İktisatçılar, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanan kriz önlemlerinin tam tersini öneren IMF’nin Türkiye’de krizi derinleştireceğini vurguluyor
Hangi bankacı konuşsa, hangi sermaye temsilcisi beyanat verse, “IMF ile anlaşmanın mutlaka gerektiğini” belirtiyor. Kimisi ‘kesin çözüm buradan geçer’ diyor. Kimisi ise IMF ile anlaşmanın tüm sorunların çözülmesi için yetmeyeceğini ama ondan sonra ne önlem alınırsa alınsın, yeniden istikrarı sağlamanın yolunun IMF ile anlaşmadan geçtiğini ifade ediyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘ümüğümüzü sıktırmam’ diyerek ‘IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasına karşı çıkan’ tutumu G-20 toplantısından sonra terse döndü. Anlaşma yapılacağı kesinleşti. IMF heyeti ve hükümet şimdi imzalanacak anlaşmanın ayrıntısını belirleme çabasının da sonuna gelmiş durumda. Başbakan Ocak 2009’da anlaşmanın imzalanabileceğinin işaretlerini verdi.
Peki birilerinin dediği gibi eninde sonunda hükümet IMF ile bir anlaşmaya yanaşmak zorunda mıydı? Krizden çıkış yolu IMF’den mi geçiyor?
Birilerine göre IMF’nin işlevi değişti. IMF artık borç verip kemer sıktıran mali bir yapı değil, bir ülkenin uluslar arası güvenilirliğini artırıp kredi bulmasını kolaylaştıran bir kurum. Oysa gelişmeler tersine işaret ediyor. IMF’yle yapılacak anlaşmanın ayrıntıları geldikçe IMF’nin niyetinin kemer sıktırmak olduğu anlaşılıyor. Krizdeki merkez ülkeler iç tüketimi ve harcamaları artırmanın, talep yaratmanın önünü açacak çözüm arayışlarına girerken, IMF Türkiye’ye ‘harcamaları durdurun’ talimatı veriyor. Bir çok iktisatçıya göre söz konusu talimat, merkez emperyalist ülkelerdeki krizin faturasının bağımlı çevre ülkelere yıkılmasının bir aracı.
Bu açıklamayı getiren iktisatçılar uyarıyor: IMF’nin yeni işleviyle anlaşmak Türkiye’deki krizi derinleştirir.
IMF merkezi kurtarıyor
Krizden en kötü etkilenecek ülkeler arasında neden Türkiye’yi sayan York Üniversitesinden Kanadalı iktisatçı David McNally BBC Türkçe servisine verdiği röportajda IMF’yle anlaşmanın tehlikesine dikkat çekmişti: IMF’yle yapılacak anlaşmanın ortaya koyduğu sorun, IMF’nin yardım karşılığı Türkiye’ye sunacağı talepler. Çünkü IMF 1980’lerde kurduğu modele göre çalışmaya devam ediyor. Bu modele göre de Türkiye’ye aktaracağı paraları geri alabilmek için, kamu harcamalarında, devletin sunduğu hizmetlerde kısıntıya gidilmesini öngörüyor. Ancak ekonominin durgunluğa girdiği bir aşamada devletin de harcamalarını kısmasının resesyonu daha da kötü bir hale getirmekten başka bir etkisi olmaz.”
IMF, Türkiye ile görüşmesinde Macaristan ve Pakistan’la görüşmelerde yaptığı gibi, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanan ekonomik stratejinin tam tersini önerdiğinin altını çizen David McNally şunları söylüyor:
“Bu strateji temelsiz çünkü IMF’ye başvuran ülkelerin ekonomileri de, tıpkı Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki ülkeler gibi mali canlandırma paketlerine ihtiyaç duyuyor. Çünkü artan işsizlikle birlikte tüketici harcamaları düştüğünde, hükümet devreye girmezse, resesyon daha kötü bir hale gelir. Dolayısıyla IMF gelişmekte olan ülkelere, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinin uyguladığı modellerin tam tersini öneriyor.
