İş’e üye olan işçiler önce işlerinden edildi, daha sonra da belediye yetkililerinin saldırısına maruz kaldılar.
18 Ağustos’ta işten atılan işçiler, belediye önünde açtıkları ‘Esenyurt Belediyesi’nde sendikal baskılara boyun eğmeyen işçiler işten atıldı’ yazan pankartın önünde 10 gündür direnişlerini sürdürüyor. 3 işçinin atılmasıyla başlayan süreç, sendikadan istifa etmek istemeyen iki işçinin daha işten atılmasıyla sürüyor. İşçiler daha önce tadilat gerekçesiyle belediye önünden uzaklaştırılmıştı. Dün de işçilerin pankartı, belediye başkan yardımcısı ve zabıta ekiplerince yırtıldı.
İŞÇİLERLE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA...
Direnişlerini sürdüren işçilerin bekleyişlerini tadilat gerekçesiyle engelleyen Başkan Yardımcısı Emin Batmazoğlu, ardından işçileri makamında görüşmeye çağırmıştı. Görüşmede işçilere sendikadan istifa etmeleri durumunda işe alınacaklarını söyleyen Batmazoğlu, dün de işçilerin pankartlarına saldırarak yırttı.
Görüşmenin ardından belediyenin karşısında bulunan Esenyurt Belediyesi Kültür Merkezi önünde direnişlerini sürdürmeye karar veren işçiler, sabah 09.30’da saldırıya uğradılar. Zabıtalar ve özel güvenlik birimleriyle birlikte işçilerin yanına gelen Batmazoğlu, işçilere kanunsuz bir davranış içinde olduklarını söyledi. İşçilerin “Kanunsuz ise davranışımız, bırakın yetkili kurumlar gereğini yapsın. Biz işimizi istiyoruz ve alana kadar da direnişimizi sürdüreceğiz” yanıtı vermesi üzerine, Batmazoğlu ve beraberindekiler işçilere saldırdı.
‘BÖYLE TAHAMMÜLSÜZLÜK OLMAZ’
Yaşanan olayla ilgili görüşlerini aldığımız Belediye-İş 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm, olayla ilgili şunları aktardı: “Özellikle benim orada bulunmama tepkili davranan Batmazoğlu, sık sık işçi arkadaşları ‘Bu ortalığı karıştırıyor’ diyerek kışkırtmaya çalıştı. Benimle görüşmeyeceklerini, orada olmamam gerektiğini söyleyen Batmazoğlu, bu tartışmaların yaşandığı anda pankartımıza bizzat saldırarak yanındaki adamlarıyla pankartımızı yırttı. Böyle bir tahammülsüzlük ve saldırganlık karşısında şaşkınız. Ama aynı zamanda haklarımızı alana kadar mücadele etmeye de kararlıyız. Ne yaparlarsa yapsınlar, arkadaşlarımız işe girecek ve sözleşmemiz imzalanacak. Biz buradayız, direnişimizi sürdüreceğiz ve tüm kamuoyunu desteğe çağırıyoruz.”
‘İŞİMİZİ İSTİYORUZ’
İşçiler de itilerek tartaklandıkları olayla ilgili olarak, işe alınana kadar mücadelelerini sürdüreceklerini söylediler.
“Ben dedim ki benim aile düzenim bozuldu” diye konuşan ilk işten atılan işçilerden Alişan Abalay, sendikaya üye oldukları için işten atıldıklarını belirtti. “Bizim en ufak suçumuz olsa burada duran namerttir” diyen Abalay, “Biz sadece işimizi istiyoruz. Bu yanlış kararlarından dönsünler” diye konuştu.
Bir diğer işçi Hasan Mandal da tek amaçlarının yasal haklarını kullanmak olduğunu belirterek, haklarını alana kadar direneceklerini ifade etti. Belediye İş Sendikası tarafından yapılan açıklamada işçilerin yarın 12.00’da Köyiçi meydanında toplanarak belediyeye yürüyeceği bildirildi. Sendika, tüm emek örgütlerini yürüyüşe destek vermeye çağırdı.
Geçtiğimiz yıl da gazetemizin muhabirlerinden Savaş Gülelçin, Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu tarafından darp edilmişti.

28 Ağustos 2009 Cuma

Halk 6 Çorbaya Taliim


Başbakan Tayyip Erdoğan, her iftarda yoksul sofralarına konuk oluyor. Başbakan, buralardan imaj dağıtadursun, yoksul yine yoksul. Ramazanda halkın boğazında çorba ve makarnadan başka bir şey girmiyor. Halk, haftanın altı günü çorbaya talim.

Kızılırmak, Konfeksiyoncular adlı türküsünde, “Evimize kondu derler/ Aşımız bir tabak bulgur” diye anlatır yoksulluğu ve açlığı. Emekçi halkın hali tam da anlatıldığı gibi. Başbakan Erdoğan, iftar da yoksul kondulardan imaj dağıtıp, sigarayı bıraktıradursun, emekçi halkın boğazından çorbadan başka bir şey geçmiyor. Öyle ki; emekçi halk, haftanın 6 günü çorbaya talim. Rakamlar çarpıcı. Çünkü, çorba, makarna ve pirinç tüketiminin yüzde 27 arttı.

Liste bununla sınırlı değil. Süt ve süt ürünlerinde artış söz konusu. Süt ve süt ürünlerinde Ramazan ayında hemen önce tüketim yüzde 8 iken, bu oran yüzde 10 daha arttı. Yıldız Holding Gıda ve İçecek Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü, çorba tüketiminin ramazan döneminde yaklaşık 2 katına çıktığını söylüyor. Tütüncü, “Araştırmalar tüketicilerin ortalama haftanın 6 günü çorba içtiklerini gösteriyor” diyor. Tütüncü, araştırmadan vazife çıkarmış, 'krizi fırsata çevirme' derdinde. Tütüncü, hazır çorba çeşitlerinin 12'den 26'ye çıkardıklarını anlatıyor.

Ramazan'da etiketler değişti

Ramazan ayı ile birlikte reyonlarda etiket fiyatları değişti.

Ramazan sofralarının vazgeçilmezi olan yufkada tam bir keşmekeş yaşanıyor. Yufka zam rekortmeni. Yufkaya yüzde 44 zam geldi, kilosu 3,5 liraya çıktı. Ramazan ayından 15 gün önce kilosu 18 lira olan dana etinin kilosu, Ramazan'da yüzde 10 zamlandı, 20 liraya çıktı. Dana kıymanın fiyatı ise yine yüzde 10 zamla 15 liradan 17 liraya yükseldi.

Etiketi değişenler arasında yüzde 10'luk bir artışla yumurta bulunuyor. Ramazan'da ağzımızın tadı da kaçtı. Şeker, yüzde 5 zamlandı. Şekere gelen zam, bayram şekerini de gelecek zammın habercisi. Zamlanan diğer ürünler ise kırmızı et, hurma, peynir, zeytin ve reçel oldu.