Bence IMF’nin oluşturduğu bir model var ve bu modele göre krizin en yoğun etkisi, merkezden kalkınmakta olan Türkiye gibi ülkelere doğru yayılmalı. IMF görevinin çevre ülkeleri değil, sistemin merkezini kurtarmak olduğunu düşünüyor. İkinci bir neden de ideolojik”
Başka bir tutum gerekli
Türkiye’nin IMF ile anlaşması krizin daha da derinleşeceği uyarısında bulunanların başında Prof. Dr. Korkut Boratav geliyor. IMF’nin Türkiye yapısındaki ülkelere vereceği reçetenin standart olduğunu kaydeden Boratav, “Maliye politikasını daha da sık, faizleri yüksek tut, işgücü piyasalarını esnekleştir. Özel sektörün, öncelikle bankaların dış borçlarını devlet üstlensin vs. Bunlar IMF’nin isteyecekleri. Alternatif düşünmeye yatkın değilseniz bunu kabul edersiniz. Ama bu reçetenin reddedilmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum” diye konuştu.
Boratav, IMF politikalarının yerine her şeyi yeni baştan tanımlayacak, sermaye hareketlerini denetleyecek, sermaye kaçışını kontrol altına alacak, iç piyasaya yeni baştan önem verecek, Gümrük Birliği anlaşmasını revizyona tabi tutacak veya askıya alacak, döviz politikasını yeniden aktif hale getirecek, işsizliğe karşı kararlı önlemler alacak bir tutuma ihtiyaç olduğuna işaret etti. (EKONOMİ SERVİSİ)
Önlemlerin hiçbiri emekçiyi kurtarmıyor
Hükümetin ilk aşamada banka kurtarma paketi hazırlamak zorunda kalmamasının yanıltıcı olduğuna dikkat çeken David McNally şöyle diyor: Uluslararası pazarların daraldığı, hatta çöktüğü bir aşamada (ki şu anda bu aşamadayız) uluslararası pazarlara ihracat yapma gereksinimi daha yüksek olan ülkeler krizden çok ciddi bir şekilde etkilenecekler ve işsizlik hızla ve çok ciddi bir şekilde yükselecek. Türkiye bunu yaşıyor. Türkiye, ‘Öncelikli olan insanlarımız ve onların yaşam standartlarıdır. Eğer bu dış borçlarımızı ödeyemeyeceğimiz anlamına geliyorsa bırakalım öyle olsun, insanlarımızın yaşam standardı daha önemli’ diyebilmeli.”
Bunu diyemeyen hükümetin, krizden en çok etkilenen emekçileri kapsamayan şu ana kadar aldığı önlemler şöyle:
*Kara parayı aklamaya hizmet edeceği eleştirilerine konu olan, yurtdışındaki varlıklardı yurt içine getirmeyi teşvik amacıyla çıkarılan bilinen adıyla “Varlık Barışı” Yasası
*Rantiyeyi ödüllendiren, hisse senedi kazançlarında yerli yatırımcıya uygulanan yüzde 10’luk stopajın sıfırlanması
*Merkez Bankası’nın döviz, YTL likiditesini takip ederek piyasaya müdahale etmesi
*Bankada büyük parası olanları korumaya dönük Mevduat Sigortası kapsamının genişletilmesi için bankalara yetki verilmesi
*Sermayeye vergi kıyağı işlevi gören vergi borçlularının 18 ay süreyle yüzde 3 faizle taksitlendirilmesi
*KOBİ’lere, esnaf ve sanatkarlara 350 milyon YTL’lik sıfır faizli vergi desteği
*Genç işçi çalıştırması karşılığı, işveren primini 5 puan düşüren, uygulamada 30 yaş üstü işsizler yaratmaya dönüşen İstihdam Paketi’nin ekimde yürürlüğe girmesi
*Bankaların, döviz cinsi mevduatlar için Merkez Bankası’nda tuttuğu zorunlu karşılıkların oranının iki puan düşürülmesi (Bankalar topladıkları mevduatların tamamını kullandıramıyor. Dövizde yüzde 11’ini, YTL’de yüzde 6’lık kısmını MB’de tutuyor. MB tutulan miktar karşılığı bankalara belli orandan faiz ödüyor. Bankalar 100 dolar topluyorsa bunun 11 dolarını MB’de tutup, 89’unu kredi olarak kullandırıyordu. Karşılıkların 2 puan düşürülmesiyle birlikte bankalara 2.5 milyar dolarlık taze bir kaynak sağlanmış oldu)
*Reeskont kredisi limitinin 500 milyon dolardan 1 milyar dolara çıkarılması (Uygulama ile Eximbank’a sevk öncesi ihracat kredisi verebilmesi için daha geniş bir kaynak sağlanmış oluyor)
Kaynak vatandaşın cebinden yaratılıyor
IMF ile didişir gözüken hükümetin IMF’den sadece, seçim arifesinde yapılacak yardım ve ulaştırma yatırımlarına dokunulmamasını talep ettiği açığa çıktı.