Kürtçe ders veren kız çocuğuna soruşturma


iyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, evlerinin bir odasını Sur Belediyesi'nin desteğiyle sınıfa çevirerek 1 yıl boyunca 10 çocuğa Kürtçe ders verdiği öne sürülen 10 yaşındaki M.Ö. ile ilgili soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında Sur Belediye Başkanı DTP'li Abdullah Demirbaş'ın ifadesi alınırken, M.Ö.'nün ailesi de savcılığa çağrıldı.Merkez Sur ilçesi belediyesinin 'Her geceye bir masal ve her evi bir eğitim yerine dönüştürme projesi' kapsamında, evinin bir odasını sınıfa çevirerek 1 yıl boyunca 10 küçük çocuğa Kürtçe ders verip daha sonra çocuklara karne dağıttığı belirtilen 10 yaşındaki M.Ö. hakkında soruşturma başlatıldı.Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Sadi Gegin, soruşturma kapsamında Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın ifadesini aldı.Demirbaş, küçük kızın, projelerine destek amacıyla, kendi evinde bir atölye çalışması yaptığını belirtti."Bu çalışmaya bireysel olarak maddi ve manevi destekte bulundum. Bu çalışmalar Kürtçe yapılmıştır. Çocuğun da doğumgününe denk gelen günde kutlama töreni yapıldı, ben de katıldım" diyen Demirbaş, "Belediye olarak destek yapılmamıştır. Kişi olarak destekte bulundum. Belediye olarak manen destekledik. Dağıtılan sertifikalar zaten kağıttır. Belediye tarafından düzenlenmemiştir. Çocuğun herhangi bir suçu yoktur. Sadece çağrımıza uymuştur" dedi.Demirbaş, konu ile ilgili hakkında idari soruşturma açılmadığını belirtti

GÜLER ZERE İÇİN NÖBET EYLEMİ


lerici ve devrimci kurumların kanser hastası devrimci tutsak Güler Zere ve hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdikleri yoğun eylemlerin ardından Adli Tıp Genel Kurulu 27 Ağustos 2009 tarihinde İstanbul Yenibosna'daki Adli Tıp Kurumu'nda Güler Zere’nin sağlık durumunu görüşmek üzere tekrar biraraya geldi.

İlerici devrimci kurumların sabah erken saatlerden itibaren Adli Tıp Kurumu önündeki bekleyişi toplantının sonuçları basın ve kamuoyuyla paylaşılana kadar sürdü.

ATK'dan eksik raporların tamamlanmasını bekleme kararı

Gün boyu süren toplantıdan "ATK'nın karar vermek için eksik olduğunu düşündüğü belgelerin Çukurova Üniversitesi'nden gelmesi" kararı çıktı.

Diğer yandan İstanbul Üniversitesi'nden iki onkoloji uzmanı bugünkü toplantıya davet edilerek sabahki oturumda ATK üyeleri tarafından dinlendi.

Uzmanlar, Güler Zere'nin dosyası üzerinde yaptıkları incelemelerde eksiklikler tespit edildiğini ve Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazılacak yazıyla Zere'nin radyoterapi ve medikal tedavisine ilişkin belgelerin Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi'nden istenmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiler.

ATK Başkanı Haluk İnce’yle Zere’nin avukatlarının yaptığı görüşmede ise Güler Zere’nin tekrardan yapılacak bir inceleme için “ölüm yolculuğuna” çıkarılmayacağına dair teminat verildi.

Sabah erken saatlerden itibaren ATK önünü eylem alanına çevirme karar alan ilerici devrimci kurumlar günboyu Adli Tıp önündeydi.

Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu Başkanlığı önünde toplanmaya başlayan kitlenin sayısı saatler ilerledikçe artmaya başladı. Adli Tıp Kurumu önünde buluşan yüzlerce kişi Güler Zere ve hasta tutsaklara özgürlük talebini haykırdı. Kalabalığın sayısı ilerleyen saatlerde 1000’e ulaştı.

Adli Tıp Kurumu önünde basın açıklaması

“Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Güler Zere serbest bırakılsın!”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”, "Yaşasın devrimci dayanışma!" sloganlarının atıldığı bekleyiş sırasında Adli Tıp Kurumu içinde ve çevresindeki yoğun polis ablukası dikkat çekti. Çevik kuvvet otobüsleri sabah erken saatlerde kurum içine konuşlandı.

Diğer yandan, ilerici devrimci kurumlar tarafından Adli Tıp Kurumu’nun giriş kapısının karşısında bulunan binaya “Kanser hastası Güler Zere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın” ve “Öldürtmeyeceğiz” yazılı pankartların yanısıra Güler Zere’nin resimlerini asıldı.

Yenibosna’daki Adli Tıp Kurumu önündeki bekleyiş kitlesel ve coşkulu biçimde sürerken saat 10.00’da Güler Zere’nin sağlık durumunu görüşmek üzere Adli Tıp Genel Kurulu toplandı.

İçeride toplantı dışarıda eylem

İçeride toplantı sürerken birçok ilerici devrimci kurum ve kişi dışarıdaki bekleyişini sürdürdü. Öğle saatlerinde Adli Tıp Kurumu önünde konuya ilişkin basın açıklaması yapıldı. Tiyatro sanatçısı Orhan Aydın ve ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ortak açıklamadan önce söz alarak Güler Zere'nin serbest bırakılması gerektiğini ifade ettiler.

Kurumlar adına ortak açıklamayı okuyan Metin Coşkun ise Adli Tıp Kurumu önünde toplanma nedenlerinin Güler Zere’nin katledilmesini onaylayacak ATK kararını engellemek olduğunu belirtti. Güler Zere’nin katledilmesinin sorumlusunun başta Cumhurbaşkanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere ilgili kurumlar olacağını söyledi.

Avukatlar açıklama yaptı

Adli Tıp Kurumu önündeki sonraki gelişme saat 14.30'da ÇHD İstanbul Şube Başkanı Av. Taylan Tanay, Av. Behiç Aşçı ve Av. Güray Dağ'dan oluşan 3 kişilik heyetin Adli Tıp Kurumu Başkanı Haluk İnce'yle görüşme talebiyle içeriye alınmasıydı.

Saat 15.00'te dışarıya çıkan heyet adına açıklama yapan Av. Taylan Tanay ATK Başkanı Haluk İnce yerine ATK Başkanvekiliyle görüştürüldüklerini, yapılan görüşmede toplantının devam ettiği bilgisinin verildiğini söyledi.

ATK kararının açıklanmamasına tepki gösteren kitle saat 16.00 sıralarında ATK giriş kapısına doğru ilerleyerek ATK'yı protesto etti. Giriş kapısında önünde yaklaşık 1 saatlik oturma eylemi gerçekleştirildi.

Eksik raporlar beklenecek…

Saat 17.00'de Zere'nin avukatlarından oluşan heyet ATK'yla görüşmek üzere tekrar içeriye alındı. Yaklaşık 20 dakika süren görüşmenin ardından heyet adına Av. Taylan Tanay bilgilendirmede bulundu.

Gün boyu süren toplantıya İstanbul Üniversitesi’nden iki onkoloji uzmanının davet edildiğini belirten Tanay uzmanların Güler Zere’nin dosyası üzerinde yaptıkları incelemelerde birtakım eksiklikler tespit ettiklerini ve bu eksikliklerin Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılacak yazıyla Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nden isteneceği bilgisini verdi.

Bu eksiklikler giderilmeden ATK’nın karar veremeyeceği yönünde bir mutabakatın olduğunun altını çizen Tanay, Güler Zere’yi ölüme yaklaştıran bu sürecin uzamamasını ATK Başkanı Haluk İnce’yle yaptıkları görüşmede dile getirdiklerini sözlerine ekledi.

“Biz bu sürecin takipçisiyiz” diyen Tanay tüm kitle örgütleri, sendikalar ve kurumların bu sürecin peşini bırakmayacağını söyledi.

Eylemler sürecek

Tanay’ın açıklamasının ardından Adli Tıp Kurumu önündeki bekleyiş sona erdi. İlerici devrimci kurumlar ise Güler Zere ve hasta tutsakların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdikleri eylemlerine Taksim’de yapılacak Cuma yürüyüşüyle devam edecek

27 Ağustos 2009 Perşembe

HÜKÜMETTE KAMU EMEKÇİLERİNE KÖLE ÜCRET DAYATMASI



Kamu İşveren Kurulu ile bazı kamu emekçileri sendikaları arasındaki toplugörüşmelerin 6. turu dün yapıldı.
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Başbakanlık Merkez Bina'daki toplantı öncesinde yaptığı açıklamada, memur maaşlarına yapılacak zam konusundaki mali portrenin içaçıcı olmadığını söyledi.
Ayrıca Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın toplu sözleşme ve grev hakkı konusunda ilgili bakanlarla yapacağı görüşme ve hazırlıkla toplantıya gelmesini beklediklerini ifade eden Gündoğdu, artık bu konuda yol haritasının çıkarılmasını ve ILO sözleşmelerinin gereğinin yapılmasını istediklerini vurguladı.
İki milyonu aşkın kamu emekçisini ilgilendiren toplu görüşmelerin 6. turunda da hükümetin zam teklifi 2010 yılı için kamu emekçilerine yüzde yıllık 2 artı 2 ile yüzde 4 civarında zam önererek kamu emekçilere köle ücret reva görüldü.

Çatışmasızlığın bilançosu: 120 operasyon 103 ölü


PKK'nin ilan ettiği eylemsizlik kararına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK), Şırnak, Siirt, Tunceli, Van, Diyarbakır ve Mardin kırsal alanlarında HPG'ye yönelik kapsamlı operasyonları sürüyor. 13 Nisan'da başlayan çatışmasızlık kararının ardından geçen 5 aylık süreç içerisinde TSK tarafından 99'u kara, 21'i hava operasyonu olmak üzere toplam 120 operasyon düzenledi. Operasyonlarda 52 HPG'li, 30 asker ve 8 köy korucusu olmak üzere toplam 90 kişi hayatını kaybederken, bu süre içinde 13 sivil vatandaş da mayına basarak yaşamını yitirdi.

PKK'nin 13 Nisan'dan başlayarak aldığı eylemsizlik kararına rağmen TSK tarafından sürdürülen operasyonlar yoğunlaşarak devam ediyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın çözüme yönelik açıklayacağı yol haritası, ardından hükümetin 'Kürt açılımı' ile aydın, yazar, sendika, gazeteci ve sivil toplum örgütlerinin de katıldığı tartışmalarla başlayan olumlu hava, bölgede yoğunlaşarak süren askeri operasyonların önüne geçemedi. Özellikle Başbakan Tayip Erdoğan'ın grup toplantısında 'Artık analar ağlamasın' şeklinde yaptığı açıklamasının ardından, bölgede süren askeri operasyonların biteceğine yönelik umut yaratırken, hız kesmeden süren askeri operasyonlar yeni umutlara gölge düşürüyor ve analar ağlamaya devam ediyor. PKK'nin aldığı eylemsizlik kararından bu yana bölgede 99 kara, 21 hava olmak üzere toplam 120 askeri operasyon gerçekleştirildi. Yapılan operasyonların sonucunda 52 HPG'li, 30 asker ve 8 köy korucusu olmak üzere toplam 90 kişi hayatını kaybetti. 13 sivil vatandaş ise şüpheli mayın patlamaları sonucu yaşamını yitirdi.

Operasyonlar genişleyerek sürüyor

1993, 1995, 1998, 1999 ve 2006 tarihlerinde 6 kez ateşkes ilan eden PKK, 13 Nisan'da aldığı eylemsizlik kararına rağmen bölgede artan askeri operasyonlar bölge halkını kaygılandırıyor. Hükümetin önce 'Kürt açılımı' dediği, ardından 'Demokratik açılım' ve en son MGK toplantısının ardından 'Terörü bitirme projesi' olarak yankı bulan projeleri, bölgede artan askeri operasyonlarla Kürt sorunun askeri yöntemlerle çözüleceği yönünde yorumlara yol açıyor. HPG tarafından 13 Nisan'da başlayan eylemsizlik kararına rağmen, Şırnak'ta yoğunlaşan, Diyarbakır, Hakkari, Siirt, Mardin, Tunceli ve Van'ın da aralarında bulunduğu birçok ilde süren askeri operasyonlara ilişkin gün gün bilançoyu internet sitesinde yayınlayan TSK'ın verilerine göre, şu ana kadar 30 asker, 8 köy korucusu ve 13 sivil vatandaş hayatını kaybetti. Medya Savunma Alanlarına yönelik olarak da top atışları ve hava operasyonu yapılırken, bu operasyonlar sonucu 5 HPG'li hayatını kaybederken, sivillere ait birçok yerleşim yeri ve bahçe zarar gördü, onlarca hayvan da telef oldu. HPG'nin, çatışmasızlık süresinin başlamasıyla 15 Temmuz'a kadar yayınladığı bilançoya göre, yapılan hava ve kara operasyonları sonucu aralarında Botan Eyalet yönetimi ve Bölge komutanı Şervan Sason, Bölge komutanı Celal Çelê, YJA STAR Askeri Konsey Üyesi Beritan Hevî, Amed Bölge Komutanı Ali Gever'in de aralarında bulunduğu 38 HPG'li hayatını kaybetti.

15 Temmuz'dan bugüne kadar süren operasyonlar sonucunda da 14 HPG'li yaşamını yitirerek, hayatını kaybeden HPG'li sayısı 52'ye çıktı. HPG'nin ANF'de yayınlanan açıklamalarına göre, HPG güçlerinin herhangi bir eylem yapmadığı ve buna rağmen kendilerine yönelik askeri operasyonların artığına dikkat çekildi. Yine yaşamını yitiren çoğu askerin mayın patlaması sonucu hayatını kaybettiğine vurgu yapılırken, HPG meydana gelen patlamaları üstlenmeyerek, barış sürecinin provoke edilmeye çalışıldığını savundu.