AKP Hükümeti 2009 yerel seçimleri konusunda harcamaları mümkün olabildiğince artırmak istiyor. IMF ise özellikle cari harcamalarda kısıntı yapılmasını talep ediyordu. Hükümet kesenin ağzını açtı. Yılda iki kez sadece, dini bayramlarda yapılan ‘aile yardımı’ dörde, bir kez yapılan ‘eğitim yardımı’ ise ikiye çıkarıldı. Seçime kadar belirlenen ailelere biri eğitim için olmak üzere ekstra iki ödeme yapılacak. Yardım miktarı her seferinde 100-400 YTL arası olacak. AKP seçim öncesinde böylece 260 YTL dağıtacak. Diğer alanlarda verdiği tavizlerin karşılığı buna göz yumulmasını istiyor. Örneğin KDV oranının düşürülmesi talebini kesinlikle geri çeviriyor. IMF’nin yüzde 8 olan bazı ürünlerdeki KDV’nin yüzde 18’e çıkarılmasını istediği, hükümetin de buna sıcak baktığı bilgisi geldi.
AKP’nin itiraz noktalarından bir diğeri belediyeye aktarılacak kaynaklardı. IMF şu anda neredeyse merkezi bütçe büyüklüğüne doğru ilerleyen mahalli idare bütçesinin bir sisteme bağlanmasını, harcamaların buraya aktarılmasının önlenmesi istiyordu. Bu konuda da IMF ile anlaşmaya varıldığı basına yansıdı buna göre, bütçeden 2009 yılında belediyelere yapılacak olan 4 milyar YTL’lik aktarımın 1.7 milyar YTL’lik bölümü kesilecek. Ama belediye ödeneklerine kesinti yılın ilk çeyreğinde değil, izleyen dönemde yapılacak. Yani seçimlerden sonra.
AKP, özellikle yol yatırımlarını büyük ölçüde artırmayı planlıyor, IMF itiraz ediyordu. Bu sorun da hallolmuş gözüküyor. IMF bu yatırımlar yerine başka alanlardan kısıntıya gidilmesini talep etmiş, gelen bilgilere göre de hükümet de bu talebi kabul etmiş durumda.
Hükümetin seçim yatırımları olarak gördüğü birkaç maddeye dokunulmaması karşısında feda ettikleri şunlar oldu: Maaş artışına engel olunacak. Sağlık harcamaları kısılacak. Hem hükümet seçim yatırımı olarak yapacak yardım harcamalarının da kaynağını bulmuş durumda. Bütçe Kanunu’na eklenen ve yeni yıldan başlayarak memurların da muayene parası ödemesini öngören madde bulunan kaynağın en güzel örneklerinden birini sunuyor.
IMF ‘krizli’ havayı sever
Sermaye temsilcileri, büyük patronlar, finans kesimi, medya, iktisatçılar vs. IMF ile anlaşma istiyor. Daha düne kadar tartışılır hale gelen IMF’den şimdi bir kurtarıcı, elindeki değnekle dokununca ekonomik sorunları halledecek bir sihirbaz gibi bahsediliyor. Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Hayri Kozanoğlu’na IMF neydi ne oldu diye sorduk...
İtibarı iyice zedelenen hatta çalışanlarının maaşlarını dahi ödeyemeyecek hale geldiği söylenen IMF’nin yeniden ‘kurtarıcı’ olarak sunulması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Geçmişte de IMF’nin misyonun tartışılır hale geldiği, işlevsizleştiği dönemler oldu. Ama yaşanan çeşitli krizler IMF’nin imdadına yetişti ve adeta IMF’nin ikinci kez doğuşunu sağladı. Krizler IMF için fırsattır.
2000’li yıllarda, özellikle dünyanın likiditeye boğulduğu dönemde IMF yine bir kimlik bunalımına girdi, adeta sinek avlamaya başladı. Türkiye’den başka hatırı sayılır bir müşterisi kalmadı. 2007’de patlayıp 2008’de şiddetlenen küresel mali kriz IMF’yi yeniden hareketlendirdi. Peki IMF kurtarıcı olabilir mi?