Şırnak'ta askeri alanlarda şüpheli patlamalar

Operasyonların devam ettiği alanlarda ve askeri bölgelerde meydana gelen patlamalar nedeniyle bir ay içerisinde Uludere (Qilaban), Beytüşşebap (Elkê) ilçelerinde ve Şırnak merkezde en az 3 korucu 4 sivil vatandaş yaşamını yitirirken, 5 korucu, 2 asker, 9 sivil vatandaş ise yaralandı. Patlamalar özellikle askerler tarafından mayınlanmış alanlarda meydana gelmesi dikkat çekerken, sivillere yasak olan bölgelerde meydana gelen patlamalarda sivillerin hedef olması ise kuşku uyandırıyor. Yine Şırnak'ta baraj yapımında çalışan işçileri taşıyan aracın mayına çarpması sonucu 4 işçi hayatını kaybetti 9 işçi ise yaralandı. HPG olayı üstlenmezken, yaralı işçiler yaptıkları açıklamalarda patlamanın yaşandığı bölgede özel harekat timlerinin olduğunu ve patlamanın şaibeli olduğunu ifade etmişti. 5 Mayıs günü Siirt'e bağlı Şirvan İlçesi'nde Jandarma Özel Harekat birliğe yönelik olarak taciz ateşi açılması sonucu 1 askerin öldüğü iddia edilmişti. Bu olay da HPG'lilere yüklendi. Ancak HPG yaptığı açıklamada, olayla ilgilerinin olmadığını ve bir provokasyon olduğunu bildirdi. 10 Mayıs günü Rubarok'a bağlı Harran Köyü'ne yönelik olarak askerlerin açtığı ateş sonucu küçük bir kız çocuğu yaralandı.

Faili meçhul cinayetler ve yargısız infazlar hortladı

Sıklaşan operasyonların yanında, bölgede 1990'lı yıllarda birçok faili meçhul cinayette ismi geçmiş, JİTEM tetikçiliği yapmış ve JİTEM elemanı olarak çalışan birçok kişinin yeniden bölgeye gönderildiği yönündeki iddialar, meydana gelen olaylarla giderek güçlendi. JİTEM'cilerin yapılan operasyonlara katıldığı ve HPG'lilerin kıyafetlerini giyerek köyleri dolaştığı ve kendilerini köylülere HPG'li olarak tanıtarak sivil halk arasında istihbarat sağladığı ileri sürülüyor. Özellikle Diyarbakır, Şırnak ve Siirt'in kırsal kesimlerinde yoğun şekilde yaşanan bu tarz olaylar köylüleri tedirgin ediyor. Bununla beraber bölge illerinde meydana gelen şaibeli ölümler de kuşku uyandırıyor. 1990'lı dönemlerde 17 bin kişinin katledildiği faili meçhul cinayetler ve yargısız infazlar son 5 ay içinde tekrar gündeme geldi. Necmi Ölmez ile Ferhat Erdiş adlı DTP'lilerin 25 Temmuz günü Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'ne bağlı Beşağaç ve Gündüzlü köyleri arasında araçlarından indirilerek infaz edilmesi oldu. Cinayetin ardından elde edilen bulgular ve köylülerin ifadeleri doğrultusunda, Ölmez ve Erdiş'in bölgede yıllardır faaliyet yürüten ve çok sayıda kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan Hançer Timi tarafından katledildiği belirtildi. Yine 27 Temmuz günü Iğdır'da, Merkez Yedi Kasım Mahallesi'nde silahsız HPG'li Ali Şex Muhammed içinde bulunduğu araçta polis tarafından yargısız infaz edilmişti. Genelkurmay'ın internet sitesinde infaz edilen HPG'li ile ilgili herhangi bir bilgi verilmemesi ise dikkat çekti.

Orman yangınları binlerce hektarlık alan kül oldu

Bölgede süren askeri operasyonlarla birlikte meydana gelen orman yangınları, binlerce hektarlık alanı yok etti. Mardin'de Bagok, Şırnak'ta Cudi ile Gabar ve Tunceli'nin ormanlık alanları, top, havan ve obüs atışları sonucu çıkan yangınlarda binlerce hektarlık alan yok oldu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çıkan ormanlık yangınlarına sessiz kalan yetkililer yangınlara müdahale etmezken, yangını söndürmek isteyen köylüler güvenlik gerekçesiyle askerler tarafından izin verilmedi. Yine gün gün operasyon ve çatışma bilançolarının verildiği TSK'nın internet sitesinde, meydana gelen orman yangınlarına ilişkin bilgilerin yer almaması dikkat çekiyor.

Güvenlik Bölgesi ilan edilen alanlara giriş çıkışlar yasaklandı

Yıllardır bölgede uygulanan OHAL'in kaldırılmasının ardından yerine geçen Güvenlik Bölgeleri' ile yayla, mezra ve birçok alanlara giriş çıkışlar yasaklandı. Şırnak, Siirt, Van, Hakkari ve Tunceli'nin gibi bölge illerinde birçok mezra 'Güvenlik bölgesi' ilan edildi. Süresi dolan bölgelerin ise süreleri tekrar uzatıldı. Geçici güvenlik bölgesi ilan edilen alanlar en çok o bölgede yaşayan köylüler ve yaylacıları zor durumda bırakıyor. Bölgede önemli geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık giriş çıkış yasakları nedeniyle bitme noktasına geldi. Yaylalara hayvanlarını çıkaramayan vatandaşlar üretim yapamaz duruma geldi. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşların çoğu son yıllarda yasaklar nedeniyle hayvanlarını satmak zorunda kalıyor.

Sertaç KAYAR
HABER MERKEZİ-DİHA

Diyarbakır'da kadına yönelik bir 'tehdit, takip ve taciz' olayı daha


Radyo Gün çalışanı Ruhat Emekçi, son iki aydır kimliği belirsiz kişilerce telefonla tehdit edilip, dışarıda yaya ve sivil araçla takip edildiğini ve evinin kapısına gelen sivil giyimli kişilerce kapısının çalınarak rahatsız edildiğini belirterek, İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvurdu.

Diyarbakır'da yerel yayın yapan Radyo Gün çalışanı Ruhat Emekçi'nin son iki aydır kimliği belirsiz kişilerce telefonla aranıp tehdit edildiğini, yolda yürürken takip edildiğini ve kaldığı eve gelen kişilerce rahatsız edildiğini belirterek İHD Diyarbakır Şubesi'nde basın toplantısı düzenledi. Açıklamaya Emekçi'nin yanı sıra DTP Kadın Meclisi, Gün Radyo çalışanı kadınlar, SELİS, Bağlar Kadın Kooperatifi, DİKASUM'un da aralarında bulunduğu çok sayıda kadın kurumu temsilcileri katıldı.