IMF’nin elindeki 250 milyar dolar civarında kaynak, krizin boyutları düşünüldüğünde “devede kulak” kalıyor. IMF ancak Türkiye, Macaristan, Ukrayna, Pakistan gibi ülkelerdeki “sermaye güvenliğini” sağlamak için devreye girebilir. Unutmayalım, bu arada bir zengin ama küçük bir ülke İzlanda da IMF’nin ocağına düştü.
Patronların anlaşma yapılması konusundaki ısrarı emekçiler için ne anlama gelir?
Yeni dönemde 100 milyar dolarlık “kısa vadeli likidite kolaylığı” adı altında yeni bir “fırsat” yaratıldı. Böylelikle “stand-by” filan beklemeden “sağlıklı ülkelerin borçlanması mümkün olacak. İlk aşamada Japonya Başbakanı Taro Aso, çanağa 100 milyar dolar akıtarak IMF’nin elini güçlendirdi. Ne yazık ki, cari işlemler açığı nedeniyle Türkiye’nin bu “imkandan” faydalanması mümkün görünmüyor. Türkiye özel sektörü ise, 180 milyar doları aşan borçlarını IMF tarafından bir “stand-by” dayatılmazsa ödeyemeyeceğinin farkında, bunun için bastırıyor. Bu da düşük kur döneminde borçlanıp gününü gün eden sermaye kesiminin günahlarının yine sade yurttaşlar, emekçiler tarafından ödenmesi anlamına gelecek. Bu nedenle, yeni bir IMF anlaşmasına karşı direnmek Türkiye’deki emekten yana kesimlerin boynunun borcu olmalı.
2001 krizi sonrasında IMF’nin Türkiye ekonomisine müdahalesinin faturası ne oldu?
IMF’nin 2001 krizi sonrasındaki tutumunu öncesiyle birlikte düşünmek gerekir. ‘90’larla birlikte uluslararası sermaye akışlarının liberalizasyonu, yine Türkiye gibi ülkelerin bu mecraya girmeye zorlamamasıyla IMF’ye yeni bir “görev emri” çıktı: Sıcak paranın “özgürce” cirit atmasını küresel yatırımlarını teminat altına almak, bir sorun çıktığında burnu kanamadan ilgili ülkeden tahliyesini sağlamak. IMF-Amerikan Hazinesi-Wall Street bu dönemde uluslararası sermayenin özellikle amerikan yatırımlarının bekasını sağlamaya kilitlenmiş bir üçlü oluşturdu. Türkiye’nin 2001 krizinde de devalüasyona izin vermemek , bu operasyon için 20 milyar doları aşkın fon pompalamak (tabi bu para Türkiye’nin borç hazinesine yazılıyor, ülke emekçileri ödüyor!) IMF’ye düştü.
İlk kuruluş amacı nasıl deklare edilmişti?
Bilindiği gibi IMF, Amerika’nın dünya hegemonyasını ilan ettiği 1944’te imzalanan Bretton Woods Anlaşması’nın ürünü bir mali kurum. Önceleri görevi ödemeler bilançosu kronik açıklar veren ülkelere destek sağlamak, gerekirse yüzde 10’a kadar devalüasyon için izin vermekti.
İlk itibar yitimini ne zaman, nasıl yaşadı?
Özellikle Vietnam Savaşı’nın etkisi, yükselen enflasyonla ABD doları değer kaybetmeye başlayınca Bretton Woods çöktü, dolar dalgalanmaya bırakıldı. Böylece bir dönem IMF işlevsiz kaldı, misyonu tartışılır hale geldi. Batı ekonomilerinin durgunluğu nedeniyle kredi ihtiyacının daralması, petro dolarların yatırım yapacak mekan aramasıyla uluslararası bankacılık sistemi Türkiye benzeri yoksul ülkelere kredi pompalamaya başladı.
ABD’nin 70’lerin sonunda sıkı para politikaları uygulaması “monetarizme” geçilmesiyle değişken faizli kredilerin maliyeti çok yükseldi, Meksika’nın dış borç ödemelerini askıya almasıyla “dünya borç krizi” patlak verdi. Bu aynı zamanda IMF’nin “ikinci doğuşu” anlamına da geliyordu. Türkiye, Latin Amerika ve benzeri ülkeleri işçi sınıfını baskı altına alıp, iç talebi canlandırıp, “ihracata yönelik kalkınma” rotasına sokmak IMF’ye düştü. Washingthon’dan yakılacak “yeşil ışık” uluslararası piyasalardan borçlanmanın teminatı haline geldi.
Bülent Falakaoğlu