'Kadına yönelik taciz ve takip arttı'

Konuya ilişkin açıklamayı yapan İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Necibe Perinçek, dünyada toplumun demokratikleşmesi, haklar, özgürlükler ve kadının özgürlüğü için mücadele veren tüm kadınların egemen sistem ve devlet aygıtı tarafından sürekli olarak baskıya uğradığını söyledi. Türkiye'de de kadına yönelik hak ihlallerinin bilançosuna bakıldığında gözaltında taciz, tecavüz, cinsel fiziksel işkence gibi yöntemlerin uygulanarak kadına sistematik bir yönelimin olduğunu dile getiren Perinçek, 'Bu ülkede yaşayan halkların sonsuz acı çekmesine ve kaybına yol açan Kürt sorununda demokratik mücadele içinde aktif olan kadınlara yönelimlerin devam etmesi bizler açısından son derece düşündürücüdür.

Sadece İHD Diyarbakır Şubesi'ne son iki ay içerisinde başvuran DÖKH aktivisti 10 kadın, sivil giyimli güvenlik görevlilerin yasa ve hukuk dışı takiplerine, tehditlerine, sözlü ve fiili cinsel saldırısına maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir' dedi.

'Tehdit, takip, taciz'

Son olarak Radyo Gün'de cezaevi koşullarına ele alan Kentin Öteki Yüzü isimli programı yapan Ruhat Emekçi'nin son iki aydır benzer şekilde taciz, tehdit ve takip edildiğini kaydeden Perinçek sözlerini şöyle sürdürdü: 'Emekçi, programdan sonra radyonun bilinmeyen numaralardan arandığı, hakaretlere maruz kaldığı, cezaevi programını devam ettirmesi halinde de 'başına gelecekleri sen düşün' şeklinde tehdit edildiğini belirtmiştir. Emekçi, aynı zamanda tehditlerin yanı sıra dışarıdayken yaya kişiler ve sivil araçlar tarafından takip edildiğini, 19 Ağustos günü sabaha karşı evinin kapısına gelen sivil giyimli kişilerce kapısının çalındığı, kapıya gelen kişilerin 'biz Muhammet Ali'yi arıyoruz burada mı' diye soru sorduğunu, Emekçi'nin böyle bir kişinin burada oturmadığını belirtmesine rağmen bir süre sonra aynı kişilerin kapıyı çaldığını ama kapıyı açmadığını, kapının arkasından niye geldiklerini sorması üzerine aynı şekilde cevap verdiklerini söylemiştir.'. Emekçi'nin evine aynı gün gece saat 03.00 sıralarında yine aynı kişilerce gelindiğini ifade eden Perinçek, gelen iki kişinin eşkalini ise şöyle açıkladı: 'Koyu siyah saçlı, esmer kilolu ve ortalama 1.75 boylarında, bıyıksız. Diğer kişi ise orta boylu, saçlarının ön tarafı dökülmüş, açık tenli, kilolu, burnunun sağ tarafında iri bir ben olduğu şeklinde tariflenmektedir.'

Perinçek, İHD'ye geçtiğimiz Temmuz ayında kadınlara yönelik cinsel işkence ve polis tacizini de hatırlatarak, şikayet ve savcılık soruşturmasına rağmen, bugüne kadar faillerin bulunmadığını belirterek, 'İstenmesi durumunda faillerin aynı gün bulunabileceğinden eminiz' dedi. Perinçek son olarak konuya ilişkin Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduklarını ve olayın takipçisi olacaklarını söyledi

DİYARBAKIR
DİHA

Modern zamanlarda köleliğin yüzü: Seks köleliği


Kıtalararası köle ticaretinin yasaklanmasından bu yana 500 yılı aşkın bir süre geçti. Ancak UNESCO verilerine göre çağımızda halen milyonarca insan kölelik koşullarında yaşıyor, uluslararası insan kaçakçılarının ve fuhuş şebekelerinin kurbanı oluyor. Bunların ağırlıklı bir kesimi fuhuş için kaçırılan kadınlardan oluşan 'seks köleleri'.

'Kadın Ticareti: Modern Kölelik Endüstrisine bir Bakış' adlı kitabın yazarı Siddarth Kara'nın tahminlerine göre 2006 yılı itibariyle dünyada 28 milyonu aşkın köle bulunuyor. Sadece 2007 yılında kölelerin üzerinden 91 milyar dolar gelir elde edildiğini söyleyen Kara, köle durumda olan insanların yüzde 80'inin kadın olduğunu kaydetti.

Sözkonusu kadınların ise yüzde 50'si 18 yaşının altında.

ABD Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaçakçılığı İzleme ve Mücadele Komitesi direktörü John Millet ise modern insan kaçakçılığının köleliğin modern zamanlara yansımasının olduğunu söyledi. İnsan kaçakçılığının milyarlarca dolarlık bir sektör olduğunu ifade eden Miller, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının ardından en geniş çaplı suç örgütlerinin bu alanda çalıştığını belirtti.

Günümüzde dünyada insan kaçakçılığın mağdurları arasında en büyük bölümü fuhuş için kaçırılan kadınlar oluşturuyor.

HRW Londra merkezi direktörü Tom Porteous'a göre özellikle gelişmiş ülkelerdeki seks sektöründe yeni kadınlara çok büyük bir talep var. Bu talep de insan kaçakçılarının işlerini kolaylaştırıyor.

HRW verilerine göre her sene 500 bin kadın seks kölesi olarak kullanılmak için kaçırılıyor. Bu kadınların en son durakları ise Almanya, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve ABD. Genelde Doğu Avrupa ülkelerinden kaçırılan kadınlar Prag, Amsterdam ve Frankfurt gibi merkezlerden dağıtılıyor.

Ekonomik krizle birlikte birçok kesimin fakirleşmesinin ardından seks kölesi kaçakçılığının arttığını belirten Porteous, kurbanların genelde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden getirildiğini ifade etti.

Porteous'a göre Batılı ülkelerin buna karşı yasaları da son derece esnek. Bu yasaların kısa vadede daha geniş önlemler alınacak şekilde düzenlenmesi gerektiğinin altını çizen Porteous, seks köleliğine karşı özel uluslararası anlaşmaların imzalanmasının gerekli olduğunu belirtti.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

LATİN SOLUNDAN DİRENİŞE DESTEK

Meksika'da bir araya gelen Latin solu Honduras'taki darbecilere karşı bölgesel ve uluslararası mücadelenin yükseltilmesini istedi
ABD'nin Kolombiya'da inşa etmek istediği askeri üsler ve küresel ekonomik krizin bölge üzerindeki etkisi gibi sorunların da ele alındığı ve üç gün boyunca devam eden sol zirveye 32 ülkeden, 62 parti ve 520 degele katıldı.
Latin Amerika kıtasındaki güncel sorunları tartışmak üzere Sao Paulo Forumu’nun çağrısı ile bir araya gelen Latin solcuları Honduras’da darbe yönetimine karşı aylardır direnen halk güçleri ile dayanışmak için bir an önce zaman geçirilmeden harekete geçilmesi kararı aldı. Darbecilerin izolasyonu için her parti ve kurumun üzerine düşeni yapması gerektiği belirtilirken, kıtadaki ABD hegemonyasına karşı bölgesel mücadelenin yükseltilmesi de istendi.

ARABULUCU BAKANLAR HONDURAS'TA
Honduras'ta darbeyle iktidardan uzaklaştırılıp sürgüne gönderilen devrik Devlet Başkanı Manuel Zelaya'nın görevine iadesi için çaba harcayan 7 Latin ülkesinin dışişleri bakanı, Honduras'ta temaslarına başladı. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) delegasyonunda yer alan dışişleri bakanları, dün Honduras'ın başkenti Tegucıgalpa'ya gitti.
Kosta Rika Dışişleri Bakanı Bruno Stagno, yaptığı açıklamada, San Jose planının uygulanabilmesi için, darbe sonrası kurulan geçici hükümet ve toplumun diğer kesimleriyle bir araya gelmeyi ümit ettiklerini söyledi. Arjantin, Kanada, Kosta Rika, Jamaika, Meksika, Panama ve Dominik Cumhuriyeti dışişleri bakanlarından oluşan heyetin bu sabah Zelaya yandaşlarıyla bir araya geldiğini anlatan Stagno, San Jose planına destek vereceklerini kaydetti. OAS, Honduras'taki darbeyle atanan hükümetin San Jose planına uymasını istiyor.

‘ZELAYA GÖREVE İADE EDİLSİN’
Honduras'ta darbe sonrası siyasi gerilimin çözümü için arabulucu olarak devreye giren Kosta Rika Devlet Başkanı Oscar Arias tarafından hazırlanan San Jose planı, kasım ayı sonunda yapılacak seçimlere kadar Zelaya'nın görevine iade edilmesini ve Zelaya hakkında öne sürülen suçlamaların düşürülmesini hedefliyor.
Darbe yönetimi ise hiç bir koşulda geri adım atmayacağını söylüyor.

SENDİKALI 40 BİN İŞÇİ ATILDI


Türk-İş'in verilerine göre, Ekim 2008-Temmuz 2009 dönemindeki 10 ayda, ''ekonomik kriz gerekçesiyle'' konfederasyona bağlı sendikalara üye 40 bin 755 işçi işten çıkarıldı.
Türk-İş'in, ekonomik krizin işçilere yansımasını izlemek amacıyla oluşturduğu ''Emek Masası'', ekonomik krizin ülkeye etkilerinin ortaya çıktığı Ekim 2008'den geçen aya kadar yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
''Emek Masası''nın raporuna göre, geçen ay otomotiv, metal sanayi gibi alanlarda örgütlü olan Türk Metal'in 53 üyesi işten çıkarıldı, bin 314 üyesine de ''ücretsiz izin'' verildi. Ayrıca Temmuz ayında 100 sendika üyesi ''yarım ücretli'' çalışma uygulamasıyla karşı karşıya kaldı. Sendikanın 10 aylık dönemde işten çıkarılan üye sayısı 23 bin 42'yi, ücretsiz izne çıkarılan üye sayısı da 23 bin 82'yi buldu.
Tekstil sektöründe örgütlü olan TEKSİF'in, geçen ay Uşak, Bursa ve İstanbul'da çalışan 62 üyesinin işine son verildi. Bursa'da 37 kişi ''kısa çalışma ödeneği'' kapsamına alındı. Toplamda ise 10 aylık dönemde 4 bin 405 kişi işini kaybetti, 7 bin 568 kişi ''ücretsiz izin''e çıkarıldı.
Çimento ve seramik sanayinde örgütlü olan Çimse-İş'in 10 aylık zaman diliminde işsiz kalan üye sayısı 8 bin 610, ücretsiz izne çıkarılan üye sayısı 12 bin 536'ı oldu.
Gıda sektöründü örgütlü olan Tekgıda-İş'in, söz konusu dönemde 85 üyesinin işine son verildi, 447 üyesi ''ücretsiz izne'' çıkarıldı.
Petro-kimya sektöründe örgütlü olan Petrol-İş'in, 10 aylık dönemde 726 üyesinin işine son verildi. Sendikanın 707 üyesi de ''ücretsiz izin'' uygulmasına tabi tutuldu.
Madencilik sektöründe örgütlü Genel Maden-İş Sendikasının, ekonomik krizin etkisini gösterdiği dönemde bin 716 üyesi işsiz kaldı. Aynı sektörde faaliyet gösteren Türkiye Maden-İş'in de 3 üyesi işinden oldu.
Gemi inşaa sektöründe tersanelerde örgütlü olan Dok Gemi-İş'in, Ekim 2008-Temmuz 2009 döneminde bin 300 üyesi işten çıkarıldı.
Ağaç ve mobilya sektöründe örgütlü Ağaç-İş Sendikasının 248 üyesi ''ekonomik kriz gerekçesiyle'' işini kaybetti.

44 BİN İŞÇİ ÜCRETSİZ İZNE AYRILDI
Deri sektöründe örgütlü Deri-İş Sendikasının 266 üyesi de değerlendirmeye konu 10 ayda işini kaybedenler arasına katıldı.
Matbaa ve basım sanayinde örgütlü Basın-İş Sendikasının 160 üyesi ekonomik kriz ortamında işsiz kaldı.
Kağıt sanayinde örgütlü Selüloz-İş Sendikasının 132, Türkiye Gazeteciler Sendikasının 52, Tarım-İş Sendikasının 10 üyesi bu denemde işten çıkarıldı.
''Emek Masası''nın raporuna göre, Türkiye'de ekonomik krizin etkisini gösterdiği Ekim 2008-Temmuz 2009 arasındaki 10 ayda Türk-İş bünyesindeki sendikalara üye 40 bin 755 işçinin işine son verildi, 44 bin 340 işçi de ücretsiz izne çıkarıldı.

İŞİNİ KAYBEDENLER YOLU KAPATTI


Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesindeki Afşin-Elbistan B Termik Santrali'nde temizlik işçisi olarak görev yapan ancak bağlı bulundukları firmanın ihalesi bitince işlerini kaybeden temizlik işçileri, yine yol kapattı.
Yaklaşık 100 işçi Termik santralin yolunu kapatarak 2 bin işçinin rehin kalmasına sebep oldu. Eylemin sürdüğü dakikalarda santralin kömür bant yolunda da yangın çıktı.
Olay, önceki gün 24.00 sıralarında Afşin Elbistan B Termik Santralinin girişinde meydana geldi. 15 gün önce santralin temizlik işlerinden sorumlu firmanın ihalesinin bitmesiyle yaklaşık 100 kişi işsiz kaldı. İhaleyi alan firmanın kendilerine iş sözü verdiğini iddia eden işçiler bugün yine yol kapatma eylemi yaptı. İşçiler ve ailelerinden oluşan yaklaşık 250 kişi santralin Çoğulhan Beldesi bağlantı yolunu kapattı. Olay yerine gelen Afşin Jandarma Komutanlığına bağlı yaklaşık 400 asker yolu açmaları için işçileri ikna etmeye çalıştı. Kısa süreli arbedenin ardından işçiler eylemlerine devam etti. İşçilerin yolu kapatmaları nedeniyle Santrali'nde vardiya değişimi yapılamadı. Gündüz vardiyasında çalışan işçiler fazla mesa yaparak santrali çalıştırmaya devam ediyorlar.


KÖMÜR BANT YOLUNDA YANGIN ÇIKTI
İşçilerin yol kapama eylemini sürdürdüğü sırada santralin Kışlalı Kömür Havzasından gelen kömür bandında yangın çıktı. Yangına Afşin itfaiyesinin yanı sıra Elbistan ve Nurhak İlçelerinden gelen yangın söndürme araçları da müdahale etti. 2 saat süren yangın 6 itfaiye aracının müdahalesiyle söndürüldü. Olay yerinde bulunan yetkililer, yangın sonucu yaklaşık 4 milyon TL'lik hasar oluştuğunu belirtti. Yangının çıkış nedeninin belirlenmesi için çalışma başlatıldı.
Yol kapatan işçiler vardiya değişiminin yapılamaması üzerine eylemlerine son verdiler. Olaylarda gözaltına alınan olmazken işçiler, işe tekrar alınıncaya kadar eylemlerini devam ettireceklerini söyledi. Olayı takip eden gazetecileri telefonla arayan CHP Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat, olayları takip ettiğini ve işçileri desteklediğini söyledi.

MGK DEĞİŞTİMİ ?


Son MGK toplantısında Kürt sorunu konusunda ‘açılım’ adı altına sürdürülen çalışmaların devamı yönünde bir “tavsiye” kararı alınması bir çok kesim artık MGK’nın değişime yelken açtığı ve Kürt sorununda ray değiştirme çabası içinde olduğu yönlü düşünceler dile getirildi. Hatta MHP, CHP MGK’nın devletin bölünmez bütünlüğünü koruma ve kollamada geriye düştüğünü söyleyerek MGK’yı eleştirdiler. Hatta PKK’yi kuşatıp etkisiz hale getirme ve kırıntılarla Kürt direnişini ezip dağıtma amacı güden , ‘açılım’ı sadece AKP politikası olarak gören ve ordunun süreçten rahatsız olduğunu düşünen ordu şakşakçı çevrelerde bir hayal kırıklığı yarattı. Yıllardır Genelkurmayın siyasal sözcüsü gibi davranan CHP, MGK toplantısı sonrasında yapılan açıklamayı sürece katılım olarak değerlendirerek açıktan eleştirel bir yaklaşım sergiledi ve MGK’ın da devleti bölüp, parçalamaya çanak tuttuğunu söylemekten geri kalmadı. Faşist kafatasçı Türk ırkçılığının en kararlı savunucusu MHP ise, MGK’da alınan kararın “ülkenin bölünmesinin tavsiye edilmesi” anlamına geldiğinin söyleyerek “gaflet içindeki kurumlar” arasına orduyu da eklenmiş oldu.
Peki gerçektende bölgede ABD emperyalizmin truva atı olmaya soyunan TC devletinin Kürt direnişini ezme ve etkisiz hale getirmeyi amaçlayan ve sınırlarını Genelkurmayın Mart ve Nisan ayları açıklamalarında çizmiş olduğu “açılım” gerçektende MGK’nın artık değişeme yelken açtı, demir yumruk politikasını terk etmeye başladığını mı gösteriyor.? Bunun kulliyen yalan olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Çünkü MGK’da desteklenen ve adına açılım denilen şey aslında diri yurtsever Kürt hareketini ezip dağıtmayı amaçlayan yaklaşımlardır ve iddia edildiği gibi devletin asıl koruyucu kollayıcısı ordunun değiştiği ve Kürt sorununda inkar ve imha politikasında uzaklaştığı anlamı hiç çıkmaz.
Biliyoruz ki bu Kürt hareketini boğma ve etkisiz kılma “açılımının” mimari Genelkurmaydır. “Kırmızı çizgileri” 14 Nisan 2009 tarihli Genelkurmay Başkanı açıklamalarında çizilmiş olan ve Kürt ulusunun ulus olduğu gerçekliğini reddederek bireysel haklara evet kolektif haklara hayır yaklaşımı üzerine fırtınalar koparılan” açılımın” niteliğini ortaya koyuyordu. Ortada duran gerçeğe hayallerden uzak olarak baktığımızda Genelkurmay Kürt sorunun kırmız çizgileri çizmiş ve AKP’den CHP, MHP’ye hemen herkesin salvo atışlar bir yana bu kırmızı çizgilerinde buluşmuş olduklarını ve bir birerinden farklı bir konumda durmadıklarını görüyoruz. Yani ordu ve haliyle MGK’da ve AKP hükümetinde de Kürt sorununda, inkar ve imha politikasının inceltilerek sürdürülmesi dışında yenilik adına birşey yok. Öncelikle Kürtlerin bir ulus olduğu Kabul edilmiyor. Buradan hareketle Kürtler ulus olmadığına göre kolektif hakları da olmaz denilerek, bir ulusun ulusal kolektif istemleri daha işin başında yok sayılıyor.
Peki birbirlerini bölücülük olarak suçlayan AKP ve CHP Kürt sorunun da nerde duruyorlar ve temelde farklı yaklaşım mı sergiliyorlar; CHP ve Genelbaşkanı Baykal’a; ”Etnisitenin yasalara geçirilmesi ve üniter devlete zarar verebilecek istekleri konuşmak bile söz konusu olamaz” derken, AKP ne diyor peki, “ Mesela Türkiye’nin her hangi bir bölgesinde federasyon olması düşünülemez. coğrafi ya da etnik özerklik söz konusu olamaz. Resmi dilin değiştirilmesi düşünülemez. Etnik vurgulu bir anayasa vurgusu olamaz. Milli Eğitim sisteminde Kürtçe eğitim olmaz!” Yani; Kürt kimliğinin anayasal ve yasal bakımdan güvenceye alınması, devletin Kürtçe eğitim vermesi, “Anadilde eğitim” vb. gibi talepleri konuşmaya bile gerek yok diyor AKP’de CHP’de. Açıkça bu açıklamalarda da görüldüğü gibi, özü itibariyle AKP’nin kırmızı çizgileriyle CHP’nin kırmızı çizgileri arasında bir fark yok. Her iki parti de, “kırmızı çizgilerle”; Kürt kimliğinin Anayasa güvencesine alınmasına karşı çıkarken; Milli Eğitim’de Kürt dilinde eğitimi de reddediyorlar ve Kürtlerin muhtemel bir “özerklik” talebine de şimdiden kapıyı kapatıyorlar.Haliyle, Kürtlerin ana dilde eğitim hakkını istemi bile “bölücülük ve üniter devletin altının oyulması ” olarak ilan eden Genelkurmayın kırmızı çizgilerinden ne AKP, ne CHP ve ne de MHP farklı düşünüyor.
Haliyle kürt sorununda çözüm olarak aslında PKK ve Kürt direnişini çözme ve sisteme adapte etmeyi amaçlayan planda tüm Kürt düşmanı güçler ortaklaşmakta ve Kürtleri inkar ve imha politikasına devam edilmektedir. Keza,“ devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü” vurgusu MGK açıklamalarında öne çıkıyor ve “açılımın” ne anlama geldiği de netçe ortaya konuyor. MGK toplantısında ‘açılım’ın devlet politikası olarak sahiplenilmesi, Kürt sorununda aşılmış bir kısım kırıntıların reform olarak lanse edilmesi hali hem Kürt hareketinin geldiği boyut karşısında devletin Kürt hareketin makırıntılarla boğmayı ve hem de bölgede TC devletine biçilen yeni rolle bağlantılıdır. CHP ve MHP gibi Türk ırkçı şoven güçlerin ve TKP gibi ‘sol’ versiyonlarının görmek istemediği olguda budur. Kürt sorunu konusunda yaşanan gelişmeler, aslında Kürt sorununu çözüyoruz havasıyla hiç birşeyi çözmeden yola devam etmek anlamı çıkıyor. Güney Kürdistan Federe Yönetiminin gelinen nokta da bölgede ABD eliyle önemli bir güç haline getirilmesi ve PKK önderliğinde Kuzey Kürdistan’da Kürt özgürlük mücadelesinin Kürtlerin ulusal varlığı; dili ve kültürüne karşı geleneksel inkarcı politikaların iflas etmesi, ABD’nin Irak’tan çekilme sürecinde Güney Kürt yönetimi ile Türkiye egemen sınıflarını kendi bölgesel çıkarları temelinde bir ilişki ve işbirliğine yöneltmesi, PKK’nin bu süreçte istikrarsızlık yaratabilecek bir silahlı güç olmaktan çıkartılmak istenmesi ve son yerel seçimler örneğinde olduğu gibi Kürt ulusal hareketinin etkisizleştirmeye yönelik manevraların ters teperek Kürt ulusal mücadelesinin yeni mevziler kazanarak ilerlemesi. İşte ‘açılım’ın neden bir devlet politikası olarak sahiplenildiğinin anlaşılması için, bu süreci dayatan gelişmelere bakmak gereekiyor.
‘Açılım’ politikasının Kürt ulusal mücadelesi ve devrimci güçler bakımından gözden kaçırılmaması gereken en önemli yönü, bu açılımın Kürt sorununda hiç bir anlam ifade etmediği ve etmeyeceğidir. Buradan hareket ettiğimizde devlet Genelkurmayın direktifiyle bölgede yakalanmış önemli fırsatın ki bu fırsatın temelini ABD emperyalizminin bölge politikaları ve Irak’da çekildiğinde bu boşluğu dolduracak bir TC devletin hazırlanması politikasıyla bağlantılıdır. Nitekim Cumhurbaşkanı, AKP hükümeti sözcülerinin ‘açılım’ çalışmalarında, Kürt ulusal mücadelesinin temsilcilerinin muhatap alınmayacağının ilan edilerek, daha işin başında “açılımın” nasıl bir nitelik taşıdığı ortaya konuyor.
İşte kırmızı çizgileri çoktan ilan edilmiş ve “ devletimizin milletiyle bütünlüğünü pekiştirmek, kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu pekiştirmek” MGK bildirisinin özünü oluştururken, ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, Zafer Haftası dolayısıyla 25 Ağustos’da yayımladığı mesajda, demokratik açılım tartışmalarına da değinirken, "Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3’üncü maddesinde ifade edildiği gibi ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.’ Türk Silahlı Kuvvetleri, ATATÜRK tarafından bizlere emanet edilen ve Anayasa’nın 3’üncü maddesinde de belirtildiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecekti”r demesi de “açılım”da pek bir şey çıkmayacağını birkez daha ilana ediyordu.
Genelkurmayın ve MGK’nın bu açıklamaları Kürt sorununda hiç de yeni bir açılım içine girilmediğini ve devletin 86. yıllık inkar ve imha politikalarında uzaklaşılmadığını gösteriyor. Bu politikayla öncelikle, sorunun çözümü adına, DTP ve Öcalan’ın çözüm önerileri, ‘yol haritası’ karşısında devletin inisiyatifi elinde tutma ve İkinci olarak da, bu politika ile hem farklı çevrelerin desteği alınarak, hem de sürece yayılmış ‘açılım’ ile Kürt ulusal mücadelesi baskılanarak egemenlerin çıkarlarına hizmet edecek bir ‘çözüm’ amaçlanıyor.
Son MGK toplantısında alınan kararlar, ve ardında Ağustos kutlamaları nedeniyle Genelkurmayın başkanının açıklamaları devletin Kürt sorununda uygulanan inkar ve imha politikasında uzaklaşamadığını “ez ve çöz” politikasını ABD’nin desteğinde pratiğe sürme hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.
Kürt sorununda Amerikan patentli çözüm planının içeriği ve hedefleri ana hatlarıyla ortadadır. Bu plan PKK’nin silahlı güçlerini ve Kürt hareketinin mücadele gücünü tasfiye etmeyi hedeflerken bu hedefe ulaşmak için Kürt sorununda kırıntı bir takım adımları atmayı da öngörmektedir. Bu haklar, bireysel-kültürel sınırlarda kalmak ve kolektif haklar kapsamına girmemek kaydıyla bir takım hakların verileceği mümkündür. Bu kapsamda TV yayınlarının alanının genişletilmesi, Kürtçe seçmeli derslerin konulması, Kürt enstitülerinin kurulması, adları değiştirilen yerlere Kürtçe adlarını alabilme hakkının tanınması vb.gibi aslında fiili olarak aşılmış ve hiçbir anlamı kalmamış bazı haklar özellikle ifade edilmektedir. “Açılım” kapsamında atılacak adımlar bu sınırlarda kalacak; yani MGK ve Genelkurmayın çizdiği “kırmızı çizgiler”i aşmayacaktır.
Konuya ilişkin politik-pratik tutum alırken bu gerçeği göz önünde tutmak ve döne döne çözüm beklentisiyle sersemletilmeye çalışılan Kürt halkını uyarmayı temel önemde bir görev saymak gerekir. Bununla birlikte hal hazırda birtakım sosyal-şoven akımlar, “açılım”ın gerisinde ABD’nin eli olmasından hareketle düzenin tanıdığı bazı hak kırıntıların Kürt halkının meşru hakları olduğu ve bunların Kürt halkının feda yüklü mücadelesiyle bağlı olduğu gerçeği görmezden geliniyor. Oysa “açılımın” gerisindeki gerici güç ve amaçları göstermek, atılan adımların kırıntılığına rağmen meşru ve haklı kazanımlar oldukları gerçeğini söylemek ve Kürt halkının ulusal hak ve özgürlük talebine sahip çıkmayı ve dayanışma içinde olunacağını dışlamaz. Ve bütün bu veriler MGK, Ordu ve emir eri burjuva düzen partilerinin “ tek bayrak, tek dil, tek ulus ve tek vatan” resmi devlet politikasında aynı kulvarda buluştuklarını ve MGK’nın ve Ordu’nun Kürt sorununda her hangi bir esneme tutumu içinde olmadığını gösteriyor.